“Küresel çapta bir durgunluk derinleşiyor; ABD konut piyasasındaki sorunlar devam etmekte; Amerika ve Avrupa’nın finansal sistemleri baskı altında ve dünya ekonomisinin diğer bölgelerinde de büyüme hızı yavaşlamakta.” Yukarıdaki satırlar IMF İcra Direktörü Dominique Strauss-Kahn ‘a ait. Sayın Strauss-Kahn’ın Financial Times gazetesinde yer alan “öngörü ve temennilerinin” IMF’nin doğrudan resmi görüşünü dile getirmediği açıklanmış olsa da, […]
“Küresel çapta bir durgunluk derinleşiyor; ABD konut piyasasındaki sorunlar devam etmekte; Amerika ve Avrupa’nın finansal sistemleri baskı altında ve dünya ekonomisinin diğer bölgelerinde de büyüme hızı yavaşlamakta.”
Yukarıdaki satırlar IMF İcra Direktörü Dominique Strauss-Kahn ‘a ait. Sayın Strauss-Kahn’ın Financial Times gazetesinde yer alan “öngörü ve temennilerinin” IMF’nin doğrudan resmi görüşünü dile getirmediği açıklanmış olsa da, icra direktörünün ağzından kaleme alınmış olması nedeniyle söz konusu satırları biz “IMF’nin küresel durgunluğa bakışı” şeklinde yorumlamaktayız. Yazı şu cümlelerle devam ediyor:
” (IMF’nin) yayımlamış olduğu son öngörüler ABD ekonomisinde belirgin bir durgunluğun yaşanacağını; diğer sanayileşmiş ülkelerde de orta ölçekte, ancak gene de hissedilir bir yavaşlama olacağını göstermektedir. Yükselen piyasa ekonomilerinde yaşanması beklenen durgunluğun zamanlaması tam olarak bilinmemesine karşın, bu ülkelerin sanayileşmiş ülkeler grubu ile olan sıkı bağlantıları nedeniyle, daha önceleri tahmin edilenden daha kısa sürede durgunluğa gireceği düşünülmektedir.”
Dolayısıyla, IMF durgunluğun sadece Amerikan ekonomisi ile sınırlı kalmayacağını ve kısa bir süre içerisinde gerek Avrupa ekonomilerine, gerekse de -aralarında Türkiye’nin de bulunduğu- yükselen piyasa ekonomilerine bulaşmasının beklendiğini vurgulamaktadır. Ancak IMF’nin küresel ekonomiye bakışı sadece “öngörü sunmakla” kalmamakta, aynı zamanda durgunluğa karşı geliştirilmesi gerekli “ekonomi politikası tavsiyelerini” de içermektedir.
IMF icra direktörlüğüne göre yaşanmakta olan durgunluğu aşmak için para politikaları tek başına yeterli olmayacaktır. Bu tespit iki nedene dayandırılmaktadır. Birincisi, yaz aylarından bu yana finansal sistemde yaşanan çalkantılar sonrasında para politikası araçlarının reel ekonomiyi yönlendirme işlevi artık çok zayıflamış durumdadır. İkinci olarak da sadece para politikasıyla yetinildiğinde derinleşmekte olan sorunlar karşısında geç kalınma tehlikesinin büyüyeceği düşünülmektedir.
Dolayısıyla, IMF üst yönetimine göre durgunluğa karşı para politikaları yanında genişleyici maliye politikalarına da gerek vardır.
Kanımca bu yorum, son yirmi-otuz senedir maliye politikalarını sadece enflasyona neden olmakla eleştiren IMF üst yönetimi için bir kırılma noktasını işaret etmektedir. IMF icra direktörlüğü enflasyonist tehlikeye rağmen kamu harcamalarının arttırılmasını krizin önüne geçmek ve finansal sistemin daha fazla zarar görmesini önlemek bakımından gerekli bulmaktadır. Nitekim, biraz da bu görüşün telkinleriyle Amerikan yönetimi geçen hafta içerisinde 160 milyar dolarlık bir mali genişleme politikasını, enflasyon ve bütçe açığının artması tehlikelerine rağmen, imzalamaktan çekinmemiştir.
***
Gelişmiş Batı ekonomilerinde durgunluğa karşı geliştirilen istikrar programları bu şekilde biçimlenirken acaba ülkemize biçilen politika araçları ve seçenekler nelerdir?
Zihnimizi fazla zorlamaya gerek kalmadan bu soruyu resmi söylemleri tekrarlayarak kısaca yanıtlayabiliriz: Türkiye mali disiplini sürdürmeye kararlıdır; kamu kesimi bütçe dengesinde faiz dışı fazla yaratma hedefi sürdürülecektir. Bu hedefe ulaşmak için kamu harcamaları kısılacak; özelleştirmeler hızlandırılacaktır. Merkez Bankası ise enflasyon hedefinden başka hiçbir politika ile ilgilenmeyecek ve serbest kur rejimi altında faiz enstrümanı aracılığıyla fiyat istikrarını gözetmeye devam edecektir…
Bu satırların gerçek anlamı şudur: Türkiye daraltıcı maliye ve para politikalarına devam edecek ve küresel finans piyasalarına yüksek faiz sunmaya devam ederek, elde ettiği sıcak para ve şirket el değiştirmeleri ve arazi satışlarından elde ettiği doğrudan yatırım finansmanı aracılığıyla ucuz döviz ve dış borçlanma stratejisine dayalı spekülatif büyümesini sürdürmeye çalışacaktır.
Dolayısıyla IMF icra direktörlüğü küresel durgunluk tehdidi karşısında sanayileşmiş Batı ülkelerine genişleyici maliye ve para politkaları önerirken, Türkiye ve benzeri yükselen piyasa ekonomilerinin istikrar arayışlarını daraltıcı politikalarla sınırlamaktadır. Buna gerekçe olarak da söz konusu ülkeler grubunun uluslararası sistemde güven ve itibar sağlaması gerektiği öne sürülmektedir.
Bu yorum, eğer büyümenin kaynaklarını sadece spekülatif nitelikli sıcak para ve dış finansman girişleriyle çizdiğinizde elbette doğrudur. İçinde istihdam, sosyal hizmet, yoksullukla mücadele gibi kavramların olmadığı bu tür bir iktisadi programın biricik sorununun gerçekten de uluslararası finans sistemine güven ve itibar tazelemekten ibaret kalacağını görmek zor olmasa gerekir.
Ancak unutmayalım ki, iktisadi krizler tarih boyunca sadece durgunluk ve yoksullaşmadan ibaret olmamış, aynı zamanda sermayenin uluslararası anlamda kendini yenilemesine ve el değiştirmeler ve birleşmeler aracılığıyla yeniden yapılanmasına da zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla, özelleştirmelerin hızlandırılması; doğrudan yabancı yatırım geliyor avuntusuyla ulusal varlıkların uluslararası sermayeye aktarılması ve 70 milyonluk bir yurtiçi pazarın ucuz ithalat furyasına teslimi işte bu yeniden yapılanma sürecinde Türkiye benzeri ülkelere biçilen iktisadi rolün açık yansımalarıdır.