Gezi Davası’nın 2. duruşması Silivri’de başladı. Savunmasında “Şüphe ile delil arasındaki kopukluk daha belirgin hale geldi” diyen Osman Kavala tahliyesini istedi. Savcılık mütalaasında tutukluluğun devamını isterken, mahkeme de bu talebe uydu. Dava 8-9 Ekim’e ertelendi
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Silivri Cezaevi Adliyesi’nde görülen Gezi Davası’nın 2. duruşması Mücella Yapıcı, Can Atalay ve Tayfun Kahraman’ın avukatı Fikret İlkiz’in savunmasıyla başladı. 300’e yakın izleyicinin olduğu duruşma salonunda 70 kadar da jandarma bulunuyor.
İlkiz, savunmasında iddianameyi “Biz bu iddianamenin dünyasının sınırlarını gördük. Şimdi bizim dünyamız sınırlarında, bildiğimiz dilden konuşalım.” diyerek eleştirdi ve devam etti:
19.2.2019 tarihli iddianamenin 23. sayfasından başlamak üzere 24. sayfada asıl iddia anlatılıyor. Deniyor ki ‘Kamuoyunda Gezi Parkı eylemleri olarak bilinen eylemleri aslında kalkışma eylemleri olarak değerlendiriyorum. Hemen ardından sıraladığı telefon görüşmelerini ‘provokatif konuşma’, ‘etki ajanlığı’ olarak değerlendiriyor ve ‘Ülkemiz için ne kadar vahim olduğu anlaşılmıştır’ deniyor. İddianame, Arap Baharı’ndan, eylemlerin 2011’de başladığından, bu zamandan beri eylemler düzenlendiğinden bahsediyor ve ‘hükümeti 27 Mayıs’ta olduğu gibi sokak eylemleriyle devirmek istemişlerdir’ diyor. İddianame, 27 Mayıs öncesi hükümetle mevcut hükümet arasında benzeşme olduğunu ileri sürüyor. Eylemlerin, bir kalkışma gayretiyle planlandığı hükümete yönelik işlenen suçlar konusunda yönlendirme yapıldığı, kalkışma hareketinin asıl sebebinin AKP Hükümeti’nin iç ve dış politikalarla ülke içindeki alt yapı çalışmaları olduğunu ileri sürülüyor.
Özge Kepenek’in çizimiyle Av. Fikret İlkiz
“Silahlı terör örgütlerine benzeyen, legal ve illegal yapıları bünyesinde eritip kontrol altına alabilen bir kalkışma/düzenleme hatta örgütlenme olduğunu, algı ile yönlendirdiğini, dünyada diğer Krallıkla yönetilen ülkelerde bu tip yapılanmaya benzerliğinden bahsediliyor. Ve iddianame Gezi Parkı’ndan ‘sui generis’ olarak bahsediyor” diye savunmasını sürdüren İlkiz bunları iddianameye karşı bir eleştiri getirebilmek adına okuduğunu söyledi.
İddianamede geçen “Bu olayların, TC Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmaya engel olmayı hedefleyen, bugüne dek benzeri olmayan sui generis bir yapıyı haiz olduğu, ülkemizin sosyal nicelik ve şartlarını bilerek bunu sahaya yansıtmakta mahir olmuştur” ifadesine karşılık “Yani bunlar, daha önce karşılaşılmamış Gezi olaylarını nasıl değerlendirdiklerini gösteriyor. Sivil itaatsiz eylemlerle, devlet açısından olumsuz anlaşılan bir kapı araladığını söylüyor. Bu kapıları tutanlar savcılardır, eğer siz bu kapıları tutamıyorsanız yazamazsınız” diyen İlkiz sözlerine iddianamenin dilini eleştirerek devam etti.
