Hemen hemen her konuda kalem oynatmış, üretken ve verimli akademisyenlerimizden Mehmet Ali Kılıçbay’ın Sabah gazetesinin Pazar ekinde “Burun Farkı” adını taşıyan bir köşe tuttuğunun 16 Nisan Pazar gününe dek farkında değildim. Tepesinde iri karakterle yazılmış “Cinsel Apartheid Ülkesi İran” başlığı gözüme takılmasaydı, hala da farkında olmayacak, bir tarihçi olarak bilgisinin kapsamı ve konusuna yaklaşım tarzı […]
Hemen hemen her konuda kalem oynatmış, üretken ve verimli akademisyenlerimizden Mehmet Ali Kılıçbay’ın Sabah gazetesinin Pazar ekinde “Burun Farkı” adını taşıyan bir köşe tuttuğunun 16 Nisan Pazar gününe dek farkında değildim.
Tepesinde iri karakterle yazılmış “Cinsel Apartheid Ülkesi İran” başlığı gözüme takılmasaydı, hala da farkında olmayacak, bir tarihçi olarak bilgisinin kapsamı ve konusuna yaklaşım tarzı hakkında kafamdaki imajı “sahibkıran” ünvanına getirdiği eşsiz yorumla ciddi biçimde sarsılmış da olsa, Sayın Kılıçbay’ı ilk gençliğimde çalışmalarından gerçekten bir şeyler öğrendiğim üretken ve gayretli bir akademisyen olarak hatırlamaya devam edecektim.
İlgilenen okur, 16 Nisan 2006 tarihli Sabah Pazar ekinden ya da belki İnternet üzerinden yazının tümüne ulaşıp okuyabilir. Buna üşenenler için yazıda hakim anlayış ve üslubu göstermek için kısa bir pasaj aktarıyorum:
“İRAN Medeni Kanununun 1210. maddesine göre, kızlar erişkinliğe 9 ay yılını doldurduktan sonra girerler (bizim takvimimize göre 8 yıl 9 ay). Bu yaşa gelen bir kız çocuğu “kadın” olur. Nitekim birçok kız çocuğu cinsel suistimal amaçlı evliliklere zorlanmaktadır, hatta 9 yaşından bile önce ve çok kısa bir süre içinde başından birçok “evlilik” geçeni vardır. Yasanın geçici evliliğe izin vermesi, bir çok küçük çocuğu “yasal fahişe” haline getirmektedir. Bu küçük kızlardan bazıları, hastanelerde cinsel organları ağır biçimde yaralanmış olarak yatıyorlar. Cinsel organları olgunlaşmayan bu küçük çocuklar, sık aralıklarla mollalar arası satışlara konu olabiliyorlar. Bazen yaşlı bir molla, bu çocuklardan biriyle evlenip sonra öldürebiliyor. Cinayetle biten “evliliklerin” yüzde 90’ında çiftler arasında önemli yaş farkları var. Yaşlı koca, çoğu zaman yetersizliğinin duyulması korkusuyla bu yola baş vuruyor. Şeriat mahkemesi tarafından kapatılan Khordad gazetesinin haberine göre, Tahran’ın 600 km güneybatısında, Irak sınırındaki İlam kentinde 1996 yılında 338 intihar vakası saptandı. Bunların yüzde 81’i yeni evlendirilmiş küçük kızlar. Bunların çoğu, açık bir isyan işareti olarak kendini yakmış.”
RHODE ISLAND ÜNİVERSİTESİ DEDİYSE…
Üslup ve yaklaşım bu. Birinci elden tanıklık edasıyla kaleme alınmış bu yazıya bakınca Profesör Kılıçbay’ın doğrudan gözlemlerini aktardığını, ya da, Pazar ekinde köşe yazan “olgun” bir akademisyenin köşe yazısıyla değil, “Tahran’dan bildiren” genç bir gazetecinin araştırmacı gazetecilik şaheseri emek ürünü bir taze haberi ile karşı karşıya olduğunuzu sanırsınız.
Oysa Kılıçbay bir sonraki paragrafta kesin bir dille aktardığı bu “bilgilerin” kaynağını da açıklıyor:”Rhode Island Üniversitesi’nden
Prof Dona M.Hughes’un araştırmaları sonucu ulaştığı verilere göre, İran’da fuhuş çok büyük boyutlara ulaşmış durumda ve bunu mollalar örgütlüyor.
Tahran’da fahişe sayısı 2005’ten 2006’ya yüzde 635 (altı yüz otuz beş) artmış durumda. Şu anda bu kentte 84 bin fahişe var.”‘…
Burada biraz durup düşünelim mi? ABD’li bir akademisyenin tam da ülkesinin yönetiminin İran’a karşı topyekun bir kuşatma/saldırı hazırladığı bir sırada kotardığı bir araştırmadan Türkiyeli bir akademisyenin büyük sermayeye ait bir gazetedeki köşesinde aktardığı kadarıyla neler öğreniyoruz?
BU “BİLİMSEL ARAŞTIRMA” NELERİ GÖSTERİYOR?
