ABD ve Türkiye için, 2006 önemli tıkanıklıklarla boğuştukları bir yıl olacak. Ancak, kaderleri birbiriyle kesişmeye başlayan Bush ve Erdoğan yönetimlerinin bu süreçten başarıyla çıkma şansları hemen hemen hiç yok. Irak ve küresel… ABD’nin gündemindeki kritik sorunlar 2004 yılından kaldılar, 2005’te kronikleştiler, 2006’da ivedilik kazanacaklar. Çözülemedikleri takdirde, ABD hegemonyasının uzun dönemli gerileme trendinde ani bir hızlanma […]
ABD ve Türkiye için, 2006 önemli tıkanıklıklarla boğuştukları bir yıl olacak. Ancak, kaderleri birbiriyle kesişmeye başlayan Bush ve Erdoğan yönetimlerinin bu süreçten başarıyla çıkma şansları hemen hemen hiç yok.
Irak ve küresel…
ABD’nin gündemindeki kritik sorunlar 2004 yılından kaldılar, 2005’te kronikleştiler, 2006’da ivedilik kazanacaklar. Çözülemedikleri takdirde, ABD hegemonyasının uzun dönemli gerileme trendinde ani bir hızlanma yaşanabilir.
Geçen hafta Bush ‘un Council on Foreign Relations’daki (soru sorulmasına izin verilmeyen) konuşmasında 11 kez vurgulanmasına karşın, Irak’ta zafer her zamankinden daha uzak: Dünyanın ateş gücü en yüksek ordusu, derme çatma silahlarla sürdürülen bir direnişi bastıramıyor, kayıp vermeye devam ediyor. Bush’un ”Irak güçleri görevi devralacak ve ABD ülkeden çekilecek” savıysa inandırıcı değil. 150.000 ABD askerinin başaramadığını, kötü eğitimli, yarı-gönüllü Irak güçleri mi başaracak? Bush yönetiminin kasım sonunda yayımladığı ”Irak’ta zafer için ulusal strateji” belgesindeki savlar da, IV Kuşak Savaşlar Teorisi’nin kurucularından, Albay William Lind ‘e göre tamamen yanlış varsayımlara dayanıyorlar. Örneğin, ABD yönetiminin ve halkının savaşı sürdürme kararlılığı hızla geriliyor. Halbuki, direnişin askeri bir zafer kazanması gerekmiyor, savaşı sürdürmeye devam etmesi yeterli. Üstelik, siyasi alandaki ilerlemeler birer Şii ve Kürt devletleri yaratarak Irak’ın parçalanmasını hızlandırıyorlar. Yeni Irak devletini savunması beklenen Irak güvenlik güçleri, aslında Kürt ve Şii milislerine, yerel aşiretlere bağlı insanlar, sadakatleri, Irak devletine değil kendi aidiyetlerine (antiwar.com/lind/, 08/12).
ABD’de Irak’tan ”çekilme” tartışmaları, toplumsal muhalefet bir yana, iktidar ve muhalefet partileri arasında sertleşerek yaygınlaşıyor (Christian Science Monitor, 09/12). Fred Kaplan ‘ın belirttiği gibi, ”Kimse tümüyle çekilmekten yana değil” ama, kalmaya nasıl devam edilebileceği konusunda bir kafa karışıklığı hâkim (Slate, 08/12). ABD’nin Kuzey Irak’a çekilerek kalmayı deneyebileceğini yazmıştım. Geçen hafta Cumhuriyet’in, Washington Times’tan yaptığı aktarma, bu seçeneğin giderek öne çıkmaya başladığını gösteriyordu. Gelecek yıl Bush yönetimi bu konuyu, Türkiye ile ilişkilerinin geleceği açısından da açıklığa kavuşturmak zorunda.
Küresel düzlemdeyse, 1998-2001 arası BM’de ABD’nin ticaret temsilciliğini yapan Charlene Barshefsky ‘ye göre ABD, ”küresel ticaret ve sermaye akımlarındaki dengesizlik, Latin Amerika’nın giderek uzaklaşması, Asya’nın ABD dışında bütünleşmesindeki hızlanma ve Müslüman dünyasındaki ekonomik ve toplumsal gerileme” gibi dört acil sorunla karşı karşıya. Bu sorunları aşabilmek için ekonomik büyümesini sürdürmesi, DTÖ, Doha sürecinden başarıyla çıkması gerekiyor (Foreign Affaires, Aralık 2005). Ancak, Wall Street Journal’ın aktardığı gibi, tüketici talebini ayakta tutan gayrimenkul piyasasında stoklar birikmeye, spekülatif yatırımlar yavaşlamaya başladı (07/12). Goldman Sachs ekonomistleri, bu piyasada sert bir gerileme yaşanmasa bile, bir yavaşlamanın büyüme hızının yarısını götürebileceğini düşünüyorlar (CSM 09/12). Bu, ABD talebine bağımlı dünya ekonomisi açısından kötü haber! ABD’nin satın alma (dünyaya talep sunma) gücündeki gerileme eğilimine karşılık, Asya ülkelerinin Çin’le ticaret bağımlılıkları, Çin’in bölgesel siyasi etkisini güçlendirerek artıyor (Financial Times, 09/12). Latin Amerika’daki ”uzaklaşma” da devam edecek, şimdi sırada, Bolivya ve Şili var (New York Times, 10/12). Bu ülkelerde de seçimleri solun kazanması bekleniyor. Müslüman dünyasındaki ”gerilemeye” gelince, ABD açısından durum hiç parlak değil: BOP tıkandı, güvenlik sorunları demokrasi ve piyasa ekonomisi söyleminin önüne geçti. Mısırdaki seçimlerin sonuçları, Hamas’ın artmaya devam eden gücü, Irak’ta Şiilerin yeni konumu, özünde ABD ve Batı karşıtı siyasal İslamın ilerlemeye devam ettiğini gösteriyor.
