Gabar ve Dağlıca bölgelerindeki çatışmaların ardından, bu çatışmalar sanki 23 yıldır değil yeni olmuş gibi tv ve gazetelerin son üç haftadır yaptıkları yayınlarda açıkça Kürt düşmanlığı dile getiriliyor. Türk-Kürt kardeşliğine, birlikte yaşamına yönelik yapılan bu kışkırtıcı yayınlar Anadolu insanını sokağa dökerken, ateşe körükle giden gazeteci, yazar, sanatçı, siyasetçi, aydın, emekli paşalar ise sırça köşklerinde, rahatları […]
Gabar ve Dağlıca bölgelerindeki çatışmaların ardından, bu çatışmalar sanki 23 yıldır değil yeni olmuş gibi tv ve gazetelerin son üç haftadır yaptıkları yayınlarda açıkça Kürt düşmanlığı dile getiriliyor. Türk-Kürt kardeşliğine, birlikte yaşamına yönelik yapılan bu kışkırtıcı yayınlar Anadolu insanını sokağa dökerken, ateşe körükle giden gazeteci, yazar, sanatçı, siyasetçi, aydın, emekli paşalar ise sırça köşklerinde, rahatları yerinde, hergün yorum üzerine yorum ekliyorlar. Tek birinin kardeşini, oğlunu, yeğenini, kuzenini çatışma bölgelerinde askerlik yaptığını göremezsiniz.
Gazeteci, yazar, işadamı ve siyasetçilerin çocuklarını, yeğenlerinin çatışma bölgelerinde askerlik yaptırmamak için Ankara’da hangi yüzbaşıya, binbaşıya dil döktüğünü, hangi Milli Savunma Komisyonu üyesi milletvekillerinin kapısını aşındırdığını, hangi nüfuzlu kişileri devreye soktuklarını Ankaralı gazeteciler ve milletvekilleri iyi bilir.
Dağlıca’da yaşanan çatışma ardından birde Türkiye’nin başına yeni yeni “uzmanlar” türedi. Kimi emekli paşa, kimi gazeteci, kimi manken, kimi sanatçı, kimi yazar…
Rüştünü ispatlamak için bölgeye gönderilen gazeteciler yalan üzerine yalan haber yaparken, yayınladıkları haberlerde de yalanın bini bin para. Gazetecilerin kimi komutan oldu, kimi topografya uzmanı, kimi bomba-silah uzmanı, kimi harita mühendisi, kimi meteorolojist.
Hangi tepenin nasıl ele geçirileceğini, hangi silahların daha iyi sonuç alacağını, havamı yoksa kara saldırısının daha etkili olacağını ve “çapulcu” peşmergeleri yazdılar…
Bölgede şu anda 300’den fazla medya mensubu var. Gazeteci, televizyoncu, radyocu, kameraman, spiker…Cizre, Silopi, Şırnak, Nusaybin’deki otellerde yer kalmamış durumda. Bunun yanında bir o kadar da Güney Kürdistan’ın Zaxo, Dıhok ve Hewler’de görev yapan gazeteciler.
Sınır bölgesinde çekilen mayın tarama görüntüleri, askerlerin birliki intikalinde karayolunda çekilen görüntülerin dışında kayda değer bir haber bulamayan gazeteciler senaryo üzerine senaryo yazmaya devam ediyor.
Bırakın uzmanlıklarını, hala Gabar ve Küpeli dağlarını ayırt edemeyip bunları yayınlarında dile getiren gazeteciler var. Gabar ve Küpeli de aynı dağ. Biri Kürtçe, diğeri Türkçe ismi. Tek fark bu…
3 haftadır gündem sıkıntısı çeken gazete ve televizyonlar bol bol savaş kırşırtıcılığı yaparak gündemlerini doldururken, 3 hafta da da onlara ekmek var gibi görünüyor. Çünkü son üç haftadır gazete manşetlerinin tamamı ve gazete sayfalarının yüzde 40’ı, tv kanallarının da tüm programlar içindeki açık oturum, forum, haber…vb kuşaklarının da yüzde 30’unu bölgedeki çatışmalar süslüyor.
Yine yalan haberler yapılacak, çatışma görüntüleri yansıyacak, “Barzani’ye nasıl haddinin verileceği” dile getirilecek ve yalan haberler gündemimizi meşgul edecek. Kanal kanal dolaşıp “uzman” sıfatıyla görüş bildiren gazetecilerin yanısıra, gerillanın elinde bulunan 8 esir askerin “4 gün sonra serbest bırakılacağı” yada esir askerlerin Holywood filmleri benzeri operasyonla Erbil’de tebdil-i kıyafet giyen bordo berelilerce çatışma sonrası kurtarılıp helikopterle Diyarbakır’a getirildiğini yazıpta gündeme yeniden çıkmak isteyen gazeteciler oldu.