İran’da fuhuş olduğunu mu? Bunu zaten biliyoruz. Malumu ilam için Profesör Hughes’un üniversitesinin kıt kaynaklarını harcayıp “bilimsel araştırma” yapması, Profesör Kılıçbay’ın da bu araştırmanın sonuçlarını Türkçe ilan etmesi gerekmiyor. İran’da fuhuş var. Tıpkı, Rusya’da, Çin’de, Türkiye’de, Suudi Arabistan’da ve hatta (inanılmaz değil mi?) ABD’de olduğu gibi. Hatta hiçbir akademik ünvan sahibi olmayan ve bilimsel araştırma yöntemleri konusunda neredeyse zır cahil kalan ben, sırf mantık yürüterek, ama tam bir güvenle, en azından sınıflı toplum diye bir olgu var oldukça, insanlar büyük servet eşitsizlikleriyle bölünmüş olarak kaldıkça, dini, ırkı, mezhebi, siyasal rejimi ne olursa olsun, her zaman her yerde, ama şu ama bu ölçüde, ama şu ama bu yaygınlıkta fuhuşun olduğunu ve olacağını apriori olarak söyleyebilirim.
İran’da fuhuşun bizzat mollalarca örgütlenip yaygınlaştırıldığını mı? Bu, doğruluğu birincisi kadar kesin ve apaçık bir önerme değil. Ama, mümkündür.
Dünyanın her yerinde, yasak ya da ayıp ama karlı olan her faaliyet alanı gibi fuhuş da, hakim sınıfların göz yumması ve üretilen ranttan bizzat pay alması şartıyla yürütülür. İran’daki hakim ittifak (yönetici seçkinler) içinde mollalar önemli bir yere sahiptir ve bazı girişimci mollaların bu karlı enformel sektör içinde bir takım ”kayıt dışı” faaliyetler yürütüyor olması gayet akla yakın bir iddiadır.
İran Medeni Kanunu’nun küçük kızları fuhuşa itecek özel maddeler içerdiğini mi? Kız çocuklarının 9 yaşında evlenme yaşına gelmiş kabul edilmesi İran Medeni Kanunu’nun özgül bir hükmü değil, peygamberin uygulamasına dayanan genel bir İslam dogmasıdır. (Kılıçbay anlaşılır sebeplerle bunu belirtmeyip ‘sezdirmekle’ yetinmiş). Ama buradan kalkarak İslamiyetin özel olarak çocuk yaşta evlilikleri teşvik eden bir cinsellik anlayışına sahip olduğu hükmünü çıkarmak zorlama olur.
Tersine, uygulamada bütün İslam toplumları bu genel iznin gerçekten kullanılmasını zorlaştıran, sınırlayan ve engelleyen pratikler geliştirmiştir. Uygulaması her zaman sınırlı kalmış (örnekleri Müslüman olmayan toplumlarda da görülen ve ayrı bir antropolojik/kültürel mantığa dayanan) bu genel iznin İran’da özel olarak istismar edildiğini iddia edebilmek için Kılıçbay’ın daha fazla ve daha inandırıcı kanıtlar sunması gerekiyor.
Kaldı ki, Kılıçbay İran Medeni Kanunu’nun sadece tek bir maddesini ezberlemişe benziyor. Muhtemelen araştırmacı Amerikalı meslektaşına dayanarak ”Yasanın geçici evliliğe izin vermesi, bir çok küçük çocuğu ‘yasal fahişe’ haline getirmektedir.” kesin hükmüne varıyor.
Gerçekten de, İran Medeni Kanunu ”geçici evliliklere” izin vermektedir. Ancak, yine İran Medeni Kanunu’nun özgül bir buluşu olmayıp Şii fıkhının genel hükümlerinden aktarılan bu geçici evlilik kurumu (Arapçasıyla mut’a nikahı, Farsçasıyla siğge) sadece başından bir evlilik geçmiş dul kadınlara ve bir çok kısıtlayıcı hükümle birlikte tanınmış bir izindir. Geçici evlilik izninin fuhuşu kolaylaştıran bir araç olduğu söylenebilir, ama bundan özellikle küçük çocukların fuhuşa itilmesini kolaylaştırdığını çıkarmak bir ”metodolojik yanılgı”dır.
”Bazen yaşlı bir molla(nın), bu çocuklardan biriyle evlenip sonra öldürebil”diğini mi? Hughes ve Kılıçbay prof.ların buna ilişkin kanıtları vardır herhalde. Yalnız, toplumsal konumunu küçük çocukların cinsel istismarı için kullanan erkeklere sadece İran’da ve sadece mollalar arasında mı rastlanıyor? Prof.larımız erkek çocuklara tecavüz eden Katolik papazlara, aynı anda çok sayıda küçük kız müritleriyle ”evlenen” Protestan vaizlere, öğrencilerine, asistanlarına sarkan Üniversite hocalarına, sekreterlerine sulanan şirket yöneticilerine (ki bu olayların anlamlı bir kısmı da cinayet yada intihar biçiminde ölümle sonuçlanmaktadır) ilişkin hatırı sayılır kanıt yığınına dayanarak bazı bilimsel sonuçlar çıkarmayı niçin düşünmezler? Eğer İranlı mollaların konuml
arını kullanarak yaptığı (dinsel, cinsel, tinsel her çeşit) istismar ve suistimallerin başka ülkeler ve kültürlerdeki egemen sınıf erkeklerinin yaptıklarından daha fazla, daha şiddetli ve daha iğrenç olduğu “bilimsel olarak” ispatlandıysa, tamam. İran’a yönelecek her türlü operasyona gönüllü gidelim.