İddianamenin düzenlendiği dönemde tüm delil ve “tape”lerin “FETÖ üyesi şahıslar” tarafından hukuksuz şekilde toparlanmasına ve aynı delillerin şimdi de “kıymetlendirilerek” karşılarına getirilmesine; “Kim yaptı bu kıymetlendirmeyi? Biz FETÖ, PDY olayının ne olduğunu baştan beri söylüyorduk. Ama dinlemiyorlar. Siz, o dönem toplanan hukuksuz telefon görüşmelerini, ‘TAPE’leri almak üzere yeniden kıymetlendirme yaptığınızı söylüyorsunuz” sözleriyle itiraz eden İlkiz, “İddianamenin ayrıntılı olmasını, sanık neyle suçlandığını anlamalı, savunma hakkı kısıtlanmamalı” diyerek iddianamenin kapalılığını eleştirdi:
Bu iddianame kısaca, 20.11.2007 tarihli Yargıtay Ceza Genel Kurul kararına aykırıdır. Bunu geçmiş bir karar olarak kabul edebilirsiniz. Bu karar bizim için geçerlidir. O zaman sizin için haydi haydi geçerlidir. Hakim ve Savcılar bildirgesine göre ‘İnsan haklarına saygılıdır, insan onuru korur ve herkese eşit davranır’ sözü verdiniz. İddianamenin duruşunda olduğunuz gibi gözükmektesiniz. 657 sayfalık iddianameyi şöyle sorgulamanızı öneririm: Delilden sanığa mı gittiniz? Kıymetlendirmenizde, eylemle kanun arasında illiyet bağı kurdunuz mu? Kurmadınız, bu iddianame de bu nedenle böyle yazıldı. Madem ki kıymetlendirme yaptınız 2013’e geri döndünüz, İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesi’nde bu eylem yargılandı. Hiç mi görmediniz? 2014’te 26 kişi hakkında ceza davası açıldı, bunlar arasında Mücella Yapıcı, Tayfun Kahraman soruşturuldu, Can Atalay, Turgut Kazan müdafiidi. O iddianame suç işlemek amacıyla örgüt kurma, ihtara rağmen dağılmama suçlarına ilişkin bir soruşturmaydı. Sui generis denilmedi, Tunus ve Mısır’dan bahsetmedi. Sanık ve eylemler arasında bağ kurarak bir iddianameyle geldiler. Ve bu mahkeme Yapıcı ve diğer sanıklar hakkında beraat kararı verdi. Ceza davasına baktığınızda muhtemel ve potansiyel sanıklar herhalde salonda. Eğer onları da bu davaya eklerseniz o zaman aynı kişiler de size 33. Asliye Ceza Mahkemesi’nden bahsedeceklerdir. Yani sizin deyiminizle aynı eylemi 220’den çıkartıp yeniden kıymetlendirmişsiniz.
Özge Kepenek’in çizimiyle Mücella Yapıcı
Taksim Dayanışması Platformu’nun suç örgütü olduğuna dair gösterilmiş hiçbir kanıtın olmadığını ifade eden İlkiz, “Aynı eylemden dolayı verilmiş bir hüküm ya da açılmış bir dava varsa başka bir kovuşturmanın açılmaması gerektiğini” söyledi. Sözlerine Mücella Yapıcı’nın “5 yıl önce bu soruları sordunuz, yargılandım. 5 yıl sonra yeniden kıymetlenme yapıldığı iddia edilirse bizim kıymetlendirmemiz yine aynı olacaktır” ifadesiyle devam eden İlkiz, Tayfun Kahraman hakkında da iki “kovuşturmaya yer olmadığı” kararının olduğunu sözlerine ekledi.
Mahkemeyi, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun kovuşturmaya yer olmadığı kararının usule uygun olarak kaldırılmadıkça yeniden mahkeme açılamayacağına ilişkin kararını uygulamaya çağıran İlkiz sözlerine şöyle devam etti:
İki tane kovuşturmaya yer olmadığı kararı olsa da yeni delil elde ettik” diyebilirdiniz, biz bunu da gördük. Ama siz bunu bile demediniz. ‘Yeniden kıymetlendirdik’ deyip geçtiniz. Eğer kovuşturmaya yer olmadığı kararı varsa ki Kahraman için var, bunları usule uygun şekilde kaldırmadığınız sürece dava açamazsınız. Bu hukuk devleti ilkesini öğreten bir Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararı. Yani ceza tehdidini insanların üstünde Demokles’in Kılıcı gibi tutamazsınız. Savcılık ‘Türkiye çapında gerçekleşen ve müştekilere yönelik işlenen suçlar’ başlığı altında 25 ildeki olayları izliyor. Tıpkı bu fezlekede olduğu gibi. Bu anlamda dosyada yer aldığına göre siz, İstanbul 35. Asliye Ceza, İstanbul Anadolu 15. Asliye Ceza Mahkemesi kararlarını yok sayıyorsunuz. Görmezden geliyorsunuz demeye utanıyorum. Can Atalay, özellikle bu davanın sanığı haline getirilirken avukat olmanın bilinciyle hareket etmiştir, yapmasaydı barodan atılması gerekirdi. Mahkumiyet kararları bile size böyle suç ileri sürmeyi, böyle bir iddianame yazmayı size yasaklar.
