Bu yıl da değişen bir şey olmadı. Cumhuriyet Bayramı’nı kutlama hazırlıkları, her yıl olduğu gibi yavuz bir seferberlik halinde yaşandı. 29 Ekim yaklaştıkça bütün milletin yürek ağızda hizaya girip içtimaa hazırlanması, yüce Cumhuriyet ruhu göklerden kükrediğinde, hep bir ağızdan “Burda” diye bağırmasını asal koşul olarak dayatanlar yine ön saflarda. Onlara kalırsa Cumhuriyet’in, 83 yaşına rağmen […]
Bu yıl da değişen bir şey olmadı. Cumhuriyet Bayramı’nı kutlama hazırlıkları, her yıl olduğu gibi yavuz bir seferberlik halinde yaşandı.
29 Ekim yaklaştıkça bütün milletin yürek ağızda hizaya girip içtimaa hazırlanması, yüce Cumhuriyet ruhu göklerden kükrediğinde, hep bir ağızdan “Burda” diye bağırmasını asal koşul olarak dayatanlar yine ön saflarda. Onlara kalırsa Cumhuriyet’in, 83 yaşına rağmen kırkını doldurmamış bir bebek gibi korunması gerekiyor. Kundağını
sıkı tutup boynuna taşıyamayacağı ağırlıkta bir nazarlık takılsın diye hırçın bir telaş içindeler. Sanki bebe hırsızları tepemize üşüşmüş.
Bu bitmez tükenmez olağanüstü hal koşullarında büyümesine, serpilip gelişmesine izin verilmeyen bebeğin demokrasiyle terbiye edilmesi gerektiğini ileri sürenler vatan haini ilan edilip onlara üstünde ‘Ordu işbaşına’ yazılı pankartlar sallanıyor. Cumhuriyet, nice ayrımcılığın, nice zulmün gerekçesi olarak dokunulmazlık kundağında korundukça insani bir hayatla aramız iyice açılıyor.
Döne döne hafifliyor, her şeyi unutup demokrasi yolunda attığımız adımların dünya tarafından adil bir gözle değerlendirilmediğinden yakınıyoruz.
Oysa Cumhuriyetimizle gurur duyarken üzerinden atlayıverdiğimiz patlaklar, totaliter sızıntılar altımızda korkunç bir fay hattı gibi uğulduyor.
Sözgelimi, İçişleri Bakanlığı’nın 22 Mayıs 2003’te 81 ilin valiliklerine gönderdiği genelgeyi hatırlıyor musunuz? Genelgede MGK bünyesinde ‘psikolojik harekât’ faaliyetini sürdüren Toplumla İlişkiler Başkanlığı’nın (TİB) İçişleri Bakanlığı bünyesinde kurulduğu hatırlatılıyor, psikolojik harekâtın gerekliliği ve uygulanış biçimi anlatılıyordu: “Ülkemiz menfaatlerinin gerektirdiği konularda milli siyaset ilkeleri psikolojik harekâtla desteklenmeli. Psikolojik harekât programlarında bakanlığımıza çok önemli görevler düşmekte, faaliyetlere verilen desteğin güçlü hale getirilmesi gerekmektedir.” Daha önce OHAL bölgesi ve mücavir-hassas illerde dar kapsamlı olarak yürütülen çalışmaların genelleştirileceğini muştulayan genelge, her ilde TİB oluşturulacağını, bu bürolarda yeter sayıda güvenilir, KETUM ve nitelikli personel görevlendirileceğini, yazışmalarda gizliliğe özen gösterilip faks kullanılmayacağını belirtiyordu.
Psikolojik harekâtla kastedilenlerin örneklerini yıllardır yaşadık, yaşamaktayız. Devletin sahibi olduğuna inananların ‘Milli Siyaset’ olarak adlandırdığı bu yolda her şeyin mubah olduğunu; gizli tutulduğu sürece kullanılacak yöntemlerin ahlaki sınırlar açısından tartışmaya açılmayacağından emin olduklarını biliyoruz.
İşte bir yandan AB kıstaslarıyla tartılırken öte yandan vatandaşlarını sinsi psikolojik savaşın nesnesi haline getirmeye çalışan, OHAL bölgesinde uyguladıklarının hesaplaşmasına girmeden bütün ülkeyi olağanüstü halle tarif eden Cumhuriyet Devletimiz.
Herkesin suçlu doğup suçlu öldüğü bir siyasi sistemin adı çünkü, onların Cumhuriyet dedikleri.
Uğruna bunca aşağılanmaya, bunca yok sayılmaya, bunca zulme katlandığımız Cumhuriyet’in siviller ve sivil kalmak isteyenlerle işi kalmamıştır. Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun.
