El Militante Argentina Kübalı devrimci Celia Hart’la Haziran sonunda Buenos Aires’i ziyareti sırasında bir söyleşi yaptı. Celia, Fidel Castro ve Küba Devrimindeki rolü, Che ve Leon Trotsky’nin düşünceleri arasındaki benzerlik, Venezüella Devrimi ve Latin Amerika devrimcilerinin görevleri hakkında düşüncelerini anlattı. Fidel’in hastalığından sonra, ölümünden sonra neler olacağı hakkında birçok şey söylendi. Bazları Çin modeli bir […]
El Militante Argentina Kübalı devrimci Celia Hart’la Haziran sonunda Buenos Aires’i ziyareti sırasında bir söyleşi yaptı. Celia, Fidel Castro ve Küba Devrimindeki rolü, Che ve Leon Trotsky’nin düşünceleri arasındaki benzerlik, Venezüella Devrimi ve Latin Amerika devrimcilerinin görevleri hakkında düşüncelerini anlattı.
Fidel’in hastalığından sonra, ölümünden sonra neler olacağı hakkında birçok şey söylendi. Bazları Çin modeli bir değişimim gerekliliğinden bahsetti. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Geçen yıl Temmuz’da Fidel’in görevini geçici olarak bıraktığı açıklanınca, dünya başımıza yıkılıyor sandık. İlk kez Fidel’in bir gün öleceğinin farkına vardık. Bizi kişi kültü vs. ile suçlayanlara her zaman söylediğim şudur; liderler tarihte kritik bir rol oynar.
Her zaman savaşan tam devrimci oldukları için ve devamlı olarak düşman silahları onları hedef aldığı için genellikle aramızdan ilk giden onlar oluyor: Rosa (Luxemburg), (Vladimir Ilich)Lenin, (Kübalı gençlik lideri Julio Antonio) Mella, Che Guevera vs… Fidel en çok suikast girişimine hedef olan lider -600’den fazla. Bu nedenle bir devrimci için, onun hala hayatta olduğunun ve dünya devrimlerini hala dikkatle izlediğinin bir mucize olduğunu göz ardı etmek saçmalık olur.
İlk aylar çok üzücü (Bundan “Balkonumdan Fidel” adlı makalemde bahsettim) ve bütün devrimciler için çok zor oldu. Ama bütün zorluklara karşı ülkeyi düzen içinde yöneten ülkemin liderleri için değil. Küba’nın yönetimi emin ellerde: birkaç örnek gerekirse – geçen yıl ekonomimiz %12.5 büyüdü, bebek ölüm oranı bin doğumda 5.3’e indi, Bağlantısız Ülkeler Zirvesi hiç pürüz çıkmadan bitti, eskiden kalma ve yeni önemli ekonomik konularla ilgileniliyor ve Parlamento hiçbir sorun çıkmadan çalışıyor.
Bunda bir sorun yok. Ülkede iyi yöneticiler ve yetenekli insanlar var. Bir ABD istilası da pek olası değil. Olmayacağına inanabilirsin. Ama saldırırlarsa, bu kendi felaketleri olur. Devrimci Silahlı Kuvvetlerimiz her zamankinden daha hazır durumda ve çocuklar bile ne yapacaklarını biliyor. Irak’taki durumun bir milyona katlandığını ve yenilmez bir inanç birliğinin varlığını düşün. Bu ABD’nin ödeyemeyeceği bir bedel.
Asıl sorun Castro neler yapardı. Sesi ve konuşması devrimin en kuvvetli silahları arasındaydı. Doğduğumuzdan beri Fidel’in sözleri ve düşünce savaşları bizim için çok anlamlıydı. Kendisi de bunu biliyor (zannedersem) ve bu nedenle, artık eski etkili görünüşünü sürdüremeyeceğinden, şimdi REFLECTIONS (günlük makaleleri) ile bizi avutmaya çalışıyor. Değeri var ama asla sesi, stili ve görünüşünün yerini tutamaz. Yazılarını Küba radyo ve televizyonunda yüksek sesle okuyan gazeteciler onunla boy ölçüşemiyor.
