22 Temmuz seçimleri öncesi solun ortak bağımsız adayı olan Baskın Oran, geçen hafta, solun “ezberini bozma” iddiasıyla bir makale yayınladı. Bu memlekette, solunki de dahil birçok ezberin bozulması kanaatinde olduğumuz için seçim çalışmasında Baskın Hoca’nın yanında yer almıştık. Radikalİki’deki yazısı, ezberimizi bozamamış olsa da öğrenciler olarak bizi hayal kırıklığına uğrattı. ‘Hoca kimliğiyle halktan kopuk olmakla […]
22 Temmuz seçimleri öncesi solun ortak bağımsız adayı olan Baskın Oran, geçen hafta, solun “ezberini bozma” iddiasıyla bir makale yayınladı. Bu memlekette, solunki de dahil birçok ezberin bozulması kanaatinde olduğumuz için seçim çalışmasında Baskın Hoca’nın yanında yer almıştık.
Radikalİki’deki yazısı, ezberimizi bozamamış olsa da öğrenciler olarak bizi hayal kırıklığına uğrattı. ‘Hoca kimliğiyle halktan kopuk olmakla ve seçim sırasında kahvehanelere gitmemekle’ eleştirilen Baskın Hoca’yı bu sefer de siyasede ilişkisini “ben Başbakan olsaydım” diyen kahvehanelerdeki erkek nüfusun dilinden konuşur gördük. Kendisi Engels’e referans vermiş, biz de Marx’a referansla söyleyelim; “bir toplumda egemen düşünceler, egemenlerin düşünceleridir.”
Yazısında savunduğu paralı üniversite bugün egemenlerin önerisidir. Kemal Gürüz’ün hazırladığı yükseköğretim üzerine TÜSİAD Raporu, ’90la-rın ortasından beri her yıl tekrar edilen YÖK raporları, parasız üniversitelerin üçüncü dünya ülkeleri için lüks olduğunu ve “ilk duyuşta çelişkili gibi gelir ama” üniversite parasız oldukça yoksul öğrencilerin okuyamayacağını, parasız eğitimin fırsat eşitliğine aykırı olduğunu iddia ediyor.
Baskın Hoca bu görüşlere katılarak, böylece mevcut soruna dokunmadan, sorundan etkilenen yoksul öğrencilere yapacak bir iyilik arıyor: “Burs Sistemi”. Ama herkese de değil: yardım sadece hak edene yapılıyor. Yaklaşık yirmi yıldır bu da bir ezber.
BURS KARŞILIĞI SAVAŞA GİTMEK
Hocamız, “ilkede anlaşalım, ayrıntılar kolay” demiş. Zaten AKP ve Kemal Gürüz bile ilkede anlaşmış gibi görünüyor. Ama ayrıntılar Baskın Hoca için değilse de, öğrenciler için oldukça önemli. Burs sisteminin dünyadaki örnekleri yeterince korkutucu: dünyanın birçok ülkesinde eğitim parası yüzünden intihar haberleri var. Amerika’da burs karşılığı Irakta savaşa gidenler var. Yine Amerika’daki birçok Türkiyeli öğrenci, ailesinin parası yoksa ancak banka kredileriyle, bazen de cemaat desteğiyle okuyabiliyor. Türkiye’de de paralı eğitimin burs karşılığı şirketlere, cemaadere ve devlete bağımlılığa yol açacağını öngörmek zor değil. Ama en önemlisi, aileye bağımlılığı artıracak. Üstelik ideal bir burs sistemi de bir yoksul tespit etme makinesi gerektirir, yani yeni bir bürokratik kontrol mekanizması. Bu ‘ayrıntılar’ yüzünden ilkede anlaşmamız da zor görünüyor.
Baskın Hoca’nın paralı ve tahsisli üniversite için önerileri de çağdışı olmayan, “günümüz” ezberiyle aynı. Hoca üniversitelerin kıymetini öğretmek için öğrencileri bir nevi açlıkla terbiye etmeyi öneriyor. Parasını vererek -ya da veremeyerek- öğrenciler üniversitenin ne kadar değerli olduğunu anlayacak, bursunun kesilmesi tehdidi onları ‘severek’ ders çalışmaya teşvik edecek sanki. Aç için yapılan bu öneriler, ancak tokun yapacağı türden. Hoca, en kıytırığından bir işe girmek için bile üniversitesi sorulan yoksul öğrencileri, üniversitenin “sönümlenmesinden” sorumlu tutuyor. Blanqui’nin dediği gibi “kurbanlar ilk kez cellat olarak gösterilmiyor.” Baskın Hoca’nın mahallesindekileri bilmeyiz, ama hâlihazırda pahalı bir iş olan okuma, bugün ancak ailelerin ve öğrencilerin meslek edinmek ve iş bulabilmek umuduyla sürdürülen bir etkinlik. Sönümleniyorsa, bunun önüne geçmek için üniversitenin paralı olmaması gerekir. Üniversiteden kamusal kaynakların kesildiği Baskın Hoca’nın malumudur. Hem öğrenciler hem de öğretim üyeleri açısından eşitsizliğin asıl kaynağı budur. Üstelik özel üniversiteler halen, oldukça büyük bir kamusal kaynak kullanmaktadır. Demek ki, öğrenci parası üniversite çevirmeye yetmiyor!