İlkiz savunmasını, “Gezi olayları tarihteki yerini almıştır. Bunu tespit edebilmemiz için kaza-i bir işleme gerek var mıdır? Ya da mahkemelere gerek var mıdır? Çünkü kötüye kullanma yasağı sözü AİHS’in değerlerine karşı çıkmak olarak değerlendirilir. Acaba böyle tarihi bir olay karşısında hakkı kötüye kullanma hakkınız var mıdır? Bizce yoktur. Son olarak, iddianameniz bizim açımızdan kıymet naşinas bir iddianamedir” diyerek bitirdi.
Avukat Fikret İlkiz’in ardından Can Atalay ve Tayfun Kahraman’ın avukatı Özgür Karaduman savunmasına başladı.
İddianamenin Türkiye’nin yakın geleceği açısından önemli olduğunu söyleyen Kahraman “15 Temmuz gibi devletin bir dönem siyasal ortaklığını yapmış Fethullahçı çetenin darbesini tartışırken, Fethullahçı çetenin hazırladığı kıymetlendirilmiş bir iddianameyle yargılanıyoruz” dedi.
Hukukun en önemli konularından birinin ciddiyet olduğunun altını çizen Kahraman:
Ciddiyet, hukukun en önemli konularından biri. İddianamenin 29. sayfasında 5. Haziran 2013’te “anambunelan” takma adlı Uludağ Sözlük yazarının “OccupyTurkiye ve emperyalizm” başlığı altında, Gezi’nin sıcağı sıcağına yazdığı entry, iddianamede doğrudan yer almış. İddianame işte bu kadar ciddi. Kıymetlendirilmiş iddianamenizin açık kaynak raporu, liseli ergenlerin, gece canı sıkılanların yazı yazıp sohbet ettiği sözlük sitesinden alınmış. UludağSözlük’teki açık rapor diyor ki, “Occupy eylemlerinin başlığını OTPOR CANVAS çekiyordu…” Uludağ Sözlük’ten bahsediyoruz, herhangi bir bilimsel ciddiyeti olan rapordan bahsetmiyoruz. Neredeyse birebir şekilde iddianameye alınmış. İnternetten basit bir lise öğrencisinin bile tarayarak 3 saniyesini bile almayacak… Gezi zaten aklandığına, üzerinden 6 yıl geçtiğine göre, Rahip Brunson vakası sonrası Türkiye’de siyasal paranoyaya dönüşen siyasal iktidarın her şeyi başarılı şekilde götürmesine rağmen dış güçlerin engellemeye çalıştığı algısıyla, McCarthy dönemi cadı avı mantığıyla yapılan bir yargılamayla karşı karşıyayız. Gezi direnişi ile Gezi’yi organize edenler arasındaki ilişki delillendirilememiş ama emperyal güçlerle bağlantısı dile getirilmiş.
Tüm faaliyetleri emperyal güçlerle yönetilen siyasal ortamda Türkiye’de halk ve yurttaşların kendi özgürlüklerini kullandığı bir eylemi emperyal bağlantılı olduğunu iddia etmek hem mesnetsiz, delilsiz hem de siyasal gerçeklere aykırıdır. İddianame bir rezerv iddianamedir, bir komplo iddianamedir, politik muhalefetin kendisine has mücadele yöntemlerinin bloklanmasıdır. Aksi halde neden 6 yıl sonra böyle bir davanın açıldığının cevabı da yoktur. Haydi Fethullahçı Çete, sanıklar aleyhine bir şey bulamadı, peki kıymetlendirenler neden 6 yıl sonra bu hususu iddianameye eklemedi? Her tarihsel toplumsal olayın arkasında bir dizi başka gelişme, birbiriyle bağlantılı farklı siyasal ve toplumsal vektörel etkileşimler olur. Nisan 2012’de Fethullahçı çetenin ÖSYM sınavında soruları verdiği iddiasıyla liseliler 31 ilde eylem yaptı. ÖSYM başkanı hedefe oturtuldu. Bu eylemlerin merkezi neresiydi? Taksim Meydanı. Nasıl örgütlendiler? İnternet üzerinden. Taksim’e nasıl geldiler? Kendi itirazlarını dile getiren pankart, tişörtlerle geldiler. Tıpkı Gezi’deki gibi. Gezi’de ne olduğunu anlamak istiyorsanız bu liselilere bakmanız gerekir. Hayvan hakları savunucuları yine internetten örgütlenerek Taksim Meydanı’nda eylem yaptılar. ‘İnternetime Dokunma’ eylemi Türkiye’nin dört bir yanında gerçekleşti. 1 Mayıs 2010, 2011 Taksim Meydanı’nda gerçekleşti. Polis müdahale etmediği, emniyet kuvvetleri bu kullanılan hak ve özgürlüklere müdahale etmediği sürece kimsenin burnu kanamadan, aynı topluluk nasıl şen ve şakrak geldiyse aynı şekilde ayrılmıştır.