Ve Türkiye
Son aylarda hızlanan diplomatik trafik, ABD yanlısı yazarların Irak’ı ”satma” çabalarındaki belirgin artış, Türkiye’den, ABD’nin Irak’ta kalmaya devam etme planları bağlamında bir şeyler istenmekte olduğunu gösteriyor. Buna karşılık Türkiye, bir süredir ulusal çıkarlarıyla uyumlu kararlar alma kapasitesini yitirmiş görünüyor.
İlk anda dikkati çeken hükümetin ama genelde devletin, Irak sorununa yaklaşmakta önemli bir ”arayüz” (interface) olarak görülebilecek ”Kürt sorunu” konusunda giderek tutarsız ve belirsiz bir noktaya gelmesi; seçenek üretme açısından bir tıkanıklık söz konusu. Bu tıkanıklık Türkiye’yi ABD ve AB karşısında edilgen, pazarlık edemez bir konumda tutuyor.
Ekonomik alanda, nihayet kendilerini hissettirmeye başlayan tıkanıklıklar durumu daha da ağırlaştırıyor. Türkiye ekonomisinin ”bağışıklık sisteminin” son kalıntıları da 1998/99 IMF programıyla ve bunun hazırladığı krizi izleyen Derviş dönemi boyunca tasfiye edildi. Ülke ekonomisinin halkın gereksinimine değil, tümüyle uluslararası sermayenin kapasite ve likidite fazlası sorunlarına göre şekillendirilmesi tamamlandı. Kapasite fazlasının emilmesine katkıda bulunacak (serbestleşme, aşırı değerli TL yardımıyla hızla artan ithalat) gelişmiş ülkelerin, ucuz ücret malları gereksinimini karşılayacak (ithalata bağımlı, ucuz işgücüne dayalı ihracat) spekülatif finans sermayenin değerlenmesine uygun, korunaksız ve kırılgan bir ortam oluştu. Bu ekonomik model, bir emme-basma tulumba gibi, uluslararası sermayeye sürekli değer transfer ettiğinden, kuyunun suyunun da bir aşamada bitmesi kaçınılmazdı. Şimdi, bu modelin fanatiği ekonomistlerin işsizlikten, yoksulluktan, dış ticaret açığından vb. yakınmaya başlamaları, suyun bitme aşamasına gelindiğini gösteriyor. Şimdi gündeme gelecek bir mali kriz olasılığı, Türkiye’yi yönetenlerin acil kaynak gereksinimini arttırarak 2006 yılında, Kıbrıs, Patrikhane, Kürt sorunu ve Irak konularında manevra alanlarını büyük ölçüde daraltacak.
Bu noktada Güngör Uras ‘ın aktardığı, Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları kitabını anımsamak çok yararlı olabilir. Kitabın, ABD Ulusal Güvenlik Kurumu bağlantılı yazarı (tetikçi) ülkeleri, nasıl sahte vaatlerle şişirilmiş projeleri benimsetip ağır mali yük altına sokarak, iflasa/krize sürüklediklerini anlatıyor. Kriz gündeme gelince de ABD, IMF’nin ”kurtarmak” için devreye girmesi karşılığında ülke yöneticilerini teslim alıyor, kendi emperyal projeleri doğrultusunda kullanıyormuş. Yazar, ”Eğer ekonomik tetikçiler başarılı olmazsa CIA tetikçileri, onlar yeterli olmazsa ABD askeri devreye giriyordu” diyor.
Bu açıdan bakarsak, özelde AKP hükümetinin, genelde devletin dümenini ellerinde tutanların, ABD talepleri karşısındaki konumunu anlamak daha da kolaylaşır. Kimi yerli ekonomistlerin, yazarların paniklemeye başlamalarının nedenlerini de… Birer gönüllü ekonomik tetikçi oldukları artık ortaya çıkmaya başladı.
Cumhuriyet , bu hesapları ve tetikçilerini sürekli teşhir eden bir gazete olduğu için mi, bugün bu konjonktürde böylesine eşgüdümlü bir saldırıya uğruyor? Türkiye’nin Irak’a müdahil olmasının ekonomik ve siyasi avantajlarını anlata anlata bitiremeyenler de, sakın, ülkeye altından kalkamayacağı bir projeyi satmaya çalışan tetikçiler olmasınlar.