Bölgede şu anda, ZDF, AP, AFP, Reuters, El Cezire, El Arabia, ARTE, ABC, NBC, CNBC, CNN, Washington Times, New York Times, Daily Telegraph, Los Angeles Times gibi televizyon, dergi ve gazetelerin yanı sıra Japon, Ispanyol, Amerikan,Ingiliz,Alman,Fransız gazeteci ve televizyoncuları bulunuyor. Yabancı gazetecilerin yayınları bir nebzede olsa daha objektif, tarafsız ve meslekleri gereği haberi yerinde inceleyip yorumsuz olarak yansıtırken, Türkiye’deki birçok gazete yayınlarında açıkça kışkırtıcı yayınları görmek mümkün. Istanbul, Bursa, Manisa, İzmir gibi yerlerde Kürtlere karşı yapılmak istenen linç girişimlerinin de bu haberlerde payının olduğu yadsınamaz.
90’lı yıllarda çatışma bölgelerine askeri kıyafetle giden gazetecilere de bugünden sonra rastlamak mümkün.
“KOMUTAN GAZETECILER”
Köşe yazarları ve kimi gazeteciler bir gecede “terör uzmanı”, “komutan” oldular. Bölgeye gelmeyen yada gelipte valilikte, kaymakamlıkta, “halkın sorunlarını görüp halkın içinde olan, onlarla bütünleşen” bakanlar-başbakanlarla helikopterle gezen gazeteciler bir anda Türkiye’nin başına uzman kesildi.
Bu tip gazeteci ve köşe yazarlarına en iyi cevabı da 26 tarihli köşesinde gazeteci Ergun Babahan veriyordu.
Köşesinde Genelkurmay’a teklifte bulunan Babahan, “Her köşe yazarına bir tabur verin. savaşı onlar yönetsin” diye yazdı.
Yıllardır bölgede savaş haberi yapa yapa gazetecilerin askeri uzman olduğunu yazan Babahan şunları dile getiriyordu: “Bu durumda ülkenin selameti için yapılması gereken tek şey var.
Genelkurmay karargâhı yarın toplanmalı ve her medya paşasına bir tümen, bir hava gücü tahsis etmeli.
Bölgede terör odaklarıyla nasıl mücadele edileceğini, Amerika’ya dersini nasıl vereceğimizi en iyi biz bildiğimize göre, kısa sürede hem terör sorununu çözer, hem de huzuru sağlarız.
Evet, iş ne yazık ki bu noktaya geldi. Savaş planları yazı işlerinde kotarılacak, çıkarma harekâtına savaş muhabirleri gönderilecek, sağlık ekipleri sıhhıye görevini üstlenecek.
Çünkü kimimiz şu anda yürütülen savaşı beğenmiyoruz. Daha çok ceset, daha çok öfke istiyoruz.
O da yetmiyor, insanları birbirinden şüpheye düşürecek noktaya getirmek istiyoruz. Futbol maçı skoru gibi, genç adamların cesetlerini saymak istiyoruz. Ama bu artık sadece askeri yöntemlerle çözülemeyeceği üzerinde herkesin neredeyse hemfikir olduğu bir konu. Bütün yükü askerin sırtına yükleyip üç-beş uçak gönderip sorunu çözeceklerini sananlar, hem askere hem ülkeye kötülük yaptıklarının farkında değiller.”
UZMAN EMEKLI PAŞALAR
Çatışmaların yoğunlaşması üzerine özellikle ismi cismi duyulmayan emekli paşalar da ortaya çıkmaya başladı. Emekli paşalar kanal kanal gezerek “engin” tecrübelerini anlatıyorlar. Aslında yenilgilerini anlatmaları lazım. Çünkü bu komutanlar bölgede iken PKK gündüz ortası eylem koyuyor, ilçe basıyor, ilçeleri bazen 24 saat elinde tutuyordu. O zaman görevde olan paşalar şimdi emekli olmuş ve “uzman” diye kışkırtıcılık yapıyorlar.
Bunların en ünlüsü de 93-95 yılları arasında Hakkari Dağ ve Komando Tugayı ve Hakkari Tugay Komutanlığı yapan Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu.
Çatışmaların şiddetlenmesi sonrasında kanal kanal gezip ve sadece sınır ötesi operasyon değil, Güney Kürdistan’ın 40 kilometrelik alanının ateş altına alınarak, bölgenin yerle bir edilmesini istiyor.
Osman Pamukoğlu, 3 yıla yakın bir süre Hakkari’de görev yaptı, sınır ötesi operasyonlara katıldı. Yazdığı “Unutulanlar Dışında Bir Şey Yok” adlı kitabında görev yaptığı yıllar arasında bölgede nelerin olduğu, hangi çatışmaların yaşandığını, ne kadar kayıp verdiklerini gün gün anlatıyor.
