“Lübnan’daki sessiz iç savaş” sürüyor. General Mişel Süleyman’ı devlet başkanlığına seçmek için ardı ardına yapılan girişimlerinin başarısız olmasıyla daha da tehlikeli bir seyir alacak gibi görünüyor. Üstelik de Arap Birliği’nin, Monde sitesi tarafından 6 Ocak’ta aktarılan, “Arap Birliği Lübnan’daki politik durumu krizden çıkarmak için bir plan öneriyor” şeklindeki yeni girişimine karşın: “Arap Birliği’ne üye 22 […]
“Lübnan’daki sessiz iç savaş” sürüyor. General Mişel Süleyman’ı devlet başkanlığına seçmek için ardı ardına yapılan girişimlerinin başarısız olmasıyla daha da tehlikeli bir seyir alacak gibi görünüyor. Üstelik de Arap Birliği’nin, Monde sitesi tarafından 6 Ocak’ta aktarılan, “Arap Birliği Lübnan’daki politik durumu krizden çıkarmak için bir plan öneriyor” şeklindeki yeni girişimine karşın:
“Arap Birliği’ne üye 22 ülkenin dışişleri bakanları toplantısının sonunda, 5 Ocak Cumartesi günü, örgütün genel sekreteri Amr Musa, Genelkurmay Başkanı Mişel Süleyman’ın devlet başkanlığına hemen seçilmesini isteyen bir Arap planı sunmak üzere, 48 saat içerisinde Lübnan’a gideceğini açıkladı. 24 Kasım’dan beri devlet başkanı olmayan Lübnan, on bir kez ertelemeden sonra 12 Ocak’ta yeni bir devlet başkanı seçmeyi deneyecek.
Arap Birliği, Lübnan’ın krizden çıkmasına yardım etmek için, üç aşamalı bir çalışma planı öngörüyor. Planda devlet başkanı seçiminin dışında, bir ulusal birlik hükümetinin kurulması ve yeni bir seçim yasasının hazırlanması da var. ‘Hükümetin kararlarını lehte ya da aleyhte değerlendirme olanağının yalnızca cumhurbaşkanında olacağını’ söyleyen Musa, Arap bakanların, ‘hiçbir partinin, bir kararı kabul ettirme ya da engelleme olanağına sahip olamayacağı bir ulusal birlik hükümetinin kurulması için, acilen uzlaşma çağrısı yaptıklarını’ belirtti”
Sorun böyle bir planın “gerçekleşmesinde” yatıyor; bir ulusal birlik hükümetinin kurulmasından önce devlet başkanının seçilmesini isteyen parlamento çoğunluğu (üstelik muhalefetin veto hakkının olmasına karşı çıkıyorlar) ve tersine, eşzamanlı bir uzlaşmanın gereğine inanan ve veto hakkı isteyen muhalefet. Le Monde‘un aktardığı, durumu krizden çıkarma(ma)ya yönelik Arap Birliği formülasyonu (yani “hiçbir partinin, bir kararı kabul ettirme ya da engelleme olanağına sahip olamayacağı hükümet “) oldukça bulanık…
Bu Arap girişimi, birkaç gün önce açıklanan, Fransa’nın devre dışı bırakıldığı haberinden hemen sonra gerçekleşti.
“Şam Lübnan krizi konusunda Paris’le diyalogunu ‘durduruyor’“; Monde‘un Beyrut muhabiri Mouna Naim’in makale başlığı (3 Ocak) böyleydi.
“Lübnan konusunda duraklayan Fransa-Suriye diyalogu dokuz ay sonra hareketlendi. Suriye, Lübnan’a ilişkin iyi niyetini kanıtlayana kadar Şam’la ilişkisini kesmeye karar veren Paris’e misilleme olarak, Lübnan konusunda ‘Fransa-Suriye işbirliğini durdurmaya’ karar verdi. Açıklama 2 Ocak Çarşamba günü Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim tarafından yapıldı. Karar, Fransa’nın, Lübnan’daki politik çoğunluktan yana bir ‘Fransız çözüm tasarısını’ kendine özgü ‘pazarlama’ girişimlerinin ‘başarısızlığının sorumluluğunu Şam’a ve Lübnan muhalefetine yüklemeye’ kalkışması nedeniyle alındı.”
30 Aralık 2007’de Başkan Mübarek’le yaptığı ortak basın toplantısında Nicolas Sarkozy’nin şunları açıkladığını hatırlayalım:
“Başkan Mübarek’e görüşünü sordum; umarım bunu söylememe izin verir: Başkan Beşar Esad’la ilişki kurmakla iyi mi yaptım? Bundan pişman değilim. Bunu üstleniyorum, çünkü Suriye’ye şunu söyleyerek tam anlamıyla iyi niyetli olmak istedim: İşte, saygınlık yolunu tutmak istediğinizi göstermek fırsatı elinize geçti. Güç, bugün artık beklenmeyeni keşfetmektir. Suriye konuşmayı bırakmalı, eyleme geçmelidir. Bu birincisi; ben -ve bütün arkadaşlarım- Suriye’nin, üzerinde uzlaşılmış bir cumhurbaşkanı seçmesi için Lübnan’a olanak vermek istediğine ilişkin kanıtlar görmediğimiz sürece, artık Suriye’yle ilişki kurmayacağız.
