İsrail, katılım yönündeki bu yarı ortak Arap tutumundan kazançlı çıktı. Bu yüzden İsrail Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün, Arap dışişleri bakanlarını ve kararlarını şiddetle övmesi, konferansın başarısının garantisi olarak görmesi şaşırtıcı olmadı. Arap ülkeleri dışişleri bakanlarının Annapolis konferansına gitme kararı sürpriz olmadı ancak sürpriz, açık çarpıtma girişimlerinde kendini gösterdi. Bu çarpıtma girişimi, Arap Birliği Genel Sekreteri Amr […]
İsrail, katılım yönündeki bu yarı ortak Arap tutumundan kazançlı çıktı. Bu yüzden İsrail Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün, Arap dışişleri bakanlarını ve kararlarını şiddetle övmesi, konferansın başarısının garantisi olarak görmesi şaşırtıcı olmadı.
Arap ülkeleri dışişleri bakanlarının Annapolis konferansına gitme kararı sürpriz olmadı ancak sürpriz, açık çarpıtma girişimlerinde kendini gösterdi. Bu çarpıtma girişimi, Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa ve Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud Faysal tarafından konferansa gitme kararını meşrulaştırmak veya daha güzel ifade ile geçirmek için Arap Birliği binasında gerçekleştirdikleri basın toplantısı sırasında yapıldı.
Haberin devamı
Suud El Faysal geçen haftalar boyunca ülkesinin, İsrail hükümetinin yerleşim birimlerinin dondurması, nihai çözüm konularının ele alınması ve Filistinlilerle müzakerelerde ilerleme kaydedilmesi gibi pratik adımlar attığı takdirde Annapolis’e gideceğini tekrarlayıp duruyordu. Fakat bu taleplerden hiçbiri gerçekleşmedi, Filistin Başkanı Mahmud Abbas bakanlar önünde Filistin-İsrail anlaşmazlıklarının devam ettiğini ve Olmert’le görüşmelerinin gündemdeki konular bağlamında hiçbir ilerleme kaydetmediğini ifade etti.
Sayın Amr Musa aynı basın toplantısında suyu suyla açıklar gibi Arapların, İsrail ile ilişkileri doğallaştırmak için değil, İsraillilerle müzakere etmek için Annapolis konferansına gideceklerini ifade etti. İsraillilerle birlikte oturmak ve onlarla müzakere etmek ilişkileri doğallaştırmak değilse asıl doğallaştırma nedir o zaman?
Daha da önemlisi Suud El Faysal, Arap katılım kararının İsrail’in niyetlerini test etmek ve şüpheyi yakin olanla defetmek için alındığını ifade etti. Acı veren nokta, bizlerin bu İsrail niyetlerini Araplar olarak altmış yıldır test etmemiz, farklı şekillerde ve renklerde ödünleri içeren barış girişimleriyle ciddiyetini sınamamızdır. Sonuç ise bizlerin bu testlere ve sınamalara düşmemiz, İsrail’in kendi tutumlarından bir milimetre oynamaksızın Arap ödünleriyle kazanması olmuştur.
Arapların bu testlerden yorgun düşme vakti gelmedi mi artık? Arap dışişleri bakanlarının müzakereler için konferansa katıldıkları sözü dahi büyük yanlışlar içeriyor. Çünkü müzakereler, Arap ve İsrailli dışişleri bakanları arasında değil, İsrailliler ile Filistinliler arasında yapılıyor. Konferansın yapılmasındaki hedef ise bu müzakereleri başlatmak. Müzakereler ise zaman takvimine ve başarının garantilerine sahip değil.
İbrani devleti katılım yönündeki bu yarı ortak Arap tutumundan oldukça kazançlı çıktı. Bu yüzden İsrail Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün mutluluğunu dile getirmesi, Arap dışişleri bakanlarını ve kararlarını şiddetle övmesi, konferansın başarısının garantisi olarak görmesi şaşırtıcı olmadı. İsrail Başbakanı’nın sözcüsü ise “Bizler Ortadoğu ülkelerinin Filistin-İsrail barış sürecini destekleri olarak tercüme edilen bu kapsamlı Arap katılımından dolayı mutluyuz’ diyordu.
Konferansın ve ondan çıkacak müzakerelerin temel dayanakları arasında Arap barış girişimi bulunmamakta ve sadece BM Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 nolu kararları, Yol haritası ve Bush’un barış vizyonuyla sınırlı kalmakta. Sonuncusu en yenileri olup İsrail’i Yahudi devleti olarak tanıyor ve işgal Kudüs etrafındaki temel yerleşim birimlerini muhafaza ediyor.