Dağlıca’da 12 askerin kaybının ardından tüm Kürtleri ve mecliste temsil edilen DTP’lileri hedef gösteren Pamukoğlu bu kadar hiddetlenirken, görev yaptığı yıllar arasında Hakkari bölgesinde 600’e yakın er, erbaş ve subayın öldüğünden bahsetmiyor.
Pamukoğlu paşa Hakkari’de görev yaptığı 3 yıl içinde Çığlı, Üzümlü, Pirinçeken, Aktütün, Samanlı, Tekeli, Alan, Ortaklar, Köplüce, Tütünlü, Beşikağaç, İkiyaka, Dağlıca, Alandüz, Cevizli, Üzümcü, Durak karakol
ve taburları gerillalar tarafından birçok kez saldırıya uğradı. Pamukoğlu’nun döneminde gerilla Şemdinli, Çukurca, Yüksekova gibi ilçeleri ve hatta Hakkari il merkezini bastı. Eylemler gece değil, gündüz gözüyle yapılıyordu. Yüksekova ve Şemdinli ilçeleri bazen 48 saat gerillanın denetimine geçiyordu Pamukoğlu paşanın döneminde. O dönemde basılmadık, saldırıya uğramayan karakol, tabur, tugay kalmadı.
Bütün bunların çetelesini Osman Pamukoğlu yazmış olduğu kitabında açık açık dile getiriliyor. Hangi karakola yapılan saldırıda kaç askerin, kaç subayın öldüğünü isim isim yazıyor kitabında.
Aynı paşa, görev yaptığı dönemde ölen 600’e yakın askerin hesabını vermezken, Dağlıca çatışması ardından ise neden sınır ötesi operasyon yapılmadığından, neden daha fazla kan dökülmediğinden bahsediyor.
Reytingler kıran programlara katılan Pamukoğlu, “Kartal gibi kanat açacağız, şahin gibi süzüleceğiz, pençemizi atıp alacağız, kurt gibi üzerlerine atlayacağız, tilki gibi takip edeceğiz” diyerek nasıl savaşılması gerektiğini anlatıyor. TBMM’ye seçilen DEP milletvekillerini kastederek, “Asıl terörist mecliste, bunları def etmek lazım. Yaşları 60-70’e gelmiş insanlar anlamıyor. Bizi en iyi gençler anlıyor. Onları örgütlemek lazım” diyor. Gençleri örgütlemek demek, asker-polis dışında sivil kontrgerilla örgütlenmesine gitmek demektir. Bunu yapmakta, kimsenin şu ana kadar başaramadığı Türk-Kürt savaşını çıkarmaya eşdeğerdir. Meclisteki 20 DEP milletvekili terörist ve derdest edilmesi gerekiyorsa, onları oraya gönderecek oyu veren 1.5 milyondan fazla Kürdü ne yapmalı acaba Pamukoğlu’na göre.
Pamukoğlu’nun Hakkari Dağ ve Komando Tugay Komutanı olduğu dönemde bir de ortaya çıkartılan Yüksekova Çetesi var. Binbaşıların, yüzbaşıların, astsubayların ve itirafçıların içinde olduğu hani ünlü çete. Diyarbakır DGM’de görülen bu çete davasında yargılanan subay ve astsubaylar,Pamukoğlu paşanın emrinde görev yapan askerler idi.
Ve mahkeme kayıtları ile Susurluk Komisyonu raporuna yansıyan ifadelerde, Yüksekova çetesinin Pamukoğlu paşanın komutan olduğu yıllarda nasıl köy basıp adam öldürdükleri, faili meçhul cinayet işledikleri, silah ticareti yaptıkları, helikopterler ve askeri zırhlı araçlarla nasıl uyuşturucu kaçakçılığı yaptıkları anlatıldı ve davadan mahkum olan M.Emin Yıldırım gibi Binbaşı, Bülent Yetüt gibi Astsubaylar oldu.
Medya aracılığı ile gaz verilen Anadolu insanı bilmez bunları. Ama Genelkurmay, bölgede görev yapan subaylar, korucular, Hakkarili çoban ve gazeteciler ise bilir orada 3 yıl içinde neler yaşandığını, ne kayıplar verildiğini…
Pamukoğlu paşanın Hakkari’den ayrılırken orada çatışmalarda ölen 600’den fazla asker için yaptırdığı ve ölen askerlerin isminin tek tek yazıldığı anıt hala yerinde duruyor.
SEFER GÖREV EMRI BEKLEYENLER
Savaş kışkırtıcılığına katılan bazı manken spikerler ve sanatçılar da sefer görev emri bekler gibi pervasızca açıklamalarda bulunmaktan geri durmuyorlar. Bunlara bir örnek eski manken spiker Defne Samyeli ve Levent Kırca. Ikisinin de Istanbul boğazına bakan evleri var ve Levent Kırca’nın antika otomobil kolleksiyonu meşhur.
