Geçen çarşamba günü, Samarra kentinde, Iraklı Şiiler için en kutsal mekânlardan, Askeriye Türbesi’ne düzenlenen bombalı saldırının ardından Batı basınının sunduğu haber ve yorumlara benim aklım yatmadı. Saldırının zamanlaması da çok ilginçti. Yine burnuma pis kokular geliyor… ‘Mükemmel vuruş’ Birkaç haftadır havada, insana ”Bir şey olacak galiba” duygusu veren bir gerginlik var. ”Karikatür kriziyle” başlayan gelişmeler […]
Geçen çarşamba günü, Samarra kentinde, Iraklı Şiiler için en kutsal mekânlardan, Askeriye Türbesi’ne düzenlenen bombalı saldırının ardından Batı basınının sunduğu haber ve yorumlara benim aklım yatmadı. Saldırının zamanlaması da çok ilginçti. Yine burnuma pis kokular geliyor…
‘Mükemmel vuruş’
Birkaç haftadır havada, insana ”Bir şey olacak galiba” duygusu veren bir gerginlik var. ”Karikatür kriziyle” başlayan gelişmeler adeta uygarlıklar çatışması tezini doğruluyordu. Bu sırada, Filistin’de, Hamas seçimleri kazandı. Bu kez ABD ve İsrail’de sinirler bozuldu. Üstelik İran’la nükleer pazarlıklar da iyi gitmiyor, Ahmedinejad gittikçe daha cüretkâr davranmaya başlıyordu. Ancak, Irak’taki tıkanma, özellikle Şiilerin de direnişe katılma tehlikesi, ABD’nin İran’a karşı elini kolunu bağlıyordu. Bu sırada kimi istihbarat uzmanları Nevruz ayında, Afganistan’dan Kudüs’e geniş çaplı yaygın bir ABD karşıtı saldırı dalgasının gündemde olduğunu ileri sürüyordu (Salim Şahzat, The Asia Times , 23/02)
Yine aynı günlerde Batı basını, Irak’ta, ABD ve İngiltere’nin tercihlerinin aksine Caferi ‘nin, hem de Mukteda El Sadr ‘ın baskısıyla Başbakan seçilmesi, medyanın kullanmayı çok sevdiği bir deyimle bu ”ateşli” (genç ve duygusal…) din adamının siyasi süreçleri belirleyecek kadar güçlendiğini gösteriyordu.
Sadr’ın yıldızının yükselmeye başlaması ABD açısından hiç iyi bir işaret değildi. Sadr, ABD işgaline karşı daha ılımlı bir tutum benimseyen, İran kökenli Sistani ‘den farklı olarak Irak Şii hiyerarşisinin Irak/Arap bir aileye geçmesini isteyen bir kanattan geliyordu. Ayrıca, geçen aralık ayında Sadr milisleri, ABD ile işbirliği yapan Tahran merkezli ”Irak’ta İslam Devrimi Yüce Konseyi” adlı grupla, Bağdat’ta ve Güneyde girdikleri kanlı çatışmaları kesin bir biçimde kazanarak Şii ittifakı içinde konumlarını pekiştirmişlerdi. Caferi’yi işte bu etki seçtirmişti (Ramadani, The Guardian , 24/02)
Bu sırada, Güneyde Şii bölgelerinde İngiltere denetimi elinden kaçırıyor, Washington Post ‘un deyimiyle Basra’yı ”milislere ve yerel yönetime kaybediyordu” . Sadr’ın Basra’daki temsilcisi, ”İngilizler halka karşı eylemlerini sürdürürlerse, Basra’yı onlara kitle mezarı yapacağız” diyordu (Finer, Washington Post , 26/02). Pentagon da geçen cuma, isyancılarla savaşacak çaptaki Iraklı taburların sayısının birden sıfıra düştüğünü açıklıyordu ( Associated Press , 24/02)
Askeriye Türbesi’ne yönelik saldırı bu ortamda gerçekleşti. Eğer bu saldırı, Batı medyasının beklediği gibi bir iç savaşa yol açarsa, Şii-Sünni çatışması, The New Republic ‘te Kaplan ‘ın (neo-con) vurguladığı gibi, ABD’nin Irak’ta bir arabulucu olarak kalmaya devam etmesini kolaylaştıracak, Basra’da İngilizlerin üzerindeki basıncı azaltacak, Şiilerin de başı Sünnilerle belada olacağından, İran Batı’ya karşı başının çaresine bakmak zorunda kalacak.
Batı medyası ve habercilik
Askeriye saldırısını verirken Batı medyası birçok gazetecilik kuralını ihlal etti. Birincisi, medya, saldırıyı kimse sahiplenmemiş olmasına karşın, istisnai olarak ”büyük olasılıkla” ifadesini kullanarak, ama çoğunlukla hiç kullanmadan ”Sünni isyancıları” suçladı.