Arap tutumundaki temel dönüşüm, ABD Başkanı Bush’un Arap liderlerle özellikle de Suudi Arabistan ve Mısır liderleriyle yaptığı telefon görüşmeleri kanalıyla gerçekleşti. Bush onlardan sadece şartsız katılımı değil, aynı zamanda dışişleri bakanları düzeyinde katılmalarını talep etti. Bunda da bir amacı vardı.
Arap dışişleri bakanları açılış festivaline katılacak, konuşmacıların ve özellikle de Başkan Bush ve dışişleri bakanı bayan Condoleezza Rice’ın yapacakları konuşmaları alkışlayacak, içlerinden bir kısmı bazı Arap ve yabancı televizyon kanallarına demeçler verecek, hoş vakit geçirecek ve bütün heyetler ülkesine dönecek, Filistinlileri ne zaman, nasıl ve ne felaketler doğuracağını Allah’ın bileceği müzakerelerde İsraillilerle mücadelede tek başlarına bırakacaklar.
ABD yönetimi nezdinde önemli olan konferansın gerçekleşmesi, Araplar ile İsrailliler arasında barışı gerçekleştirmeye çalışan bir görüntü vermesi. Konferans sonrası ne adımlar atılacağı konusu ise üzerinde konuşulmayan ve aşağıdaki muhtemel bir dizi senaryoyla özetlenebilecek temel hedef:
Suriye-İran ‘şer’ eksenine ve bu eksenden çıkan Lübnan’da Hizbullah ve işgal Filistin’deki Hamas hareketi gibi ‘terörist örgütlere’ yönelik gerginliğin tırmandırılması ve Amerikan-İsrail saldırılarının yapılması için dolduruşa başlanılması. Yarı resmi Amerikan medyasını ve bu medyanın uzantısını oluşturan Arap ve yabancı kanalları, gelecek aylarda bölgeye yönelik yayın politikalarını gözlem altına alabiliriz.
‘Hamas darbesine’ son vermek ve Gazze’yi tekrar Mahmud Abbas başkanlığındaki Filistin Ramallah yönetimine vermek için İsrail’in Gazze’yi işgali. Zira Ehud Olmert’in birkaç kez Gazze’yi işgal etme kararlığını açıklaması ve Annapolis’te Arap katılımı ve Arap rejimlerini sıkıntıya düşürecek adımlarda bulunmama konusunu geçirme amaçlı Amerikan baskıları altında geri adım atması tesadüfi değil. Gelecek Aralık ayı başında yani konferansın bitiminden sonra Gazze’nin elektriğini azaltmaya başlanılmasına dair çıkan karar da tesadüfi değil.
Arap ılımlı ülkelerin İsrail ve ABD ile siyasi, askeri ve ekonomik olarak yoğun eşgüdüme kayması, bazı Arapların İsrail tehlikesinden daha büyük gördükleri İran tehlikesiyle mücadelede ortak cephe oluşturması.
İsrail devletinin Yahudiliği, Arap varlığının meşru olmadığı, bir milyon Müslüman ve Hıristiyan’ın yeni Filistin devletine dönmeyi bekleyen mültecilerden ibaret görülmesi, işgal altındaki Doğu Kudüs’ün coğrafik ve demografik yapısının Yahudiler lehine olacak şekilde değiştirilmesi gibi yeni İsrail taleplerinin stabilize edilmesi ve tartışılmaz doğrulara dönüştürülmesi.
Annapolis konferansı başarısız olmayacak çünkü Bayan Rice’ın ifade ettiği gibi başarısı, gerçekleştirilmesinde saklı. İsrail bu konferanstan kendisi ile Arap komşuları arasında hiçbir düşmanlığın bulunmadığı barış sevdalısı halim selim bir devlet olarak çıkacak. Bunun kanıtı ise Arap dışişleri bakanlarının İsrail’i, İran nükleer tehlikesine yönelik endişelerine katılan ve onları bu tehlikeden kurtarmaya çalışan dost ve süper güç olarak taçlandırma kutlamasına katılmaları.
Şaşırtıcı konu ise Suriye’nin tutumu. Suriye’nin bu konferansa gitmeyi reddetmesi bekleniyordu. ABD yönetiminin Golan Tepeleri konusunun çalışma cetveline alınması yönündeki resmi Arap talebine olumlu yanıt verdiği sözü, ancak önceden ikna olmuş azınlığı ikna edebilir. Hatta İsrail, Suriye müzakereleri sürecini başlatmak istese dahi sonuca gitmekten kaçınacaktır.
Arap hükümetleri Suriye’yi tuzağa düşürdü ve Annapolis’e, istenen asıl taraf olarak değil, Arap katılımının ve bu katılımın sonuçlarının ‘yorumcusu’ olarak gitmesi için kendisine tuzaklı yolu hazırladılar.
*Londra’da yayımlanan El Kuds El Arabi gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, 24 Kasım 2007
Arapça’dan çeviri: Halil Çelik