Neden 6 yıl sonra Gezi, bu şekilde, hem de hak etmediği ‘Batı’nın Türkiye’deki etki ajanlığı, uzantılığı’ suçlamasıyla itham ediliyor? Türkiye’de deniyor ki mesleğini yürüten insanlara ‘Eğer iktidarın çizdiği siyasal sınırlar içinde kalmazsanız, 5 yıl da 10 yıl da geçse yargılanırsınız, bir daha, bir daha yargılanırsınız.’ Ali Babacan’a rezerv soruşturma açılması, Meral Akşener’e rezerv iddianame konması yeni Türkiye’nin hukuk düzenine işaret ediyor. Diyor ki, “Bugün benim için suçlu değilsiniz, ama yarın siyasal pozisyonum değişirse sizi nasıl yargılayacağımı bilemem” Fethullahçı Çete’nin iddianame iskeletini birebir koruyarak Uludağ Sözlük’teki entryi iddianamenin temel merkezine oturtmasıyla iddianamenin geleceğe nasıl bir sonuç doğuracağını göreceğiz. Tunus’taki hareket nasıl başladı? Bir yurttaşın kendisini yakmasıyla. Otpor mu para verdi ona kendini yaksın diye? 15 Haziran 2013 günü dönemin başbakanı Erdoğan diyor ki ‘Gaz kullanımında aşırılığa kaçılmıştır, bu konuyu görüşeceğiz’. Polis şiddetinin artmasıyla siyasal iktidarın kadınları, LGBTİ’leri, Alevileri, Kürtleri zaman zaman yok sayan tavrına karşı bir itiraz yükseldi. Kadınların kürtaj hakkında, sokakta yemeye içmeye siyasal iktidarın karıştığı bir yerde yurttaşların bir araya gelip itiraz etmesi yargılanamaz. O yargılanırsa, benim bu ifadelerim de, bu ifadeleri alkışlayanlar da yargılanacaktır. Buna korku imparatorluğu denir.
Gezi olaylarında, kitlelerin kendi itirazlarını oraya taşımasıyla ne Kavala, Canvas, Otpor kimsenin kontrol edemeyeceği büyüklükte bir direnç ortaya çıkmıştır. 2011’den beri emperyalizmden oluk gibi para akıyor, iktidara karşı tezgah yapılıyor. Ama ülkenin başkentinde, hükümetin, ordunun karargahların olduğu yerde değil, İstanbul gibi sanatın, meyhanenin, şiş kebabın olduğu yerde yapılıyor. Neden? Bilmiyorlar çünkü. 2911’den gözaltına aldıkları insanları 312’den yargıladığı bu insanlara delil yapmaya çalışıyorlar. Bu iddianame olası muhalefet imkanlarını daraltabilmek amacıyla, yeniden ısıtılıp kıymetlendirilerek altı yıl sonra yeniden tarihe geçti. Bu dava, tarihsel olarak da güncel olarak da kendi iddialarını kendisi çürüten iddianame olarak tarihteki yerini aldı. Türk Hukuk Sistemi’nin siyasal iktidar karşısındaki pozisyonunun güçlendirilmesi, bağımsız yargı ve adalet kavramlarının ayakları üzerine yerleştirilmesi, mahkemenizin bu iddianameyi reddederek, iddianamedeki ifadelerin sanıkları suçlamaya yönelik hiçbir mesnete sahip olmadığından hareketle buna göre hüküm kurmasını, bunun kıymetsiz bir iddianame olarak tarihe geçmesini istiyoruz.