Küba’da kapitalizme Çin benzeri bir geçiş yapabileceğimize inanan insan ve kesimlerin olduğu doğru. Ülkemizde buna inananlar Çin’in merkezileştirilmiş bir kapitalizm olduğunu göremeyenler. Bazı kesimler Çin’e hala “sosyalist” diyor. Ama (Küba Meclis başkanı) Ricardo Alarkon veya Maliye Bakanı gibi yoldaşlara bu soru sorulduğu zaman, onların yanıtı “böyle bir geçişin olamayacağı çünkü her ülkenin kendine özgü özelliği olduğu” oldu -Çin benim görüşüme göre kapitalist bir ülkeye dönüştüğü için değil. Bu dönüşüm orada ciddi sosyal sorunlar yaratıyor.
Yine de bugün Küba’da bu görüşü rahatlıkla ve güvenle savunan bir kesim olduğunu düşünüyorum. Tehlikeli bir durum ve bunu kabullenmeme politik toyluk olur. Küba’da bir Stalin’imiz yok ama, yavaş da olsa kapitalizmi geri getirmek için tehlikeli bir eğilim var. Kasım 2005’te hastalanmadan hemen önce Fidel de aynı şeyi söyledi.
Aynı zamanda, başka bir eğilimin de belirtileri var. Örneğin, döviz borsası merkezileştirildi ve sonuç olarak dolar kullanımdan kaldırıldı. Ama şükür ki benim devrimimi bir Çin uyarlamasına karşı dengeleyen Venezüella Devrimi süreci var. Bu süreç gittikçe radikal sola doğru kayıyor ve Küba’daki gelişmeleri de etkiliyor. Sosyalizm demekten vazgeçen ve yerine “sosyal adalet”, “daha iyi bir dünya” gibi değişik bir dünyanın dinsel sözlerini kullanmaya başlayan birçok Kübalı, Venezüella’nın sosyalizmi (verilen ad ister yerel kapitalistleri kamulaştırmadan sosyalizme geçilir diyen 21inci yüzyıl sosyalizmi veya ne olursa olsun) gayet doğal olarak konu ettiğini görüyor ve izlemek istiyor.
Che Guevara’nın “Emperyalizme… en ufak bir ödün vermeyin” sözü bugün için de -Rosa Luxemburg’un Eduard Bernstein’a karşı savaşımından, bugün Brezilya Senatosu’nun Chavez’in MERCOSUR’a gelmesine karşı çıkmasına kadar- kapitalizmin ortaya çıkardığı yerel burjuvazi için geçerli. Che’nin dediği gibi, “Onların (yerel burjuva) emperyalist trenin mutfağı olduğunu” öğrenmek için “Tanrı’nın açıklamasına” ihtiyacımız yok.
Dinle David, dünyada hiçbir devrimci Küba’ya ve orada olanlara karşı ilgisiz kalamaz. Küba devrimi Rus devrimi gibi başka devrimlerden daha şanslı. Ve sadece Castro hala yaşıyor ve eşi görülmemiş bir gerilim içinde olan, başarı ve zorluklarla dolu bir ülkenin Lenin ayarında bir başkanı olduğu için değil ama her çeşit solun ve ülkenin en ileri gelen aydınlarının Sosyalizm için savaştıkları için -Stalin’in ele geçirdiği Rusya veya Berlin Duvarı’nın yıkıldığı zaman gibi değil… Bu avantajlı bir durum, Doğu Avrupa’nın, Çin ve sorunlarının, 1990’lı yıllarda Nikaragua Devriminin çöküşü vs. gibi oldukça öğretici deneyimlerle dolu geçen 70 yıl gibi. Küba, birtakım devrimin benzeri olmayan bir şekilde (ihanete uğramadan) bir araya gelip oluşmasını gördüğü için şanslı. Bolivar Devrimi ile olan bağlantımız bizim ufuklarımızı genişletiyor ve bizi daha ileriye gitmeye zorluyor.
Venezüella’nın Bolivar Devrimi’nin ağır hızına rağmen -50 yıl önceki Küba’ya benzemiyor- bu bağlantı net eğilimler ve çelişkiler gösteriyor. Daha önceden hiç benzer bir süreç olmamıştı
“Sosyalist Devrim”, “Devrimin karikatürü” vs. gibi uzun zamandan beri işitmediğimiz terimleri yeniden işitmeğe başladık. İlk yazılarım yayınlanmaya başladığı zaman, birçok kişi bana şaşkınlıkla hangi sosyalizmden bahsettiğimi veya “sürekli devrim”, “Trotsky” ile ne demek istediğimi sordu.
Son zamanlarda, özellikle bazı forumlar (ekonomistlerin geçenlerde olan toplantısı veya “Marx’tan Bugüne” dedikleri toplantı gibi) Venezüella aydınlarına yönelik ama bütün dünya radikal solcuları ve aydınları Küba ve Venezüella’ya gelip bu tartışmalara katılırsa onlara bizim gerçeklerimizi anlamak için olanak olur.
Bana Küba’nın geleceği hakkında soru sorulunca, yanıtım şu oluyor: “Venezüellalı yoldaşlar Küba Devrimi’nin sürekliliğini savunurken, Küba’nın geleceği Karakas’ın yollarında da yürüyor. Onların büyük sorumluluğu var ve bu nedenle bizim Chavez’in sözlerinin olağanüstü başarısına sınırsız “ve her zaman eleştirel” desteğimiz en güçlü korunmamız oluyor. 1905’teki Rusya’nın Sürekli Devrim tezinin yüzyıl sonra yaşama geçtiğini görmek gibi bir şey.
Bu nedenle gittikçe radikalleşen bir Venezüella, bana dehşet veren Çin tarzı bir değişime cesaretle meydan okuyor. Kim kazanacak? Devrimciler bahse girmakten hoşlanmaz. Başkaları karar vermek için düşünürken, biz tek seçeneğimiz, Castro’nun şahane güzellikte, tutarlı ve savunmaya değer devrimi için hiç yılmadan savaşacağız.
Makalelerinde Trotsky’nin düşünceleri ve Che Guevara’nın görüşü arasındaki yakınlığa dikkat çekiyorsun. Onlarca yıl Trotsky, Komünizm ve Che Guevera’yı izleyen
ler arasına bir duvar çekilmiş gibiydi. Hepsinin bu iki lider hakkında değişik düşünceleri vardı. Sen ne düşünüyorsun?
Paradoks gibi görünebilir ama, Trotsky’nin yazılarını okumaya başladığım zaman bana daha önceden okumuşum gibi hiç de yabancı gelmedi. Che Guevera’nın yazılarını andırıyordu.
Ne yazık ki Che Guevara da, farklı devrimci sosyalist yöntemlere (Trotsky dahil) karşı ön yargılı Stalinci partilerce karalanan, düşünceleri çarptırılan birçok devrimci gibi aynı saldırılara uğradı. Şu anda yakın ilişkilerimiz olan komünist partilerin son derece iyi yoldaşları dışında bu sosyalist partilerin hemen hemen hepsi reformizmi seçti. Ben kendim Küba Komünist Partisi’ndenim ve bu olanaktan yararlanarak içinde bulunduğumuz bu önemli dönemde Marksist eğimli bütün partilerle rahatça birlikte olabileceğimizi açıklamak istiyorum. Castro’nun dediği gibi bu “desmerengamiento”, gerçek sosyalizmin bize verdiği ufak bir hediye.
Trotsky’nin düşüncelerinde bazı kavramlar yabancı gelmedi… O veya bu şekilde Che Guevera’dan kaptığım… Sürekli Devrim hakkında, geri kalmış kapitalist ülkelerin Düzensiz ve Karışık Kalkınması, uluslararasıcılık veya onun Sovyet bürokrasisine karşı olumsuz eleştirileri gibi. Onun Küba’da Sosyalizm ve İnsan (Socialism and Man in Cuba), Üç Kıtaya Mesaj (Message to the Tricontitental), veya Cezayir’de Afro-Asya Konferası’nda konuşmasını tekrar dikkatle okursanız, “Sosyalist Güçler” dediklerine şiddetli saldırısında, devrimci mücadelenin devamı için her bakımdan saldırgan bir uluslararasıcılığın gerekliliği kavramlarının Che üstündeki etkisini görebilirsiniz.
