AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn, yarın Türkiye’ye ayak basıyorlar. Bu ziyaretin Türkiye ile AB arasında çok uzun bir zamandır kopukluk içinde seyreden ilişkileri yeniden hareketlendirecek olması sevindirici bir gelişme olarak görülmelidir. AKP iktidarı 2004 sonunda AB’den tarih alıp 2005 yılında müzakereleri resmen açtıktan sonra tam üyelik hedefine dönük […]
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn, yarın Türkiye’ye ayak basıyorlar. Bu ziyaretin Türkiye ile AB arasında çok uzun bir zamandır kopukluk içinde seyreden ilişkileri yeniden hareketlendirecek olması sevindirici bir gelişme olarak görülmelidir.
AKP iktidarı 2004 sonunda AB’den tarih alıp 2005 yılında müzakereleri resmen açtıktan sonra tam üyelik hedefine dönük iştahını önemli ölçüde kaybetmişti. Özellikle AKP’nin 22 Temmuz seçimlerinde yüzde 47 dolayında oy almasının ardından AB perspektifi bu partinin gündeminden neredeyse tümüyle düşmüştü.
Bu durum, hem Türkiye’de içte hem de dışta AB çevrelerinde AKP’nin tam üyelik konusundaki samimiyetinin ciddi ölçülerde sorgulanmasına yol açıyordu.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın AKP hakkında kapatma davasını açması bu havayı dağıtıp denklemi olduğu gibi değiştirmiştir. AB, demokrasi çerçevesinde AKP’ye kuvvetli bir destek verirken, AKP de bekası için dış desteğe yönelip yeniden AB ipine sarılmıştır.
* * *
Olli Rehn’in yüksek yargıya dönük eleştirileri Türkiye’deki AKP aleyhtarı çevrelerde büyük tepki toplamıştır. Ancak, varoluş felsefesini demokrasi idealleri üzerine inşa eden bir kuruluşun, seçmenin yarısının oyunu almış bir partinin kapatılması girişimi karşısında kayıtsız kalmasını beklemek doğru olmazdı. Rehn, kendi görev çerçevesi içinde doğru olanı yapmıştır.
Kaldı ki, AB Komisyonu’nun tam üye adayı olan ülkelere sıkça ve her alanda müdahaleleri olabiliyor. Tam üyeliği hedefleyen bir ülkenin bu süreç içinde Komisyon’dan gelebilecek eleştirilerle birlikte yaşamayı öğrenmesi gerekiyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin türban yasağını ya da Refah Partisi’nin kapatılmasını onaylayan kararlarını nasıl saygıyla karşılamak durumundaysak, AB Komisyonu’nun bu tür eleştirilerine de hoşgörüyle yaklaşmalıyız.
* * *
Bu gezi, Barroso ile Rehn’in dosyalarını daha iyi öğrenmeleri ve bu çerçevede Türkiye’deki gelişmelere daha objektif ve dengeli bir şekilde bakmalarını sağlaması bakımından da yararlı olacaktır.
Ayak bastıkları Türkiye’de toplum kendi içinde süratli bir ayrışma içindedir. Özellikle büyük kentlerde laiklik konusunda ciddi kaygılar taşıyan geniş toplum kesimleri mevcuttur. Bu kaygılar durup dururken ortaya çıkmış değildir ve Türk siyasetinin bir gerçeğidir.
Tam üyelik müzakereleri, bir taraftan parti kapatmaları caydırırken, diğer taraftan demokrasi kültürünü ve geleneklerini de yerleştiren süreçlerdir. Demokrasi kültürünün AB içinde kabul gören olmazsa olmazlarından biri, öncelikle siyasal iktidarın muhalefete ve basındaki eleştirel seslere tahammül göstermesidir. Örneğin öfke, AB’nin demokrasi normları içinde karşılığı olan bir siyasal davranış kalıbı değildir.
Ayrıca, yazarların sabaha karşı gözaltına alınıp sosyal hayatlarının sorgulanmasına da rastlanmıyor tam üye adayı ülkelerde; Türkiye istisna tutulursa… Bunun gibi, insanların telefonda bile konuşmaya çekindiği korku cumhuriyetlerine de dönüşmemesi gerekiyor bu ülkelerin…
* * *
Keza tam üyelik sürecinin, ülke yönetimine kuralların hâkim olmasını ve herkese eşit uygulanmasını güvence altına alması gerekiyor. Kuralların üstünlüğünün, yönetimde keyfiliğe, “Ben yaptım oldu” anlayışına kapıyı kapaması zorunlu.
AB, parti kapatmaya karşı çıkmakta haklıdır. Ancak, Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletinin sorunlu olduğu diğer alanları görmezlikten gelmeye de hakkı yoktur.
Dolayısıyla AB Komisyonu, Türkiye’ye gerçekten yardımcı olmak istiyorsa, bütün bu gelişmeleri daha derinlemesine kavrayan yeni bir bakış geliştirmek durumundadır.
Sonuçta, Türkiye’nin yeniden tam üyelik yörüngesine girmesi yararlı olacaktır. Bu düşüncelerle AB heyetine “hoş geldiniz” diyoruz.