Bu yazı(1), Temmuz ayı içerisinde gerçekleştirilen 6 günlük bir Fransa gezisinde Paris sokaklarına ilişkin gözlemlerden oluşuyor. Fransa’ya gitmeden önce -bir yazı için yeterli miktarda malzeme çıkıp çıkmayacağına ilişkin bir soru işareti ile- önde gelen kapitalist metropollere bir örnek sunması amacıyla da, Paris sokaklarına ilişkin gözlemlerimi yazma düşüncem vardı. Bu yazı, herhangi bir gezi rehberinde bulunabilecek […]
Bu yazı(1), Temmuz ayı içerisinde gerçekleştirilen 6 günlük bir Fransa gezisinde Paris sokaklarına ilişkin gözlemlerden oluşuyor. Fransa’ya gitmeden önce -bir yazı için yeterli miktarda malzeme çıkıp çıkmayacağına ilişkin bir soru işareti ile- önde gelen kapitalist metropollere bir örnek sunması amacıyla da, Paris sokaklarına ilişkin gözlemlerimi yazma düşüncem vardı. Bu yazı, herhangi bir gezi rehberinde bulunabilecek ve gerçekten görülmeye değer caddeler, kiliseler, müzeler ve sarayları değil, ayrımcılık, yoksulluk, evsizlik, vs. ekseninde Paris notlarını konu ediniyor; sokak ve kimi mekânlara ilişkin gözlemlerden oluşuyor. Amaç, hem AB’nin bir merkez ülkesi olarak Fransa’nın kentsel ve toplumsal yaşantısını belirli yönleri ile yansıtabilmek hem de birliğin yoksul ve emekçi kesimleri açısından kimi farklı boyutlarını biraz olsun gözler önüne serebilmek ve AB’ye ilişkin “sır perdesi”ni biraz daha aralayabilmek.
“Güvenlik sorunu”, geniş kitlelerin gündelik yaşantılarının kontrol altına alınmasında ciddi bir işlev görüyor. Bu durumu, Paris Havaalanına iner inmez gözlemleme fırsatı buluyorsunuz. Üçerli gruplar halinde dolaşan askerler, ellerinde otomatik tüfekler ve attıkları voltalar eşliğinde sizleri karşılıyorlar. Tüfeklerini gözünüzün içine sokarak, bir yandan etrafınızdaki bavulların sizin olup olmadığını kontrol ediyorlar, diğer yandan da “güvenliğinizi sağlıyorlar”. “Otomatik tüfek” ileride karşımıza yeniden çıkacak.
Neo-liberalizmin tahribatı: Evsizler ve dilenciler
Paris sokaklarında öncelikle not düşülmesi gereken ve sayıları tahmin sınırlarını zorlayan kesim, evsizler ve dilenciler. Hemen hemen her köşe başında, kentin lüks caddelerinin pek çok noktasında dilenciler ve evsizler sürekli boy gösteriyor. Dilencilerin daha çok Orta Doğu kökenli göçmenlerden oluştuğu görülüyor. Yere oturup, önlerine koydukları bir bardak ile yoksulluklarının yanı sıra, çaresizliklerini de gözler önüne seriyorlar. Bu ise bir dönem sosyal refah devleti uygulamaları ile adından söz ettiren, şimdilerde ise kimileri tarafından demokrasinin beşiği olarak adlandırılan Fransa’nın göbeğinde neo-liberalizmin tahribatını çok açık bir şekilde gösteriyor.(2) Konuştuğumuz bir taksici ve market sahibi bir Türk, insanların gelir düzeylerinin ve alım güçlerinin çok düştüğünü ifade ediyor.
Tahmin sınırlarını zorluyor…
Gerçekten de evsizlerin sayısı tahminlerimin çok çok ötesindeydi. Gündüzleri ve sokakların tenhalaşmasıyla daha görünür olmaları nedeniyle geceleri, başınızı çevirdiğiniz hemen her yerde bir evsiz ile karşılaşabiliyorsunuz. Geceleri, apartman girişleri ya da banklar evsizlerin uyumak için kullandıkları mekânlar oluyor.
