Türkiye’nin içerisinde bulunduğu seçim atmosferi, belki ilk kez karmaşık politik bir sürece denk gelmektedir. Sonuçları bakımından ‘ciddi’ sorunlar yaratacağı söylenen seçimler, bütün sistem güçleri tarafından dikkatle izlenmektedir. Seçimler iki bakımdan önem taşımaktadır. Birincisi, kapitalist sistem güçleri arasındaki ‘çelişkileri ve çatışmaları’ bütünlüklü olarak ortaya koymaktadır. Bu aynı zamanda sistemin farklı varyantları arasındaki ‘iç iktidar’ mücadelesidir. Bu […]
Türkiye’nin içerisinde bulunduğu seçim atmosferi, belki ilk kez karmaşık politik bir sürece denk gelmektedir. Sonuçları bakımından ‘ciddi’ sorunlar yaratacağı söylenen seçimler, bütün sistem güçleri tarafından dikkatle izlenmektedir.
Seçimler iki bakımdan önem taşımaktadır. Birincisi, kapitalist sistem güçleri arasındaki ‘çelişkileri ve çatışmaları’ bütünlüklü olarak ortaya koymaktadır. Bu aynı zamanda sistemin farklı varyantları arasındaki ‘iç iktidar’ mücadelesidir.
Bu gücün bir tarafını, Büyük Ortadoğu Projesine uyarlanan ‘ılımlı politik İslam’ çizgisi oluşturmaktadır. Uzun yıllara dayanan sistem içi örgütlenmesiyle önemli bir potansiyel güç haline gelmiştir. Bugünkü ekonomik, politik ve toplumsal gücü ile sistem içerisinde başlı başına alternatif bir kuvvet haline gelmiş bulunmaktadır. Bütün stratejik kurumlarda örgütlenen politik İslamcı hareket, geçmiş yıllardan farklı olarak, devletin ‘geleneksel’ çizgisi karşısında önemli bir avantaj yakalamış durumda. Diğer temel güç ise Kemalist rejimin devamı olarak yansıyan ve ‘neo ultra-nasyonalist’ olarak tanımlanabilecek grup/gruplar oluşturmaktadır. Devlet içerisinde özellikle silahlı kuvvetlerde somutlaşan bu ekip, seçim süreciyle politik baskısını maksimal düzeye çıkartmış bulunuyor. Türkiye’nin politik tarihinde hemen her dönem etkin bir güç olan ordu, özellikle bu seçimlerde, müdahalesini çok daha açık bir şekilde yapmaktadır.
Sistem güçleri arasındaki politik atmosfer bugünkü süreçte oldukça kırılgan. Bu süreç seçim boyunca yoğunlaşarak devam edecek. Ancak dikkat çeken bir başka nokta, sistem partileri politikalarını birbirine benzetmeye çalışmaktadırlar. En uç noktada bulunanların dahi programları birbirinin kopyasıdır. Benzeşmenin ana nedeni ise devletin stratejik ve politik yönelimleri bakımından aynı merkezde bulunmalarıdır. Yıllarca sosyal demokrat olarak topluma yutturulan devlet partisi CHP, bu kimliği biçimsel olarak dahi taşımak istemiyor. Bunun için yıllarca sağ ve faşist partilerde yer almış, tarikatlarla özdeşleşmiş insanları devletin ‘laik’ partisi saflarına çekerken, Politik İslamcı çizgi ile tanımlanan AKP de, geçmiş yılların ‘sosyal demokrat’ kimlikleriyle ön plana çıkan isimleri vitrine çıkarttı. Maraş, Çorum, Sivas gibi katliamlarla özdeşleşen MHP gibi faşist bir parti, kamuoyunda tanınan birkaç ‘Alevi’yi aday gösterdi.