Sonuç olarak, hem Che hem Trotsky aynı çıkmaza düştü. Trotskyci sol, Arjantin’de olduğu gibi sıra dışı durumlarda Che’yi, onun devrim teorisine katkılarını umursamadan, sadece bir kahraman veya bir şehit gibi gördü… Che’nin yandaşları genellikle onun gerilla kişiliğini göklere çıkarmalar yüzünden. Öte yandan, Kızıl Ordu’yu merkezileştiren ve yol gösteren kişinin SSCB’nin en önde gelen gerillası olmasına rağmen, Trotskycilerin çoğu, savaş ve gerilla lafını işitince sinirleniyor. Buenos Aires’e gelince bana Trotsky’nin Askeri Yazılar’ını verdiler. Onun mükemmel devrimci savaş ölçütünü görmelisiniz! Che ve Trotsky, ikisi de açıkça, kesin olarak ve tekrar tekrar ezilenlerin ezenlere karşı şiddet kullanma hakkını savundu.
Herhangi bir devrimci ve bir şeyler yapmaya çalışan bir insan gibi, ikisinin de kusurları vardı ve hata yaptılar. Biz en iyi Marksistleri dar bir alana kapatan korkunç bir planın kurbanları olduk.
Trotsky-Guevara arasında bağlantı kurmak yeni bir şey değil. Orjinal bir düşüncem olduğunu sanmıyorum. Nestor Kohan bana Carlos Rossi’nin (takma ismi) bir kitabını verdi. Yazar o kitapta benim saptadığım bütün bu konulardan bahsediyor. Evet, Küba’da dediğimiz gibi sıcak suyu keşfeden budala gibiyim. Ama koşullar beni zorladı.
Ayrıca, Che’nin Trotsky’nin kitaplarını okuduğunu ve onun enternasyonalist tutumuna ve düşüncelerine katıldığını biliyorum. Nestor Kohan’ın The Subject of Power (İktidar Konusu) adlı kitabında yayınlanan Orlando Borrego görüşmesini bir kez daha okuyun. Örneğin, Ernest Mandel bu iki akımı bir araya getirmeye çalışmış; Michel Lowry gibi başkaları da Che ve Trotsky arasındaki bu bağlantıyı yazıyor. Şimdi de ben Küba Devrimi’nden geliyorum ve hiçbir Trostkyci partiden olmadığım halde Trotsky’ye önem veriyorum. Demek istediğim, Trotskyci yoldaşlar Che Guevera’yı silah arkadaşı olarak kabul etsinler, eserlerini okusunlar ve iki düşünce arasında ne kadar benzerlik olduğunu anlasınlar. Farklılıkları bile ikisinin de kendi devirlerinde aynı sorunlara aynı yoldan yaklaşarak benzer çözümler önerdiğini gösteriyor. Aynı sözüm Che Guevara’nın yandaşları için de geçerli: Trotsky’yi reddetmeden önce parti görüşünün dışına çıkın ve Trotsky’yi daha iyi tanıyın.
İki üç yıl önce Trotsky’nin adını ağzına alınca sanki şeytana yakarıyormuşsun gibi gelirdi. Zannedersem şimdi durum değişti. Ve zannedersem yoldaş Hugo Chavez o takdire değer ve açık konuşması ile şimdiye kadar katlanmak zorunda kaldığımız o sert ve bükülmez perdelerin açılmasına yardımcı oldu.
Che Guevara, 2006 yılında Küba’da, onun istediği şekilde, -önceden basılmamış bazı notlar içeren- yeniden basılan kitabı Critical Notes on the USSR’s Manual of Political Economics’de (SSCB ekonomi politiği üzerine eleştirel notlar) Sovyetler Birliği’ne yönelik eleştirel analiz yapıyor ve hatta Sovyetler Birliği’nin “kapitalizme doğru” ilerlediğini söylüyor (Carlos Tablada ve Orlando Borrego bu kitaptaki bazı pasajları daha önce yayınlamıştı).
Eğer önce Trotsky’nin “The Revolution Betrayed” (Devrime İhanet) kitabını, sonra da bu kitabı okursanız aynı eleştirinin başka süre ve zaman içinde tam aynı anlamda sürekliliğini göreceksiniz. (…) etkinliklerinin özel koşullarını göz önünde tutarak (…) bu ikisinin de aynı yolu tutuğunu anlama bakımından önemli (…) sosyalist sisteme erişmek için: Sürekli Devrim, ya da Che’nin dediği gibi “Kesintisiz Devrim”.
