Türk milliyetçiliğinin politik arenada yükselişi ve “muteber” hale gelişi, tarihsel olarak Balkan Savaşları dönemine denk düşer. Osmanlı Devletinin “gözbebeği” olan Balkanların kaybedilmesi ve savaşın travmatik etkileri, seçkinlerin siyasi projelerini milliyetçi eksende yeniden biçimlendirmişti. Balkan Savaşlarının milliyetçi siyasete en büyük etkisi ise, öç duygusunu merkeze koyan bir söylemi gelenek haline getirmesiydi. Çocuklar için yazılan ve intikamı […]
Türk milliyetçiliğinin politik arenada yükselişi ve “muteber” hale gelişi, tarihsel olarak Balkan Savaşları dönemine denk düşer. Osmanlı Devletinin “gözbebeği” olan Balkanların kaybedilmesi ve savaşın travmatik etkileri, seçkinlerin siyasi projelerini milliyetçi eksende yeniden biçimlendirmişti. Balkan Savaşlarının milliyetçi siyasete en büyük etkisi ise, öç duygusunu merkeze koyan bir söylemi gelenek haline getirmesiydi. Çocuklar için yazılan ve intikamı öğütleyen şiir ve hikâyelerden gazetelerde tefrika halinde yayımlanan hatıralara kadar geniş bir yelpazede şiddet ve öç temaları, sosyo-politik atmosferi adeta esir almıştı. “Milli menfaat” ve mevcudiyet adına kan dökmek, intikam almak, gerekirse şehit düşmek, bir onur meselesi haline geldi. Aynı gelenek, daha düşük bir yoğunlukta cumhuriyetin ilk yıllarında da bir ölçüde sürdü. Yeni rejimin ‘yoktan var etme’ iddiasında ve gelecekten ümitli muhayyilesinde intikam, dışa değil daha çok içe yöneldi ve işbirlikçi olarak yaftalanan gayrimüslimleri hedef aldı. Varlık vergisinden, 6-7 Eylül olaylarına bir dizi trajik hadise, sözü edilen rövanşist bakışın resmi/gayrı resmi izdüşümleri olarak tarihte yer aldı. En ufak başarısızlık, “hain” olarak mimlenenlere fatura edildi. “Vatan hainine haddini bildirme” arzusu, politik kutuplaşmanın arttığı dönemlerde, kendine milliyetçi/vatansever diyenler tarafından, kendinden olmayan herkese savaş açmak anlamına geldi. Sol görüşlü isimler, demokratlar, aydınlar, “hain” listesine eklendi ve intikam yeminleri edildi; arkasından ise cinayetler geldi ve maalesef bu cinayetler insafsızca sürüyor.
Önce “düşmanı” daha sonra “düşmanın” eylemini tarif etme ve akabinde “öç almanın kutsiyetini” zihinlere kazıma projesi, geçmişten bugüne farklı araçlar kullandı. Edebiyat, uzun süre en önemli endoktrinasyon vasıtasıydı; çok sayıda kuşak, militer öğeler ile süslenmiş ve öfke duygusunu kabartan şiirler ve hikâyeler ile yetişti; bir ölçüde bugün de yetişmeye devam ediyor. Günümüzde artık kitaplardaki militarist metinler “kâfi” gelmiyor; yeni kuşak, şiddet ve intikam ruhunu sanal ortama taşıyor. Sanal ortamın rahatlığını, faşizan duyguların patlaması için araç olarak görenler, forum sitelerinde takma isimlerle “vatan haini” gördüklerine sövüp sayıyor; ölüm listeleri hazırlayıp oyluyor. Cinayetlerin failleri, azmettiricileri, ulusal kahraman ilan ediliyor; katillerin ardının kesilmeyeceği müjdeleniyor. Bu ortamda “köşe sahibi”, “hukukçu”, “sanatçı” hüviyetinde ortalıkta dolaşan kimi isimler, faşizmin değirmenine su taşıyor. Şiirlerini, şarkılarını, filmlerini, yorum ve demeçlerini, öfke ve şiddet üzerine kurup; provokasyona hazır kitleleri cesaretlendiriyorlar. Hal böyle olunca beyazperdede çuvalın öcü, internette cinayet övgüsü, cezaevinde “ya sev ya terk et” sloganı, sokaklarda kurşunlara dönüşüyor.
İntikam alma söylemi, bugünlerdeki gibi tüm sosyo-politik düzlemi ele geçirdiğinde, idrak kabiliyetinden yoksunluk bir toplumsal ruh hali olarak karşımıza çıkıyor. Yalnızca öç almak arzusu değil; “düşmanın” hali hazırda intikam peşinde koştuğu iddiası da normalleştiriliyor. Bir anda etraf, “kuyruk acıları” uğruna memleketi bölmek isteyen hainler ile donatılıyor. Sonra da “şerefini, şanını ortaya koyanlar”, yine bu vatanda yaşayan, düşünen, daha kardeşçe bir gelecek için elini taşın altına sokanları “kahpelik” ile suçluyor, “Ermenici” diye öldürüyor. “Türk-İslam güneşini” batırtmamak adına bir uygarlık erozyonu yaşatılıyor. Yalnızca demokratik ve hukuki kazanımlar değil, insaniyet duygusu da tahrip ediliyor. Bugün insanlık onuruna sahip çıkan tüm vatandaşların bölge farkı gözetmeksizin bu öfke ve şiddet dilini kınamaları ve tavırlarını koymaları gerekiyor; aksi takdirde sahip çıkacağımız ne haysiyetimiz ne hayallerimiz ne de kardeşlerimiz, dostlarımız kalacak.