Ayrıca seçimler sonrasında ortaya çıkacak politik tabloya göre sistem kendi yapısını yeniden dizayn edecektir. Kim gelirse gelsin, sistem kendisini bir bakıma ‘tamir’ etmek zorundadır. Bunun etkisi ve boyutu ise, tamamen iç politik dengelere ve devletin bölgesel düzeyde alacağı role göre şekillenecektir. Ancak şimdiden belli olan şu: Devlet toplumsal sorunları çözebilecek temel bir değişime gitmeyi düşünmüyor. Tersine politik baskı gücünün arttırılması üzerine planlar yapıyor. Bu yönelim aynı zamanda, stratejik öneme sahip ve kesin çözüm bekleyen Kürt realitesi karşısındaki politik krizin devam edeceğini göstermektedir. Devletin temel kurumları, önümüzdeki aylarda gelişebilecek iç politik çatışmanın ve düşük yoğunluklu savaşın kapsamının geliştirilmesi için seçimleri bir araç olarak kullanmaya çalışmaktadır. Bu nedenle seçimler sonrası devletin etki gücünün zayıflayacağı biçimindeki düşünceler önemli bir yanılsamayı ifade ediyor.
Sistem partileri, devletin stratejik çıkarları bakımından bugünkü seçim ortamından dahi tam bir ittifakla çalışmaktadırlar. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin maddenin 2. kez mecliste görüşüldüğü sırada, birbirlerine her türlü küfrü eden ve karşılıklı saldırılarda bulunan milletvekilleri, polise sınırsız yetkiler veren ve korucuların sayısının arttırılmasına ilişkin yasanın kabulünde tam bir ittifak içinde hareket ettiler. Bu yönelimler seçimler sonrası tablo bakımından bize bir fikir vermektedir.
Seçimler, aynı zamanda ABD ve AB tarafından da günü gününe takip edilmektedir. Özellikle küresel sistem güçlerinin politik stratejilerini olumsuz yönde etkileyecek bir sonucun çıkmaması için dolaylı müdahaleler yapılmaktadır. AB ve ABD bürokrasisinin yaptığı açıklamalar, ABD uçaklarının gerçekleştirdiği ‘sınır ihlali’, AB sürecinin aksatılmasına neden olabilecek yönelimlerden ‘uzak durulması’na ilişkin uyarılar, hiç şüphesiz ki iç politikada etkisini gösterecektir. Bunun için düne kadar ABD ve AB karşıtı görünmeye çalışan CHP’nin ve MHP’nin söylemleri değişmeye başladı. Bu bir bakıma zorunludur. Çünkü ABD ve AB’nin onaylamadığı bir sistem partisinin uzun süreli hükümet olma şansı yoktur.
Sistem güçleri kendi içlerinde ‘kavga-dövüş, rekabet-çatışma, küfür-hakaret’ gibi kişiliksiz politik yöntemler kullansalar da, devletin stratejik çıkarları için tam bir ittifak oluşturmaktadırlar. Bu onların varlık nedenidir.
Sorunun ikinci önemli yanını ise ‘sistem dışı politik kuvvetler’in ne yaptığı ya da ne yapması gerektiği oluşturmaktadır. Kürt politik hareketi, ilerici-demokrat, devrimci-sosyalist güçler, -bana göre daha bugünden esasen ‘meşru’luğunu yitirmiş olan bu seçimlerde- nasıl politik ittifak ve güç birliği oluşturmalıdırlar. Sistemin iç çelişkilerini derinleştirmek ve politik kazanımlar elde etmek için ‘irade’ birliği mutlaka sağlanmalıdır. Kürtleri yalnızlaştırmak, demokrat-devrimci-sosyalist güçleri toplumsal ilişkilerden izole etmek için seçimleri önemli bir araç olarak kullanmaya çalışan sistem güçleri karşısında ortaya konulacak ortak politik tutum bu nedenle önemlidir. Egemenlerin planlarını bozmak gerekiyor. Burjuvazinin iktidar aracı olan parlamentoyu, Kürt hareketinin ve devrimci-sosyalist güçlerin taleplerinin yükseltildiği bir kürsü haline getirmek, burjuvazinin politik silahını onlara döndürmek için, kişisel ve grupsal çıkarlar rafa kaldırılmalıdır.
Kürtlerin toplumsal mücadelesinden yana olan, sosyal-şövenizme karşı mücadelede kararlı duruş sergileyen, Kürtlerin politik dostları olan hiçbir siyasal çevreyi dıştalamadan bir seçim ittifakı oluşturulması görevi öncelikli olarak DTP’nin sorumluluğundadır. Politika ve güç ilişkisi böylesi bir sorumluluğu zorunlu kılıyor.
2 Haziran
Gokyuzu9@aol.com