İşte bunun için beni Trotskyzme, daha doğrusu Trotskyciliğe, sizin burada dediğiniz deyimle kazandıranın Che olduğunu söylüyorum… bu, asla bugün var olan partilerin birinin üyesiyim demek değildir. Sen, örneğin Ted Grant’ı destekliyorsun, başkaları Moreno, Posadas, Pablo, Mandel, Lambert filanı. Ben Che Guevera’nın “soy”undan geliyorum. Evet, doğru, beni eleştirmeye devam edebilirler: Ben Che’yi “Trosky’leştirdiğim” kadar Trotsky’yi de “Che’leştiriyorum”. Tam aynısı değil ama, aynı şeyi Rosa, Mariategui, Gramsci vs. için de söyleyebilirim. Kötü niyetli düşmanlarımız bizi bölmeye çalışırken, biz kendiliğimizden dar kliklere dönüyoruz.
Marksist düşünürler… her koşulda tutarlı ve dengeli kalanlar (hatta hatalarında bile) devrime sözleriyle veya silahlarıyla gerçekten hizmet ettiler. Şimdi, Trotsky ve Che’ye gelince iki taraftan da yanlış anlayış şaşılacak bir düzeye geldi. Bunun için ben Mariategui, Gramsci, (Rosa) Luxemburg vs. yanı sıra Trotsky ve Guevara’yı izliyorum.
Komünizme olan inançlarına rağmen Moskova’nın resmi çizgisinden ayrılıp, akıntıya karşı kürek çekenler için yeni bir deyim bulmalıyız. Resmi görüşü savunanlar Che, Mella ve birçok başkalarını Trotskyci olmakla suçladı. Acaba haklı olabilirler mi?
Bolivar Devrimini ve devrimin sosyalist doğasını coşkuyla savunuyorsun. Ayrıca, Venezüella Devrimi’nin Latin Amerikan sosyalist devrimlerinin anahtarı olduğunu söyledin. Bu yılın başında Chavez Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi’nin (PSUV) kurulmasını istedi. Venezüella ve Latin Amerika’nın sol kanat kesimlerinde bu partiye karşı Marksistlerin tutumu ne olmalı, partiye katılmalılar mı diye yaygın bir tartışma başladı. Senin tutumun nedir?
Parti desteklenmelidir diye düşünüyorum. Partiye katılan ve destekleyen Venezüellalı Marksistleri samimiyetle kutluyorum. Ama bu ileride birçok güçlükler olmayacak demek değil. Çocuk oyunu gibi değil, uzun bir mücadele gerekecek. Birçok bürokrat ve reformist partiye kayıt olmuş, onlarla savaşmak PSUV içinde tek bir devrimci cepheye inanan Marksistlere düşüyor çünkü Venezüella’nın en el üstü devrimcileri orada.
Psikolojik açıdan bakınca, Chavez’in yetkileri olan, halkça takip edilen devrimci bir kişi olduğunu görmeliyiz. Bazı insanlar, bir insanın veya popüler bir liderin öznel rolünü önemsemekte zorluk çekiyor ve böylece Marx, Lenin, Trotsky gibi kişileri tanrıymış gibi yücelttiklerinde y
aptıkları hataları görmezlikten gelip Chavez veya Fidel’in devrim sürecindeki önemini küçümseyince, kendileriyle çelişkiye düşüyor. Bu bir hata.
Kişilik koşullara göre, zaman içinde değişimle oluşur. Bir fizikçi olarak (bana pozitivist ve bir sürü başka şey de diyorlar) bir örnek vereceğim: Bir sarkaca titreşimiyle frekansı eşit bir güç uygulanınca tınlama ortaya çıkar, titreşimin genliğini maksimum çoğalttığı için çok yararlı bir fenomen. İşte, Chavez hareketleriyle, konuşmasıyla, ve iyi ki iktidara gelmesiyle, frekansının tarihi iç titreşimin frekansıyla eşit olduğunu gördü ve böylece tınlama oluştu.
Bunu inkar etmek denizin dalgalarını inkar etmek gibi bir şey. Onun için, devrim süreciyle tutarlılık olması şart… öteki partilerin yok olması ve sosyalizmin çökmesinin neden olduğu mahmurluktan sonra bir partiye beş milyondan fazla insanın kayıt olmasının önemini gözden kaçırmayalım.