Av. Özgür Karaduman’ın ardından Av. Eren İşler savunmasına başladı. Savunmasının başında “Eleştirdiğimiz iddianame bile Gezi direnişini şiddetsiz eylem olarak değerlendiriyor” diyen İşler “Eğer gerçekten hükümete karşı işlenen bir suç olsa bir işlem yapılması için 6 yıl beklenmesi mümkün mü?” diye sordu.
“Bu belgeyle hükme gitmemiz mümkün değil”
“İddianamenin kendi içinde çeliştiğini” söyleyen işler şöyle devam etti:
Sanıkların cebir ve şiddet kullandığına dair bir kanıt göstermiyor hatta iddia bile etmiyor. İddianame yönelttiği suç açısından kendi içinde çelişiyor ve bütün hatalarına ek olarak hukuki niteleme yaparken büyük bir ciddiyetsizlik yapıyor. Bir belgenin başına iddianame başlığı konunca o iddianame olmuyor. Cumhuriyet savcısının görüşlerini iddianame olarak okuyoruz. İddianamenin herhangi bir yerinde delilin bir faille ilişkilendirildiğini de görmüyoruz. ‘Anlaşılmıştır, göstermiştir kanaati edinilmiştir, dikkat çekicidir, görülmüştür’ gibi tamamen çıkarım yaparken kullandığımız kelimeler iddianamede tekrarlanıyor. İddianamedeki dil hatası bundan ibaret de değil. Sanıkları küstahça davranmakla da suçluyor. ‘Şirk koşmak’ gibi dini bir terimi anayasal düzen için düşünebiliyor savcı. Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre hüküm ancak fiil ve fail hakkında verilir. İsnat edilen suç, suç sayılan fiiller, bunların ne zaman işlendiği gösterilmelidir. Maddi olaylar hakkında o kadar net bilgi verilmelidir ki sanık hangi fiilden yargılandığını bilmelidir. Bunun müvekkillerimiz açısından gerçekleşmediğini söyleyebiliriz. Bu belgeyle hükme gitmemiz mümkün değil. Gezi anayasal ve demokratik hak kullanımıdır. Çok sayıda hak ile talepler dile getirilmiştir. Toplanma, ifade özgürlüğüdür. Bunun yanında halkın itiraz hakkı ve direnme hakkı da vardır. Bu kişilerin eylemleri bundan ibarettir. Bu iddianamenin kabul edilmesi bile bu hakların engellenmesine yöneliktir.
Eren İşler’in ardından söz alan Av. Bahri Belen “Redde mahkum” olarak nitelendirdiği iddianameye dayanarak müvekkili Gökçe Yılmaz hakkındaki yakalama kararının kaldırılmasını talep etti.
Mantık ve felsefe açısından antogonizmaya örnek vermek gerekirse bu iddianame örnek olabilir. İddianamede şiddetsiz eylem biçimi üzerine teoriler anlatılıyor ardından “cebir ve şiddetle işlenen bir eylemden dolayı sanıklar cezalandırılsın” deniliyor. Açık Toplum, yasal olarak vakıf. Ve Gezi olayını finanse eden örgütlerden biri olduğu iddiası var. Bu örgütün vakıf senedi var. 2008 tarafından Türk Asliye Mahkemeleri’nin onayıyla tüzel kişilik kazandı. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün vakıf senediyle ilgili görüşleri alınmış. Sonra bu senette bazı değişiklikler yapılmış. 15 Temmuz’dan sonra noter değişikliği hazırlanmış ve onanmış, hukuki değer kazanmıştır. Öte yandan bu vakıf, 2007-2008’den itibaren her yıl tüm faaliyetlerini Vakıflar Genel Müdürlüğüne bildirmek ve denetimine sunmak zorundadır. Müvekkilimin suçlanmak istendiği faaliyetler Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün denetiminden geçmiştir. Mali açıdan ve faaliyetleri açısından olumsuz bir değerlendirme, yaptırım olmamıştır. Açık Toplum Vakfı ile Gezi’deki eylemler arasında suç bağlantısı kurmanın ve müvekkilem hakkında yakalama kararı çıkarmasının hukuki olmadığı kanaatindeyiz. Ve belki de ileride müvekkilem hakkında beraat kararı verebilirsiniz. Redde mahkum bu iddianameye dayanarak müvekkilem hakkında yakalama kararının kaldırılmasını talep ediyorum.