Sanatçı Levent Kırca bir televizyon programına telefonla katılarak, gerekirse bu yaşta eline silah alıp yeniden askere gidebileceğini açıklarken, manken spiker Defne Samyeli de, programına aldığı Emekli Tümgeneral Nejat Esen ile röportaj yaparken, kendisine bir helikopter verilirse PKK’li teröristlerin kafasını koparmaya gitmeye hazır olduğunu söylüyordu.
“Sefer Görev Emri” bekleyen onlarca köşeyazarı ve gazetecilere iki örnekte Nihat Genç ve Serdar Turgut’tan. Eski ülkücü, sonra demokrat ve şimdi yine faşizan söylemlerle SKY Türk programına katılan Nihat Genç, Barzani ve ona göre “hain” kürtlerin yeryüzünden silinmesi gerektiğini basbas bağırırken,
Serdar Turgut’ta Akşam gazetesindeki köşesinde, bölgedeki savaşın kuralsız olmasını, “Kural tanımayan özel birliklerin eskiden olduğu gibi bölgeye gönderilmesini” yazıyordu konrgerillaya üstü kapalı methiyeler dizerek. “Sefer Görev Emri” bekleyenlerin en ünlüsü ve de en yaşlısı herhalde Yalçın Küçük olsa gerek. Kürtler’de “xırıfi” diye birsöz vardır. Yani “bunamış”. Yalçın Küçük de buna örnek.
Yıllarda yazdığı kitaplarında, makalelilerinde Kürtlere ve PKK’ye övgüler dizen Küçük, katıldığı programlarda açıkça Kürtlere karşı düzenli ordu ile değil, “örtülü savaş” ile mücadele edilmesi gerektiğini açıkça ortaya koyuyor.
Kürtlerin yıllarca ekmeğini-suyunu içen, ev kirası bile Kürtler tarafından yıllarca ödenen Yalçın Küçük, bırakın sınırlı bir sınır ötesi operasyonu, Musul’un bile işgal edilmesini savunuyor. “Musul’u almazsak Diyarbakır’ı veririz” diyen Küçük, Güney Kürdistan’a operasyon düzenlenmesi gerektiğini, bunu yıllardır dile getirdiğini ama şimdi devletin resmi tezi haline geldiğini belirterek, Güney Kürdistan’ın işgal edilmesini, Barzani’nin hedef alınmasını istiyor. Bölgedeki savaşta düzenli ordu ile sonuç alınamayacağını dile getiren Küçük, “örtülü savaş gerekli” diyerek bir anlamda sağcısı-solcusu Kürt düşmanı kesilen azınlığın kalbinden geçenleri ve amacını açık bir şekilde dile getiriyor.
Kürt-Türk çatışması körüklenmek isteniyor. Bunu kendilerine “solcu”, “demokrat”, “aydın”, “sanatçı”, “sosyalist” ,”gazeteci”, “yazar” diyen azınlık çevre körüklüyor. Kimi boğazda oturuyor, kimi aylık 35 bin dolar maaş alıyor, kimi antika ve lüks araç kolleksiyonu yapıyor…
Türk ve Kürt savaşı kışkırtılıyor. “PKK mecliste”, “teröristler mecliste”… Emekli paşalar, ırkçı yazarlar ve MHP bu kelimelerden çok hoşlanıyor. Ve kıt kanaat geçinen Anadolu köylüsü de, kahve köşelerinde ceplerinde çay parası bulunmayan gençlikte buna inanıyor.
Sormak lazım, bugüne kadar bölgede 35 bine yakın gerilla, asker, sivil, korucu, polis öldü.
Şehitler, ayaklarında yırtık çorapla çocukları kameralara yansıyan olduğu zaman mı hatırlandı.
Savaş kışkırtıcılığı yapan köşe yazarları, manken spikerler, gazete sahipleri, gazete yazı işleri müdürlerinin hangisinin kardeşi, yeğeni, kuzeni bölgede askerliğini yapmış. Hem gelip savaştan, elinde imkan olsa, çağırsalar hemen askere gitmeden bahsedeceksin, hemde yakınlarının çatışma bölgesinde askerlik yapmaması için komutanlara yalakalık yapacaksın.
Bölgende ölen 600’e yakın askerin hesabını vermeden, ölen 12 asker üzerine acilen Güney topraklarının işgal edilmesini isteyeceksin. Kürdün ekmeği ve suyuyla beslenip, Kürde karşı örtülü savaşın başlatılmasından bahsedeceksin. 24 yıldır kimsenin başaramadığını bilerek yada bilmeyerek körükleyen, Türk ve Kürdü karşı karşıya getirmek isteyen zevat işte bunlar.