Bak, David, 1990’lı yılların olayları, çoğumuzun partilere ve yaptıkları işlere güvenimiz kaybolduğu devir hala taptaze aklımızda. Böylece, geçmişin acı olaylarına dayanarak bu partiye hor bakan insanları diyalektik bir görüşle anlamaya çalışmalıyız. Arjantin’de siz MAS’ın söndüğünü ve Trotskycilerinizi sonsuza dek damgalı ortada bıraktığını gördünüz. Biz beraberce devrimin ihtiyacı olan bu partiyle yolumuza devam etmeliyiz. Ama başarılı olmak için işin içinde olmalıyız, dışarıdan fazla bir şey yapılamaz. Doğal ki işçi sendikaları gibi sektörlerimizi, sınıf mücadelesinde ağırlıklarını ortaya koyabilmeleri için güçlendirmeliyiz ve bütün yoldaşlarımızın katılımını ve içeriden örgütlenmelerini sağlamalıyız. Gelişmelerin nasıl olduğunu göreceğiz. Ama bu işin kendi örgütsel çalışmasına alışık birçok yoldaş için kolay olmayacağını biliyorum.
Kendi örgütsel çalışmalarının, toplumda olan etkisi ve rolünden daha önemli olduğuna inananlara katılmıyorum. Sırf eğlence olsun diye örgütlenmenin bir anlamı yok. Örgütlenme önemli ama eş derecede önemli olan birbirini iyi anlamak. Biliyorum, çünkü birçok kez yerel komünist parti lideri oldum ve iç anlaşmamız ne kadar iyiyse çalışmamız o kadar verimli olurdu.
Geçmiş günlerin hayaletlerinden ürkmeyi bırakıp kendimizi bu devrimci partinin kurulmasına adamalıyız. Deneyimli olanlarımız, reformculardan farklı olarak yeni partiye katılıyor ve bu bizim avantajımız. Görevimiz bu avantajdan en iyi şekilde yararlanmak olmalıdır.
PSUV’nin kurulması, bütün zorluklara karşı, Lenin’in devrimci parti olmadan sosyalizm olamaz lafına inanan Marksist akımından olan herkes için başarıyı temsil ediyor. Lenin’in sözünün doğruluğunu kocaman bir partiyle çalışarak kanıtlamak en büyük zorluklarımızdan biri olacak çünkü Venezüella’da sosyalizmi kurmak kolay bir iş değil. Bu olanağı elimizden kaçırırsak tarih bizi asla affetmez. Harekete geçip savaşmaya başlamalıyız. Elbette arada sırada hata yapacağız ama hiçbir şey yapmadan, kafamızı kuma gömerek beklemek en büyük hatamız olur.
Bir başka şey, belki farkındasın hep birinci çoğul şahıs kullanıyorum: “Bizim Parti”. Çünkü eğer biz, hiç olmazsa bu kıtadaki bütün devrimciler bu parti etrafında hemen örgütlenmezse, parti olduğu yerde durur.
Tuhaf ama şimdi “Enternasyonal” Marx’ın hiç bilmediği ve hatta anlamadığı ülkelerle başlayacak. Ama o hala Karl Marx’ın Enternasyonal’i. Bizden Venezüellalı olmayanlarımız sadece katılmakla kalmayıp, karar vermeliyiz veya hata yapmaktan korkmamalıyız. Bu kez , Lenin sonrası Sovyet KP olduğu gibi “ulusal çıkarlar”dan konuşulmayacak.
Bununla beraber, Latin Amerikalı emekçiler, sosyalist güçler olarak Sovyetler Birliği ve Çin, Orta Amerika gerillaları, Vietnam dahil bütün devrimci dünyanın ilk olarak toplandığı OSPAAAL’ın Tricontinental’ının izinde devam etmeli. Ben bütün bu dümdüz forumlar yerine, Irak’tan ve Filistin’den savaşçıların, Marksist Partilerin ve mümkün olan her yolla burjuvaziye karşı çıkanların katıldığı bir toplantıyı yeğlerdim. Ama bu şimdilik olası değil. Şu anda Büyük Kolombiya (Bolivar’ın Birleşmiş Latin Amerika rüyası) Sosyalist Partisi’nin temelini atmak için PSUV’nin başarılı olması çok önemli, bunu düşünmek bile bizi rahatlatır.
