Genelkurmay Başkanlığı’nın 8 Haziran geceyarısı bildirisinin 7. maddesi tartışmalara yol açtı. Bildiri’nin 7. maddesinde “Türk Silahlı Kuvvetlerinin beklentisi; bu tür terör olaylarına karşı, yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesidir” deniliyordu. Bu açıklamasının ardından “Cumhuriyet Mitingleri”ni düzenleyen örgütler İstanbul’da “teröre karşı sessiz miting” düzenleme kararı aldılar. Bu örgütler adına konuşan Prof. Necla Arat, “İspanya’daki […]
Genelkurmay Başkanlığı’nın 8 Haziran geceyarısı bildirisinin 7. maddesi tartışmalara yol açtı. Bildiri’nin 7. maddesinde “Türk Silahlı Kuvvetlerinin beklentisi; bu tür terör olaylarına karşı, yüce Türk milletinin kitlesel karşı koyma refleksini göstermesidir” deniliyordu. Bu açıklamasının ardından “Cumhuriyet Mitingleri”ni düzenleyen örgütler İstanbul’da “teröre karşı sessiz miting” düzenleme kararı aldılar. Bu örgütler adına konuşan Prof. Necla Arat, “İspanya’daki yürüyüşlere benzeyen bir sessiz yürüyüş gerçekleştirerek toplumsal tepkinin bütün dünyaya yansımasını istiyoruz” dedi.
Buna karşılık İnsan Hakları Ortak Platformu’ndan yapılan açıklamada, Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasıyla halkın sokağa çıkmaya kışkırtıldığı belirtilerek, “bunun büyük linç ve saldırı olaylarına neden olmasının hiç de uzak bir ihtimal olmadığı; Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yayınlanan basın açıklamasının, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları açısından kabul edilemez olduğu” görüşüne yer verildi.
İnsan hakları örgütlerinin bu kaygısının ne denli haklı olduğunu sorgulayan Arat, “Kendilerinin hedef gösterildiğini, linç ve saldırı olaylarının olması ihtimalinin bulunduğunu söylediler. Niçin üzerlerine alındılar, neden başka dernekler değil de onlar böyle bir duyarlılık gösterdiler, bunu anlamakta zorlanıyorum” dedi.
Arat “bizim örgütlediğimiz gösteriler, İspanya’daki gösteriler gibi büyük yığınların terörü lanetlediği sessiz gösteriler olacak. Haklılığı ve yerindeliği bütün dünya tarafından kabul edilen bu tip bir kitlesel tepki, tıpkı İspanya’da olduğu gibi Türkiye’de de terör sorununun çözümüne hizmet edecek. Bundan endişe etmeye ne gerek var” mesajını veriyor.
Evet 1997 İspanya’sındaki gibi gösterilerden kimsenin endişe etmesine gerek yok. Gerçekten de bu gösteriler, teröre karşı demokratik ve barışçı kitle tepkisinin büyük bir güçle ortaya konulduğu son derece isabetli eylemler oldular. Terör sorununun çözümüne giden yolda çok önemli bir dönüm noktası yarattılar.
Ama, 1997 İspanya’sında milyonlarca insanın teröre karşı sokaklara dökülerek verdiği tepkinin terör sorununun çözümünü gündeme getirmesinin nedeni tek başına “sessiz” olması değildi. Bu sonucun doğmasını sağlayan hareketin gerçekten ve yalnızca teröre karşı ve gerçekten ve yalnızca, barışçı ve demokratik bir halk tepkisi olmasından kaynaklanıyordu.
10 Temmuz 1997’de Partido Popular (Halk Partisi) senato üyesi Miguel Angel Blanco, Bask kenti Ermua’da kaçırıldı. ETA, hükümet, iki gün içinde Bask Ülkesi’ndeki tüm ETA tutuklularının serbest bırakılmaması halinde Blanco’nun öldürüleceğini duyurdu. İspanyol hükümeti bu isteği reddetti. Bask bölgesi de içinde olmak üzere, İspanya’nın her yanında sokaklara dökülen 6 milyondan fazla insan Blanco’nun serbest bırakılmasını istedi. Üç gün sonra ETA Blanco’yu öldürdü. Bunun üzerine ETA’nın eylemine karşı büyük bir kitle gösterileri dalgası patlak verdi. Eylemlerin iki temel sloganı vardı: “Katiller” ve “Bask’a evet, ETA’ya hayır”. Bu tepki hareketi, Bask sorununun barışçı-demokratik çözüm sürecini başlattı ve “Ermua Ruhu” olarak adlandırıldı.
1997 İspanya’sında teröre karşı patlak veren halk tepkisinin bütün dünya tarafından kabul edilen haklılığının temeli işte bu “Ermua Ruhu’dur. Ermua Ruhu, Bask sorununu kabul eden, bu sorunun çözümü için bütün barışçı kanalların sonuna kadar açılmasını isteyen; ETA’nın terörizmini lanetleyen bir ortak İspanyol, Katalan ve Bask anlayışıdır.
Genelkurmay’ın düzenlenmesini istediği gösteriler, Türkiye’de bir “Ermua Ruhu” yaratmayı mı hedefliyor?
Arat 1997 İspanya’sındaki gibi bir tepki hareketini örgütlemeyi mi öngörüyor; yani Kürt sorununu kabul eden, bu sorunun çözümü için bütün barışçı kanalların sonuna kadar açılmasını isteyen; buna karşılık PKK’nin terörizmini bu çözüm sürecinin önündeki başlıca engel olarak lanetleyen, Kürtlerin ve Türklerin hep birlikte katıldıkları ortak bir hareket yaratma çağrısını mı yapıyor? Temel sloganı, “Kürtlere evet, PKK’ye hayır” mı?
Eğer böyleyse gerçekten de İnsan Hakları Platformu’nun endişesini anlamak mümkün değil!