Parlamenterlerimize üzülüyorum doğrusu. İşleri de o kadar kolay değil hani. Daha seçilir seçilmez meclis grubunun kararlarına, AB yönergelerine, malî zorunluluklarına veya küreselleşen piyasaların olmazsa olmaz gerekliliklerine boyun eğmek zorunda kalıyorlar. Kendi vicdanlarına sorumlu olmak için pek vakitleri kalmıyor açıkçası. Hem, asıl kararlar zaten başka yerlerde alınmıyor mu? Bu böyle olduğundan ve parlamentolar giderek ekonomik elitlerin […]
Parlamenterlerimize üzülüyorum doğrusu. İşleri de o kadar kolay değil hani. Daha seçilir seçilmez meclis grubunun kararlarına, AB yönergelerine, malî zorunluluklarına veya küreselleşen piyasaların olmazsa olmaz gerekliliklerine boyun eğmek zorunda kalıyorlar. Kendi vicdanlarına sorumlu olmak için pek vakitleri kalmıyor açıkçası. Hem, asıl kararlar zaten başka yerlerde alınmıyor mu?
Bu böyle olduğundan ve parlamentolar giderek ekonomik elitlerin çıkarlarına alet haline getirildiklerinden, sıradan seçmenler parlamenter demokrasinin içinin boşaltıldığını söyleyip, oy kullanmaya dahi gitmemekteler. Böylesi bir durumda parlamenterler nasıl olup da, koyun sürüsü olmadıklarını ve halkın iyiliği için çaba sarf ettiklerini kanıtlayabilirler ki? İthal edilecek muzların eğim derecesinin dahi AB yönergelerinde yazılı olduğu veya devlet politikalarının çerçevesinin, meşruiyeti hayli şüpheli hükümet ve devlet başkanları zirvelerinde temellendirildiği bir ortamda pek kolay bir iş değil bu.
Ama, o kadar da değil diyeceksiniz. Doğru, her işi her ücrete müteşekkir bir biçimde kabul edecek olan, sağlıklı ve verimli, güvenlik için temel hak ve özgürlüklerinden feragat etmeye hazır yeni insanı biçimlendirmek, politikacıların can-ı gönülden keyifle tepindikleri geniş bir alan. Evet, halkı »cehennem azabına götüren yoldan« uzak tutmak gerekiyor.
Ne büyük bir meydan okuma bu! İnsan, doğduğundan itibaren bir günahkâr değil midir? Açgözlü, obur – hem de fastfooda -, tembel, şehvetli ve kötü düşüncelerle dolu değil midir insanoğlu? Hem sigara içip, kendi sağlığına zarar vererek Tanrının yarattığına karsı günah işlemiyor mu? İşte o yüzden insanoğlunu dumansız bahtiyarlık yoluna sokmak için biraz baba sertliği gerekliğidir.
Politikacılarımız tatlı-sert babalar gibi, kalvinist bir şevkle bizi doğru yola çekmeye çalışıyorlar işte. Obezliğe karşı mücadele ve sigara yasakları artik »in«. Artık aşikâr: neo-liberaller, yeni zamanların püritanları olmuşlar. Günahkâr kitleleri buyruk ve yasaklar yağmuruna tutuyorlar. Her şey gençliği korumak, işyeri güvenliği ve sigara içmeyenlerin korunması için. Sigara sadece sağlığa zararlı değil, ülke ekonomisine de zararlı. Sadece sağlıklı bir halk rekabet yetisine sahip olabilir. Hem sağlık da o kadar ucuz değil artik.
CDUlu Avrupa parlamenteri Karl-Heinz Florenz’in şevki ise sahiden görülmeye değer. Tam da Dünya Sigara İçmeyenler Gününde, tütün tekellerinin sigaradan doğan sağlık masraflarına katılmaları önerisinde bulundu. Öyle ya üretici, ürettiği üründen sorumludur. Ne kadar hoş bir öneri. Herhalde Federal Hükümetin uyuşturucu maddeler sorumlusu bayan Sabine Baetzing’in gözleri yaşarmıştır. Hoş öneriyi biraz daha geliştirseydi daha iyi olurdu. Örneğin silah tekellerinden mayından sakatlanan çocukların veya uluslararası hukuka aykırı saldırı savaşlarında canlarından olan sivil halk için masraflara katılmaları istenebilirdi. Tekellerin sosyal kasalara veya gelişme bütçesine peşinen her ay ödeme yapması fena olmazdı yani. Gerçek ürün sorumluluğu bence bu.
Ama gerçekçi olmak lazım. Silah tekelleri hem güçlü, hem de ulaşılmaz. Yurttaş öyle mi? Reşit olmadığından, doğru yola getirilmelidir. Disiplin ve düzen kime zarar vermiş ki? Çalışkan olan iş de bulur. Bulamazsa, kendi kabahati. Aynı sigara içenler gibi. Hem kendilerine, hem de başkalarına zarar veriyorlar. »Sigara öldürür« – bunu çocuklar dahi biliyor, hem her sigara paketinin üzerinde bu zaten yazmıyor mu? Bunun için var güçle sigaraya karşı savaş gereklidir.
Bu satırların yazarının sigara müptelası olduğu, dikkatli okurun gözünden kaçmamıştır. Doğru. Sigaranın sağlığa zarar verip vermediği üzerine tartışmanın saçma olacağı da doğru. Zaten sorun bu değil. Sorun, her insanin kendisi için neyin zararlı, neyin zararsız olacağına karar verebilecek derece ehil olup, olmadığıdır. Her insan, yanında bulunanların kendisinden rahatsız olmayacak şekilde davranabilir – eğer kötü niyetli veya engelli değilse. Sigara içmek veya içmemek bireysel bir tercihtir ve etkileri son derece basit kurallarla en aza indirgenebilir. Asıl sorun, burjuva toplumlarının özgürlüklerinden daha ne kadar feragat etmek isteyip istemedikleri ve insanin nasıl olmasını belirleyen kurallar kurgusunu kabul edip etmeyecekleri ile ilgilidir.
İspanyol filozof Heleno Saña, Meral Çicek’le Yeni Özgür Politika gazetesinde yaptığı söyleşisinde sigara yasağının sigara ile âlâkası olmadığını, aksine yeni köleliğin bir ifadesi olduğunu söylüyor. Gelişmiş kapitalist toplumlara, sivil özgürlüklerin özünü sorgulamadan, özgürlüksüzlüğü ve baskıyı yerleştirdiği eleştirisini yaparak, sigara yasağı üzerine süren tartışmaları, yaşama karsı ilkel bir nefretin ifadesi olarak niteliyor ve dikkatleri asil sorunların üzerinden çekmeye yaradığını ileri sürüyor.
Kolay yenilir, yutulur laf değil söyledikleri ve evet, o da bir sigara müptelası. Ama söyledikleri, üzerinde düşünmeye değer. Sigara ölümcüldür, doğru, ama yasam da öyle. Asıl mesele yasamı, bağımsız bir biçimde yaşanası kılabilmekte yatıyor. Püritanist – paternalist buyruk ve yasaklarda değil.
Murat Çakır’ın Das Blaettchen adlı dergi için kaleme alınan yazının çevirisidir.