Süper kahramanlar
İyisi mi her yıl birkaç Cumhuriyet kahramanını ‘süper bekçi’ ödülleriyle taltif etmek. Bu yıl sivrilenlerin başında gerçekten biz bu memleketlilere inanılmaz bir seyir serüveni sunan vites siyasetçisi, zoraki lider Deniz Baykal’ı görüyoruz. Kendisini ibreti âlem için Taksim Meydanı’ndaki anıtın altında tek tek ziyaret edip bayramını kutlamalıydık. Midesi kaldıran siyaset bilimcilere kalıyor onun hayatını ‘Türk siyasetinin’ bir yerine oturtmak. Sosyal demokrat bir parti olarak, üstelik Sosyalist Enternasyonal’in gözleri önünde fikir özgürlüğü karşıtı, savaş şahini tutumuyla geleneksel faşizm müptelalarının oylarına göz dikmiş CHP’nin uzun sürdüğü için iyice utanç verici, iyice bezdirici bir gösteriye dönüşmüş cenaze töreninin laik imamı Deniz Baykal’ı hırsından yaşlanamayan yanaklarından doya doya öpmeyi ister her bahtı kara.
Yılın ikinci süper bekçisi olarak bütün mahkeme kapıları önünde coşkulu gösterilerle anılması gereken kahraman da yüce Türk hukukunun
elma kurdu, Kerinçsiz olmalı.
Çeşitli nümayişleri ile çağdaş Türk faşizminin en eğlenceli temsilcilerinden olan Kerinçsiz’in son hamlesi, şimdiye kadar sergilemiş olduğu muhteşem hassasiyeti ikiye katlıyor.
Bir ilke daha imzasını atıyor. Kemal Kerinçsiz, Orhan Pamuk’u ödüle layık bulduğu için Nobel Ödül Komitesi’ne dava açacağını duyurdu. Maalesef bir süreliğine İsveç’te olacağa benzer. Onsuz vatan, onsuz Cumhuriyet nasıl ayakta kalacak, göreceğiz. Şöyle diyor: “Yasal mevzuatı toplayacağız. İsveç’te açabileceğimiz davanın genel ilkelerini koyacağız. Nobel ödülünün hangi mevzuata uygun olarak verildiğini tespit edeceğiz. Ondan sonra davayı açacağız. Emin olun ödülü şaibeli hale getireceğiz. Çünkü Orhan Pamuk da bizim gözümüzde şaibeli, ödül de şaibeli.
Biz ödüle şu gözle bakıyoruz: Türk milletinin değerlerine hakaret etmenin bir bedeli ve diyeti var.”
Bir hiçken en gözde vatan evladı haline gelivermiş olan bu olağanüstü hukukçunun İsveç adaletini de kısa zamanda ıslah edeceğine inancımız tam. Onun değerli hayatının romanını da belki bir gün, sözgelimi Alev Alatlı yazar. Hatta yazarımızın onca uyarısı ve tehdidine rağmen Pamuk, ödülünü reddetmediğine göre, yazmalı da.
Üçüncü süper bekçi, siyaset hayatımızın belki de en renkli siması. AKP Bingöl Milletvekili Fevzi Berdibek. Kendisini Bingöl balını tanıtmaya adamış olduğundan Meclis’te herkese bal dağıtan vekil olarak tanımıştık. Birkaç yıl önce deprem sonrası gösterdiği vatanseverlik performansıyla süper bekçi ödülüne aday listesine girmişti.
Deprem sonrasında halkın yöneticilerin ilgisizliğine yönelik nümayişi konusunda Berdibek de ‘provokatörler’ açıklamasında bulunmuştu. Değerli valisi gibi. Halkın, yakınlarına çadır dağıtmakla suçlayıp yuhaladığı Fevzi bey, aleyhine slogan atanlar ve olayı provoke edenler arasında HADEP’lilerin olduğunu belirterek provokatörlerin adresini de, ilgilenenlere duyurmuş oluyordu. Yapımına 1995’te başlayıp ancak 2000 yılında teslim ettiği, depremde tarumar olan Bingöl Lisesi’nin de müteahhidi değerli milletvekili besbelli bu HADEP’lilerden az çekmemişti.
Onca çabaya, gözdağına, baskıya rağmen son seçimlerde oyların yüzde 22.18’ini almayı başaran DEHAP’ın barajı geçememesi sonucu Bingöl’ün
3 milletvekilliğine de konan AKP’nin Berdibek’ini şaşırtan, protestocular arasında HADEP’lilerin de olmasıydı. Halkın yüzde yirmisinden çoğunun oyunu çöpe atmak yetmemiş, onları görmek dahi istemiyordu sayın milletvekili.
Daha sonra Berdibek’in adını pek yakışıksız bir şekilde işittik. ‘Barbie’ adı verilen o beceriksiz ve saygısız fuhuş operasyonunda bu unutulması mümkün olmayan siyasetçinin adı da piyasaya düşmüştü. O kadarla kalsa iyi. Bir de onun kadın taciriyle yaptığı pazarlık vardı ki bizi, değerli vekilimizin, nefsinin kucağında soluk soluğa haliyle yüz yüze bırakıvermişti. Sarsıcı bir durumdu ama kendinin de dediği gibi, bekâr bir adamdı, bu konuları fazla karıştırmamak gerekiyordu.
Ve sonunda Fevzi Berdibek, Başbakan’ı kurtaran balyozlu pozuyla tarihe geçti.
Bu üç kahramana gülebildiğimize inanmak istiyorum. Herkesin bu bayram ertesi oturup bu üç resme uzun uzun bakması gerek. Bu kahramanların
temsil ettiği bir Cumhur
iyet idaresi altında yaşamak ister misiniz?