İkincisi, Fransa, uluslararası bir ceza mahkemesinin gündeme getirilmesini hızlandırmak için, gerekli kredileri sağlayacaktır. Mesajım açık mı? Fransa dürüsttür, Fransa Lübnan için bir devlet başkanı istemektedir. Fransız diplomasisine, özellikle de Bernard Kouchner’ye çabaları için bir kez daha saygılarımı sunuyorum. Biz gitmeseydik, orayla kim ilgilenecekti? Zaten kolay bir şey olsaydı, herkes yapardı. Evet, şimdi kanıtları çıkarmak gerekiyor ve bu, Suriye için onları gösterme zamanı.”
Mahkeme konusundaki bu açıklama Beyrut’ta ve Arap dünyasında çeşitli tepkilere yol açtı. İnsanların büyük bir bölümüne, Suriye açısından bir baskı ve şantaj aracından başka bir şey olmadığını düşündürdü. Çeşitli batı ülkelerinin aynı dönemde, Pakistan muhalefetinin Benazir Butto’nun katledilmesini soruşturacak bir mahkeme talebini reddetmesi olgusunun da güçlendirdiği bir kanıydı bu. Ourayb el-Rintawi, 3 Ocak tarihli günlük Al-Dustur gazetesinde, Benazir Butto’nun katledilmesi konusunda uluslararası bir mahkeme kurulmasının mümkün olamayacağını söyleyen Bernard Kouchner’nin açıklamalarına yer veriyor. Bu açıklamalarda “özgürlüğün ve ışığın” başkenti de dahil olmak üzere (Paris), bazı başkentleri niteleyen “moral çöküntüsünü” görüyor. Fransız diplomasisinin Sarkozy-Kouchner döneminde zaafa uğradığını söyleyerek bitiriyor. Ona göre Fransa’nın uluslararası sahnede kararlı bir rol oynadığı dönem, bu iki adamın, de Gaulle’cülüğün ahlaki ve bağımsız mirasını terk edip, tersine Tony Blair’in yolunu seçerek Washington’un bir eklentisi olmasıyla sona erdi.
Öte yandan birçok Arap gazetesi Fransa’nın tutumundaki çelişkinin farkında: Paris bir yandan Suriye’nin Lübnan’a her türlü müdahalesine karşı çıktığını söylüyor; diğer yandan Şam’ın, bir anlaşma imzalamaları için müttefiklerine baskı yapmasını istiyor.
Birleşik Arap Emirlikleri gazetesi El-Khaleej, Paris muhabiri El-Bakr’ın 3 Ocak tarihli bir makalesinde, Fransa’nın Suriye’yle ilişkilerini kesmeye yönelik yeni tavrının, Bush yönetiminin Nicolas Sarkozy’e verdiği sürenin bittiği anlamına gelip gelmediğini soruyor. Arap basınındaki diğer birçok makale yazarı gibi, bu muhabire göre de Nicolas Sarkozy, Kasım ayında, Lübnan krizine bir çözüm üretmek üzere Şam’la görüşmek için Başkan Bush’tan onay alacaktı. Arap dünyasında, Fransız politikasının gitgide Amerikan politikasının basit bir uzantısı olarak algılanması gerçeği son derece endişe verici bir işaret.
4 Ocak tarihli Liberation‘un bir makalesinde (“Elyseé Lübnan krizi konusunda Şam tarafından nasıl aldatıldı?“) Jean-Pierre Perin, büyük ölçüde Lübnan parlamentosundaki çoğunluğun söylediklerini yineleyen bir çözümleme yapıyor:
“Yine de Paris’in bu sert tutuma geri dönmesi (Suriye açısından) çok gecikmiştir. Paris, Nicolas Sarkozy ve Suriye devlet başkanı Beşar Esad arasındaki iki telefon görüşmesinden, Bernard Kouchner ile Suriyeli meslektaşı Velid Muallim’in Kasım başında İstanbul’da buluşmasından ve Fransa Devlet Başkanının çok yakın iki çalışma arkadaşının (Jean-David Levitte ve Claude Guerant) 4 ve 20 Aralık’ta Şam’a yaptıkları gizli ziyaretlerden sonra müdahale ediyor. Levitte o zamanlar bu durumu , ‘Suriye’yle diyaloga girerek risk almadığımız geçmiş dönemden bir kopma noktasıdır bu(…). Suriye’yi ostrasizmle, Lübnan’ın bir devlet başkanı seçme sürecini engellemek için yönlendirme riskine girdiğimizi bilmiyorduk (…)’, diye açıklıyordu.
(…) Suriye’ye uzatılan elin, başkanlık seçimini kolaylaştırmaktan çok, batının desteklediği Suriye karşıtı çoğunluk için felaket oluşturduğu ortaya çıktı. Bu durum, Suriyeli yöneticilere büyük bir pazarlık ve manevra özgürlüğü verdi. Suriye karşıtı çoğunlu