Yeri gelmişken bir diğer gözlemi de burada aktarmakta fayda var: Paris’in görülmesi gereken yerlerinden biri de içinde Yılmaz Güney, Ahmet Kaya, Balzac, Paul Eluard, La Fontaine, Edith Piaf, Jim Morrison, Oscar Wilde gibi sanatçı ve yazarların yanı sıra, Komüncüler Anıtı’nın da bulunduğu Ünlüler Mezarlığı (Pere Lachaise). Mezarlığın konumuz ile ilgisi, saat 18.00 sularında yaşları 30 ile 65-70 arasında değişen evsiz ve yoksulların, önünde birikerek Kızıl Haç tarafından getirilen yemekleri almaları. Yaptığım görüşmelerde, kentin farklı yerlerinde de bu tür noktalar olduğu ve Kızıl Haç’ın yoksul ve evsizlere yardım yaptığını öğreniyorum. Ayrıca yine edindiğim bilgilere göre, evsizlerin bir bölümü sabahları terk etmek koşulu ile belirli binalarda ve Seine Nehri’nde bir feribotta kalabiliyorlarmış. Görülen o ki, neo-liberal politikaların etkisi altındaki, sosyal politika tasfiye edilirken, yerine çeşitli yardım mekanizmalarının yerleştirildiği Fransa’da evsiz ve yoksullar her yerde…
Mutfak içi işbölümünde beyaz-siyah ayrımı… Sokaklarda hemen göze çarpan bir diğer nokta, zencilerin bolluğu. Fransa’nın eski sömürgelerinden kalan bu kesim ve çocukları, teknik ve sosyal işbölümü içerisinde beyazlara göre güvence, gelir, statü, vs. gibi noktalarda daha “kirli” ve “geri” işlerde çalışıyorlar. Paris sokaklarında buna ilişkin farklı gözlemlerimiz oldu. Burada genel durumu görebilmek açısından kimi örnekler aktaracağız. Seine Nehri üzerinde gezi yapan feribotlardaki teknik işbölümü, güvence, gelir, statü, vs. gibi parametreler açısından tabloyu net bir biçimde gösteren güzel bir örnek: Feribot kaptanları beyaz, çalışanlar siyah. Bu küçük örnek, beyaz ve siyahlar arasındaki farklılığı nitelik düzeyi ve eğitim gibi açılardan da ortaya koyuyor. Bir diğer örnek ise mutfak içi işbölümünde yaşanıyor. Yemek yediğimiz bir yerin mutfağındaki manzara şöyle idi: Mutfak bir duvar ile ikiye ayrılmıştı. Ön tarafta yemekleri hazırlayıp, servisi yapan beyazlar, arka ve müşterilerin göremediği, artıkların temizlendiği tarafta ise siyahlar. Bu örnek de teknik işbölümü dolayımı ile beyazlar ile siyahların istihdamda ve toplumsal alanda nasıl farklı konumlarda yer aldıklarını anlamlı bir şekilde gösteriyordu.
Zenciler grevde!
Ancak tabii ki süreç patronlar açısından bu kadar kolay değil; mevcut çalışma ilişkileri ile harmanlanmış ayrımcılık beraberinde direnişi de getiriyor. Görebildiğim iki restoranda, zenciler hakları verilmediği için grev yapıyorlardı. Restoran önünde direnişte olan CGT konfederasyonundan yetkililer ile yaptığımız görüşmede, çoğunluğu Afrika kökenli olan zenci çalışanların, istihdam edildiklerine ilişkin kimlik kartı alamadıklarını ve sosyal güvenlik haklarının olmadığını öğrendik. Kaçak olarak çalıştırılan zencilerin, bu haklarını almalarına Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin de soğuk baktığı belirtildi. Ancak direnişin meyvelerini verdiğini de söylemek gerekir: Sayıları 1500 civarında olan bu tür çalışanların 760’ı çalıştıklarına ilişkin belgeyi almış durumda.