Can Dündar avukatı Akın Atalay ise müvekkilinin hakkında açılan ilk haber davasının karar duruşmasının akabinde silahlı saldırıya uğradığını söyleyerek Can Dündar’ın can güvenliğinin olmadığını ekledi ve devam etti:
Dündar 3 yıldır yurt dışında yaşıyor. “İşte Erdoğan’ın Yok Dediği Silahlar” yazısının ardından baskıya maruz kaldı. Bir çok soruşturmaya dahil edildi, hakkında çok sayıda soruşturma var. Her ay periyodik olarak onun casusluğu iktidar temsilcileri ve uzantıları tarafından kamuoyuna aktarılıyor. Bugün can güvenliğinin olmadığı somut olgularla ortada. Hakkında ilk açılan haber davasının karar duruşmasının akabinde silahlı saldırıya uğradı. Bu durum mevcutken müvekkilime “Hadi gel” deniyor. Eğer yargının kesintiye uğratılmaması isteniyorsa CMK, yurt dışında yaşayan sanığın istinabe yoluyla ifadesinin alınmasına izin veriyor. Müvekkilimizin sorgusunun bulunduğu ülkede yapılması talebimizi değerlendirmenize sunuyoruz.
Çiğdem Mater’in müdafii Av. Hürrem Sönmez “Müvekkilimin nasıl bir cebre başvurduğu, müştekilerin hangi eylemle zarara uğradığının bir cevabı olması gerekiyor” diyerek iddianamenin yeterince açık bir nitelik taşımadığını ifade ediyor ve ekliyor:
Müvekkil bakımından iddianamedeki fiiller belgesel çekmek, Gezi eylemleri sırasında gazdan etkilenen kişilere Gaviscon vermek. Bunların hiçbiri suç değildir. Normal şartlarda benim beyanlarımın burada sona ermesi beklenirdi ancak ağırlaştırılmış müebbet hapis istemi karşısında çelişkilere değinmemiz gerekiyor. Usulsüz dinleme kararları verilmiş ve kararlar uzatılmıştır. Bunun dışında Gezi eylemleri nedeniyle suçlanan kişilerin, eylemler sona erdikten bir ay sonra alınan dinleme kararlarıyla suçlanmaları nasıl delil oluşturabilir? Delil diye önümüze konulan bu belgelerde suç unsuru bulunmamaktadır. Topçu Kışlası yapılmasına barışçıl bir şekilde karşı çıkan müvekkilim ile bu eylemlere katılan milyonlar arasında bir fark yoktur. Savcılığın iddiası 16 kişinin bu protestoları organize ettiği ve milyonların bu organizasyon dahilinde sokağa çıkmış olmasıdır. Bu yurttaşlar için onur kırıcı bir iddiadır. Bu bizim kişisel kanaatimiz değil. Anayasa Mahkemesi’nin içtihatleri ile de sabittir. Müvekkilim film yapımcısıdır. En temel suçlamanın çekilen bir belgesel ile ilgili olması nedeniyle bunu vurguluyoruz. Bu filmi sunamıyoruz çünkü böyle bir film yok. Benim müvekkilim hiç çekmediği bir film nedeniyle hükümeti yıkmaya teşebbüs suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılanıyor. Hükümeti yıkmaya teşebbüs fiili, film çekerek işlenen bir fiil değilir. Bir film kötü olabilir, vasat olabilir ama suç oluşturan bir eylem olarak değerlendirilemez. Bu ülkede yaşayan bir birey olarak bu filmin çekilmesini isterdim. 2013 yazında neler yaşandığını aktarmasını isterdim. Geçmişle gelecek arasındaki bağ böyle kurulur. İddianamelere ve etkili yargılamalara konu edilecek şey, insanların hayatını kaybetmesine, uzuvlarını kaybetmesine neden olan failler olmalıdır, burada sanık sandalyesinde oturanlar değil. İddianamedeki çelişkiler bunlardan ibaret değil. Orantısız müdahaleden bahsetmiştir iddianame. Bu iddia ifade edilmiş ise müvekkilim neden Gaviscon verdi diye yargılanıyor? Osman Kavala neden gaz maskesi dağıtılması ile ilgili konuştu diye yargılanıyor?