-NE KADARI DOĞRU, NEDEN ŞİMDİ?
Yoksa, RHODE ISLAND ÜNİVERSİTESİ’NDEN PROF. DONA M. HUGHES’UN ARAŞTIRMALARI SONUCU ULAŞTIĞI VERİLER, bize İran’da dünyanın diğer diğer tüm ülkelerinden daha fazla ve daha yaygın fuhuş olduğunu mu gösteriyor? Amerikalı bir profesörün bile bunu iddia edebileceğini sanmıyorum. Kılıçbay, Hughes’a dayanarak bazı istatistikler vermiş. Mesela Tahran’da fahişe sayısının 2005 yılından 2006 yılına dek yüzde 635 arttığını öğreniyoruz. Kılıçbay, istatistiği böyle kullananan bir öğrencisine sıfırı basardı herhalde. Ama biz profesörlerin bir bildiği olduğuna inanarak, tamamlanan 2005 yılının 12 ay, 2006 yılından veri alınabilecek sürenin (“araştırmanın” en iyi ihtimalle Mart sonuna kadar elde edilebilen verilere dayanabileceğini düşününce) 3 ay olduğunu hesaba katarsak, artış oranının çok daha fazla olacağını görebiliriz. Eğer böyleyse yüzde binleri aşan bu artışla fuhuş sektöründe İran’ın açık ara dünya birincisi olduğunu varsayabiliriz.
Kılıçbay bu konuda bir şey söylemiyor, RHODE ISLAND ÜNİVERSİTESİ’NDEN PROF. DONA M. HUGHES’UN ARAŞTIRMALARINI görebilme olanağına ise sahip değilim. Acaba söz konusu dönemler arasında, Washington’da, Moskova’da, Bangkok’da, Cidde’de, Ankara’da fahişe sayısı yüzde kaç arttı?
Tahran’daki fahişe sayısı 84 bin olarak nasıl hesaplandı? New York’ta, Kahire’de, Buenos Aires’te, Londra’da, Şanghay’da ya da İstanbul’da kaç fahişe var? Bu karşılaştırmalı veriler olmadan mollaların İran’ında fuhuş sektörünün performansı hesaplanamaz.
İran’daki fuhuş sektörü ve küçük kızların cinsel istismarıyla ilgili böyle dakik ve kesin sonuçlara ulaşan RHODE ISLAND ÜNİVERSİTESİ ve PROF. DONA M. HUGHES acaba New York’taki, Miami’deki, Oregon, Nevada ya da Wyoming’deki fuhuş konusunda da araştırma yapıyor, bunun için gerekli fonları sağlayabiliyor mu?
-YOKSA ASIL MESELE BAŞKA MI?
Bu soruyu cevaplamak gerekli mi? Sadece şuna hazır olun, önümüzdeki dönemde İranla ilgili çok haber ve çok ”bilimsel araştırma” ile karşı karşıya kalacağız. Kadınlar, işçiler, topraksız köylüler, öğrenciler, hayatını elinin emeğiyle kazananlar, kısacası dünyanın gidişinde altta kaldıkları için var olan toplumsal ilişki biçimlerini sorgulayanlar, mollaların ne olduğunu çok iyi biliyor. Ama onlar, ABD’nin ve Batılı akademinin ana akım biliminin ne olduğunu da acı deneylerle öğrendiler. İran rejimiyle başta İran halkı olmak üzere bölge halklarının çelişkisi, ezilen halkların ABD emperyalizmiyle olan çelişkisinden daha hafif, daha önemsiz, daha ikincil planda değildir. Ezilenler, iki düşman arasındaki çelişkilere kayıtsız kalamaz, hatta, konjonktürel çıkarlarına göre, çatışan düşmanlardan birine karşı diğeriyle geçici olarak yan yana bile gelebilirler. Mollaların ne olduğunu biliyoruz, ama şu anda (ve sadece bu konjonktür için) İran’a karşı her türlü, eylemli ya da sözel saldırının karşısında uyanık durmamız, hakim medyanın içeriğinden nem kapmamız, anlı şanlı profesörlerin, uzmanların söylediklerine kuşkuyla bakmamız ve evet, gerekirse öküzün altında buzağı aramamız gerek. Ve İran’daki fuhuştan söz eden alimlere ”sen dön de kendi orospuna bak!”, Doğu kültürünün açmazları hakkında vaaz veren ideologlara ”sen kendi kültürünün sahtekarlıklarını gör de bana öyle akıl öğret! cevabını verebilecek kadar dobra konuşabilmeliyiz. Üzerimize doğrultulan psikolojik savaş silahlarına karşı kendimizi ancak böyle savunabiliriz.