Neo-liberal dönemin istihdam ilişkileri bir arada…
Neo-liberal dönemin istihdam ilişkileri, önceki dönemlerden farklı ve derinleşmiş biçimde, ayrımcılık, güvencesizlik, düşük ücret, kayıt dışılık, taşeronlaşma, sendikasız ve esnek çalışma vs. gibi noktalar üzerinde yükseliyor. Gözlemlerimde bugünün çalışma ilişkilerinin çerçevesini çizen bu kavram ve uygulamaları, birlikte ve aynı anda görebilme olanağı buluyorum: Kiraladığım bisiklet ile mezarlığa giderken, ara sokaklardan birinde etrafında CGT’nin bayraklarının asılı olduğu bir stand görüyorum. Başında duran kişi ile anlaşmamız mümkün olmuyor. Aldığım bildiride yer alan bilgilere göre, oteller için iş alan bir alt-işveren firmasının çoğunluğu göçmen ve zencilerden oluşan işçileri de yukarıda anlatılanlara benzer biçimde oturma izni alma sorunu yaşıyor. Bildiride, kısmi zamanlı ve düşük ücret ile çalıştırılanların Fransa’da oturma izni alamadıkları ve 41 günlük grevin sonucunda iş akitlerinin tam zamanlıya çevrildiği belirtiliyor. Stand maddi dayanışma amacıyla kurulmuş.
Aktarılan grev örneklerinin merkezinde zenci işçiler yer alıyor. İşverenlerin maliyet hesapları, ucuz v
e uyumlu işgücü istihdam etme perspektifleri, devletin yaklaşımı, zencilerin zorunlulukları ile birleşince sonuç ırkçılığı da doğurabiliyor.
Kaçın, otomatik tüfekli asker! Zencilere ilişkin yine sokağın içinden son gözlem ise şu idi: Bilindiği gibi neo-liberal politikalarla birlikte artan gelir kaybı, işsizlik ve derinleşen yoksullaşma, azımsanmayacak bir kesimi ekonomik kazancını enformel ağlardan sağlamaya yöneltti. Paris, toplumsal ve gündelik yaşantısı ile birlikte, sokak çalgıcıları, ressamlar, göstericiler, vs. ile bu tür para kazanma yöntemlerine açık bir kent. Metronun içerisinde teypten çalan bir parçaya vokal ile eşlik eden bir kadın, patenleri ile gösteri yapan gençler, sokak çalgıcıları… Yukarıda aktardıklarımız ile bağlantı olarak göçmenler, zenciler bakımından karşılaştığımız manzara şöyleydi: Eiffel Kulesi’nin dibinde göçmen oldukları her hallerinden belli olan gençler, anahtarlık biçiminde kuleler ve benzerlerinden satıyor. Ancak bir anda -Grup Yorum’un, sözleri Hasan Hüseyin’e ait “İnsan Pazarı” şarkısının girişindekine benzer bir “Kaçın Zabıta!” çağrısını duymuşçasına- bir koşturmadır başlıyor. Nereden çıktığı belli olmayan onlarca kişi bir yöne doğru var güçleri ile koşmaya başlıyor… Etrafımıza bakıyoruz; ne kovalayan var, ne eli telsizli zabıtalar… Sadece, -telsizli olmasa da- otomatik tüfekli gencecik bir asker aheste aheste yürüyor…
Bir kare ve gerçek çelişki…
Sokağın içinden kanlı canlı bu örneklerden sonra, bir küçük kare ile soyut düzleme çıkarak yazıyı noktalayabiliriz. “George V”, ünlü Champs Elysees Bulvarını kesen, Paris’in en lüks caddelerinden… Paris’in ünlüleri buradaki mağazalardan alışveriş yapıyormuş. Ancak, kapitalizmin çelişki ve çatışmalarla dolu doğası içerisinde grev, zenginleri gelip burada da buluveriyor. Zenci işçiler, yukarıda anılan gerekçelerle, bu caddede yer alan bir restoranda da eylem yapıyorlar. Caddenin tabelası üzerinde ise “sendikal dayanışma” yazılı bir sticker bulunuyor. En lüks caddenin tabelasındaki sticker, ortasından yırtılmış olmasına karşın hala okunabiliyor; okunabildiği ölçüde de uçları ve gerçek çelişkinin taraflarını gösteriyor.
Denizcan Kutlu
denizcan_kutlu@hotmail.com
1. Bu yazının ilk hali Sanat, Edebiyat ve Eğitimde Yoğunluk isimli derginin 22’nci sayısında yayımlanmıştır.
2. Farklı toplumsal ilişkilerden dolayı karşılaştırmak belki doğru değil; ancak Fransa’nın bu konuda Türkiye’nin çok daha “ilerisinde” olduğunu, sokaklarında, özellikle ana caddelerinde evsizlerin Türkiye’ye göre çok daha fazla bulunduğunu söyleyebiliriz.