Çözüm, üniversiteyi para bulmak için uğraşan, eğitim ticareti yapan, müşteri arayan bir şirkete dönüştürmek değil. Ezberin aksine bir üniversitenin paralı olması, kalitesini garantilemez, eğitimi lüks tüketim malına dönüştürür.
BEDAVA DEĞİL KAMUSAL EĞİTİM
Baskın Hoca, üniversitelerin ‘bedava’ olmasının bozulması gereken bir ezber olduğunu söylüyor. Üniversitenin bedava olduğunu, ancak paralı olabileceğini düşündükten sonra düşünebiliriz. Oysa üniversite eğitimi meta değildir, dolayısıyla bedava, yani sıfır lira da olamaz. Paralının karşıtı bedava değil, kamusaldır: “İlkede anlaşalım, ayrıntılar kolay”. Kamusal üniversite istiyoruz; buradaki ihtiyaçların nasıl karşılanacağını ayrıca tartışırız. Kamusal üniversite, herkesin ulaşmasının mümkün olduğu üniversitedir. Zaten, kimin üniversiteye girip girmeyeceğine hangi otorite karar verecek? Baskın Hoca’nın önerisi bu otoritenin para olmasıdır. Parayı veren üniversiteye kimin gireceğine karar verecektir. Bu, aile, cemaat, devlet veya şirketler olabilir, ama öğrencinin kendisinin olmayacağı kesin.
Para, hangi bilimlerin gelişeceğine de karar verecek gibi görünüyor. Sosyal bilimler mezunlarının piyasada bulacağı iş imkânı sınırlı. Bu durumda ‘ailelerin’ sosyal bilimler, güzel sanatlar, temel bilimler gibi bölümleri tercih etmeyeceği açık. Bu bölümlerde okumak isteyen öğrenciler, ailelerinin rızasına ve parasına bağımlı olacak. Sorarsanız, bütün aileler çocuklarının hukuk, tıp okumasını ister, diğer bölümler lükstür. Hatta birçok aile, özellikle de kızları için, okumayı tamamıyla bir lüks olarak görüyor. Paralı üniversite, istediği kadar karmaşık, teknik ve bürokratik burs tespit sistemi geliştirilsin, -en çok da fakirliği ispat etmeyi gerektirecek bu sistem yüzünden- “kasabalıyı” kasabaya kapatacak, kız çocuğunu ev hanımı olmaya zorlayacaktır (bkz. Karakocan Milli Eğitim Müdürü). Sonuçta, evet, herkes okumak zorunda değil!
Baskın Hocanın bütün bu dertlerden haberdar olmadığını düşünemeyiz. Ancak, hayatın pahalılaşmasının ve üniversitenin kaynaklarının kesilmesinin bütün bu sorunların asıl kaynağı olduğunu unutuyor. Dediği gibi, “aslında, üniversite paralı olmakla falan da kurtulamaz.” Ezberimizi bozarak, mesela YÖK’ün varlığına falan da karşı çıkmıyor. Ama önerdiği “gelişmiş/az gelişmiş” üniversite ayrımı, paralı üniversitenin derinleştirdiği dertlerin gözden ırak tutulması anlamına geliyor. Hocanın “çağdaş” yaklaşımı, üniversiteyi, kamunun asıl mekânı olan kente verilmiş bir ayrıcalık olarak görüyor. Paralılaştırılarak “halkın” elinden kurtarılacak olan üniversite değil, “vatandaşın” ayrıcalığıdır. Kasabaya, ailenin, cemaatin yer aldığı özel hayat kalıyor. Gelişmiş üniversite kente özgüyken, az gelişmiş olan ve kente bağımlı kalmaya mahkûm olan üniversite kasabaya özgü. Hoca, yaralı parmağı kesmekten başka bir çözüm önermiyor.
Baskın Hoca’nın önerisinin yabancısı değiliz. Yeni kent, yönetme işini ekonominin aklına güvenerek yürütüyor. Her türlü sorununu ceberut yöneticiler, fakire hayırsever sosyal politika ve paranın gücüyle halletmeye çalışıyor. Bu çözüme katılarak, Baskın Hoca, kusurumuza bakmasın ama Ece Ayhan’ın dediği gibi “amuda kalkarak dünyayı ters çevirdiğini” sanıyor: “ezberi bozmak” diye adlandırdığı yaklaşım, bir fikirden değil, aslında çok tanıdık bir siyasi pozisyondan doğuyor. Bu “fikir,” gerçekleşmek için Baskın Oran’a ihtiyaç duymaz. Sola ise siyaset üretemezse, olsa olsa sosyal politikalarla, STK’lerle veya “projelerle” yardımcı oyunculuk düşer ancak. Eğer gerçekleşecekse de, CHP fırsatı kaçırdığına göre şimdi en güzel AKP yapar. Bırakınız yapsınlar!
MUHİTTİN YORGO istanbuldan.ogrenciler@gmail.com