Osman Kavala savunmasını yaparken. Çizim: Zeynep Özatalay
Gezi Davası kapsamında tutuklu olarak yargılanan Osman Kavala “Gezi protestolarını, hükümeti devirmeye değil, yanlış kararlardan döndürmeye yönelik demokratik bir kampanya olarak gördüm”diyerek savunmasına başladı. İddianamedeki suçlamalara ilişkin hiç sorgulanmadığını, kendisine hiç soru sorulmadığını ifade eden Kavala şöyle devam etti:
İddianamedeki suçlamalarla ilişkin sorgulanmadım. İddianamedeki kurgunun temel unsurlarını teşkil eden Soros, Açık Toplum Vakfı, Taksim Dayanışması, Otpor’la ilgili bana hiçbir soru sorulmadı. Bana karşı delil olarak gösterilen fotoğraflar bir fotoğraf sergisi ve Gezi Parkı’nda çekilmiş fotoğrafım. Gözaltına alındıktan sonra savcı tarafından sorgulanmadım. İddianamenin tutuklanmamdan 16 ay sonra hazırlanmış olması da somut delil arama çabasının göstergesi. İddianamedeki deliller seyahat programım ile Anadolu Kültür’ün mali raporları. Bunların tutukluluğumla alakası olmadığı açık. Bu bilgiler ve mali raporlar suç işleme kastıyla fon kullanıldığına ya da kullandırıldığına dair bir somut delil içermiyor. Ben iki suçlamadan dolayı tutuklandım. Gezi olaylarının organizatörü ve finansçısı olmaktan ve 15 Temmuz darbesine destek vermekten. Aralarında 3 yıl olan bu iki olay nedeniyle tutuklanmış olmam, savcılığın bu iki olay arasındaki bağlantıya ilişkin şüphe olduğunu gösteriyor. Bu şüpheleri beslemek üzere bazı basın organlarında yazılar çıktı. Beni suçlayan KOM dairesinin hazırladığı analiz raporunda hiçbir delil yok. 15 Temmuz darbe girişimine destek olması suçlaması iddianameye dönüşmedi, soruşturma dosyası olarak devam ediyor. Hakkındaki gizlilik kararı devam ediyor. Tutuklandıktan sonra Henry Barkey ile 93,5 saat telefon kaydımın olduğuna dair asılsız haberler yayınlandı. Ama tek bir görüşmemiz yok Tutuklandıktan sonra da suçlamalarla ilgili somut delil yok. Şüphe ile delil arasındaki kopukluk daha belirgin hale geldi. Bu nedenle tahliyemi talep ediyorum.
Savunmaların ardından söz alan savcı, Kavala’nın tutukluluğunun devam etmesi yönünde mütalaa verdi:
Kıymetlendirilen delillerin çıkarılması talebinin reddi, katılan müştekiler konusunda değerlendirme yapılmadı. Ekmekçi’nin istinabe yoluyla ifadesinin alınmasının talebinin reddi ve savunmasının alınması için hakkında yakalama kararı çıkarılması, Dündar için de atılı suç dikkate alınarak istinabe talebinin reddi, dosyanın yakalamalı sanıklarla ilgili yakalama kararı zabtını beklenmesi ve akıbetlerinin sorulması, adli kontrol tedbirinin devamına, Kavala’nın atılı suçun katalog suç olmasından ötürü atılı suçun vasfı ve mahiyeti göz önünde bulundurarak tutuklama tedbirinin AİHM kararıyla ölçülü ve uyumlu olması nedeniyle tutukluluk halinin devamına kamu adına mütalaa olunur.
Savcının mütalaasının ardından verilen aradan sonra mahkeme heyeti; “Hakkında yakalama kararı olan sanıkların, yakalama isteğinin devamına, davaya katılma hususunda diğer müştekilere yazılan talimatlara yeni duruşmada dönülmesine, Ekmekçi’nin celse arasında hazır olması durumunda dinlenmesine, adli kontrol tedbirlerinin kaldırılması talebinin reddine karar verdi. Murat Pabuç, Ercan Orhan Aydın, Hasan Gün’ün tanık olarak diğer duruşmada dinlenmesine ve Osman Kavala’nın tutukluluk halinin devamına oy çokluğuyla hükmetti.
Bir sonraki duruşma 8-9 Ekim’de Silivri’de görülecek.
Sendika.Org