Bu konuda “PSUV veya Büyük Kolombiya’nın devrimci partisi” adlı bir makale yazıyorum. Orada, Venezüella’da devrimci bir partinin kurulması çok önemli ama yapılacak daha çok iş var diyorum. Emekçilerin katılımını sağlayacak bir program yazmalıyız. Partinin kurulması bize içeriden değişik kademelerde çalışma ve gelişmesine katkıda bulunma olanağını veriyor. Parti Venezüella’nın devrimci halkının ve onların örneği bütün kıtaya yayılmalı.
Venezüella’da olanların bize verdiği fırsatı yakalayarak devrimin yarattığı olanak ve yöntemlerden yararlanarak ortak cepheler kurmalıyız, ve sadece ideolojik alanda değil. Örneğin, hükümet parasız dağıtmak için bir milyon adet Komünist Manifestosu bastı. Devrimci yoldaşlarımızın ihtiyacı olan desteği bulmak için bunu kullanmalıyız. Komünist Partisi’nden bazı yoldaşlar, liderlerinin itirazına rağmen, partiye katıldı.
Bütün Marksistler güçlerini PSUV’nin çatısı altında nasıl birleştirecekler bekleyip göreceğiz. Chavez partide değişik eğilimler olmayacak dedi ama, gereken saygıyı göstererek, bekleyelim görelim derim. Reformistler bir yanda, Marksistler öteki yanda, değişik eğilimler kaçınılmaz olacak. Eğer bizim savunduğumuz kanat güçlü olursa, zannedersem Chavez bize uyar, çevresindeki bazı bürokratik ve yolsuz kesimlere rağmen her zaman yavaş yavaş yaptığı gibi. Doğası öyle. MERCOSUR toplantısına gideceğine, Rusya’ya devrimi savunmak için silah almaya gittiği ve MERCOSUR’u kapitalist bir örgüt diye tanımladığı zamanı hatırla. Aman Tanrım! Bir yıl önce aynı şeyi söylediğim zaman beni nerdeyse “terörist” ve “bağnaz gerici” diye damgalıyorlardı. Her şey nasıl değişiyor görüyorsun.
Hepimiz bu partiyi ilerletmek için destekleyelim. Senin Uluslararası Marksist Eğilim bu konuda çok iyi işler yaptı, biliyorum. Artık çeşitli kaygı ve yorumlarımızla bütün Trotsky’cilerin birleşme zamanı geldiğini zannediyorum.
Hugo Chavez ve Devrimi bütün kıtada büyük bir değişim başlattı. Bu değişim, Che’nin deyişiyle açıklarsak, ya sosyalist olacak yahut da bir karikatür. Küba Devrimi şiddetli “Tarihin Sonu” saldırıları ve başkaları karşısında tek başına dimdik ayakta durduktan sonra, bunu hakkediyor. Parti bize verilen en iyi armağan. Hep beraber çalışalım.
On, on beş yıl öncesinden çok farklı olarak bugün Latin Amerika hiç şüphesiz dünya devriminin öncülüğünü yapıyor. Bu oluşumda ileride neler olacağı hakkında görüşün nedir ve kıta devrimcilerine neler önerirsin?
Geçen yılların neo-liberalizmine karşı çıkmakla sarkacı sol kanatta yakaladık. Heyecan verici bir durum. Yine de büyük umutlara kapılmıyorum çünkü bazı tuhaf gelişmeler de var. Örneğin, geçen yıl Meksika’da Atenco, Oaxaca veya Lopez Obrador’un Ulusal Toplantısı’nda olanlar. Seyrettiğimiz büyük gösterilerden sonra ve Oaxaca komününün anlamını vs. dikkate alırsan, daha etkili olacaklarını sanıyordum. Büyük umutlarım vardı, hepsi boş çıktı. Benim görüşüme göre, devrimci eğilimlerin hatırı sayılır gelişmesine rağmen, solcular bunu iyi kullanamadılar.
Komutan Marcos ve Lopez Obrador, her ikisi de (zorba Fulgencio) Batista’nın hükümet darbesi sırasında Küba’nın yaptığını yapabilirlerdi: yenilgiyi kabul et ve yeniden başla. Aynı zamanda Uruguay’da başlangı