Geçmişte savaşa karşı tavır almış olan The Guardian ‘ın, bu kez ısrarla ”Sünni isyancılar” ifadesini kullanması, çarpılmanın nerelere kadar yayıldığını gösteriyordu. Genelde İngiltere medyası, Sünni-Şii çatışmasını körükler bir yol izledi. Örneğin BBC’nin, ”Mukteda El Sadr intikam çağrısı yaptı” (başka hiçbir yerde doğrulanmayan) haberi özellikle ibret vericiydi. Çünkü o sırada Sadr, ziyaret etmekte olduğu Lübnan’da El Cezire’yi arayarak birlik çağrısı yapıyor, ”Saldırganlar Sünni olamaz… Biz hem din hem de insanlıkta kardeşiz… Sünni camileri de korumaya aldık” diyordu. Sünni ve Şii dini liderlerin Kut kentinde düzenledikleri ABD işgalini suçlayan birlik gösterisini CNN verirken, BBC görmezden geliyordu. Lübnan kaynaklı Daily News ‘ün aktardığı, bölgede Sünni ve Şii liderliklerin iç savası engellemeye yönelik demeçlerine ilişkin haberlere ise iç savaş çığırtkanlığı yapan, İngiliz ve ABD medyasında pek rastlanmıyordu.
Şii ve Sünni liderliklerin iç savaşı önleme çabalarının son derece sağlam bir zemini var. Şiilerin, özellikle de ABD’yle işbirliğini hep reddetmiş olan Sadr’ın cepheye katılmasını bekleyen Sünni direniş açısından, iç savaş tam bir felaket olur. Üç temel talebi (ABD’nin çekilmek için tarih vermesi, otonom bölgeler uygulamasının ertelenmesi, Kürtlerin Kerkük’ü yeniden Kürtleştirmesinin durması) direnişin temel talepleriyle örtüşen (Ahrari, The Asia Times , 24/02), Sadr açısından da Sünnilerle çatışmak anlamsız. Diğer taraftan, daha önce de aktarmıştım.. Irak’ta Sünni-Şii ayırımı aslında sunulmak istendiği kadar kesin değil. Bir aşiretin, bir ailenin üyelerinin Sünni ve Şiilerden oluşması sık görülen bir durum. Robert Fisk , bir Iraklı Sünni dostunun, ”Niye hep iç savaş diyorsunuz, karım Şii, onu öldürmemi mi istiyorsunuz?” dediğini aktarıyor. Ama, sanırım en çarpıcı örnek Askeriye Türbesi’nin bakıcılığının yüzyıllardır, İmam Naki soyundan gelen Sünni bir aileye verilmiş olması (Salim Şahzad , age).
Geriye Zerkavi (El Kaide) kalıyor. Böyle birinin var olduğunu kabul etsek bile, bir ”uygarlıklar çatışmasında” , Müslüman cephesi oluşturmayı amaçlayan birilerinin, bu cepheyi bölecek bir iç savaşı neden kışkırttığını, tüm Müslümanlar için son derecede kutsal bir türbeyi yıkmaya kalkmasını anlamak çok zor. Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi Direktörü Anhony Cordesman da bu soruya cevap ararken zorlanıyor ve ”nihilizm” saptamasına sığınıyor.
‘False flag’ (saptırma)
Ancak, türbeye yönelik saldırı nihilist bir intihar saldırısı değildi. Patlama, yüzleri maskeli , üniformalı, Irak İmar Bakanı’nın deyimiyle işinin uzmanı insanlar tarafından, 12 saat süren teknik bir operasyonla (AFP , 24/02) gerçekleştirilmiş. Bence, saldırı, İngilizlerin ”false flag” (saptırma) operasyonu dedikleri, bir başkasını suçlamaya yönelik sabotaj türüne çok benziyor.
İngilizlerin, İrlanda’da zaman zaman ”false Flag”
operasyonları düzenlediklerini gazeteler birçok kez aktardı (örnekleri için: Keefer, www.globalresearch. ca 25/09/05). Geçen eylülde iki İngiliz özel tim (SAS) görevlisi, Arap giysileri, peruklar, patlayıcı maddeler, uzaktan kumandalı fünyelerle yakalandığında, İngiltere, adamlarını, izleyenleri şaşkınlıklara düşüren bir telaş ve şiddetle kurtarmıştı. Robert Fisk”bu iki SAS Irak’ta ne yapıyordu?” diye sorarken (Independent) , John Pilger olayı ”Sinik bir savaşta, sinsi gelişmeler” başlığıyla yorumlamıştı (Newstatesmen).
Keefer ‘in aktardığına göre bu tür ”false flag” operasyonları salt İngilizlere has değil. Amerikalılar da Irak’ta zaman zaman, durdurdukları sürücülerin arabalarına, sürücüye fark ettirmeden, uzaktan kumandalı bombalar yerleştiriyorlarmış. Bir keresinde, bir Iraklıyı durdurup ehliyetini almışlar, sonra adama ehliyetini, karakola gidip oradan geri almasını istemişler. Sürücü yolda giderken arabada bir ağırlık fark edip durunca arabaya kocaman bir bomba gizlendiğini görmüş. Bunlar tabii söylenti… Dediğim gibi, karışık işler, pis kokular…
erginy@tr.net
Cumhuriyet 27.02.2006
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA