Oy deposu olarak konumlanan tarikat/cemaat ağları içine hapsolmuş kent çeperlerindeki yoksulları ürkütmemeye çalışan, öte tarafta kent dışında korunaklı konutlarda yaşayan sermaye sahiplerine can simidi olmaya çalışan, söz konusu maliyeti ise işçileşen kentli orta tabakalara yıkan bir YEP, AKP’nin bu krizden çıkış patikası olurdu
Oy deposu olarak konumlanan tarikat/cemaat ağları içine hapsolmuş kent çeperlerindeki yoksulları ürkütmemeye çalışan, öte tarafta kent dışında korunaklı konutlarda yaşayan sermaye sahiplerine can simidi olmaya çalışan, söz konusu maliyeti ise işçileşen kentli orta tabakalara yıkan bir YEP, AKP’nin bu krizden çıkış patikası olurdu
Enflasyon, piyasada geçerli olan paranın alım gücünün azalması olarak tanımlanabilir. Günümüzde ana akım haline gelmiş parasalcı tezlere göre; ekonomideki para miktarı arttıkça, miktarı artan paranın kıymeti düşeceğinden bu durum enflasyonu tetikler. Buna karşılık ülkelerin ekonomi yönetimleri piyasadaki para miktarını azaltacak iktisat politikaları takip ederler. Bu tip politikalara sıkı ya da daraltıcı iktisat politikaları diyoruz veya gündelik dilde daha yaygın ifadeleriyle “kemer sıkma politikaları” ya da “acı reçete”…
13 Eylül’de Merkez Bankası’nın faiz kararı ve devamında yaptığı açıklama, yükselen enflasyona karşı daraltıcı para politikasının devam edeceği sinyalini verdi. Merkez Bankası tarafından beklenenin üzerinde yapılan faiz artışı hem bankaların Merkez Bankası’ndan borç alma iştahını azaltır hem de kişilerin bankalardan kredi çekme talebini daraltır. Böylece piyasadaki enflasyon yaratan yerli para bolluğu daraltılmış olur. 6,25 puanlık faiz artışının etkili olabilmesi için ise para politikasını destekleyecek nitelikte daraltıcı maliye politikası uygulanması gerektiği yine Merkez Bankası tarafından vurgulandı. Özetle Merkez Bankası “Ben piyasadaki TL miktarını azaltırken, bir yandan bütçe açığı devam ederse yaptıklarımın anlamı kalmıyor” dedi. Damattan beklenen devletin daha az harcama yapıp daha çok vergi toplayarak piyasadaki parasal fazlalığı kontrol altına almasıydı.
Bu nedenle gözler 20 Eylül’de açıklanacak Orta Vadeli Program’a çevrildi. Programın adı son dakikada Yeni Ekonomi Programı (YEP) olarak değiştirildi. Belli ki YEP\ ekonomi tarihimizde 2000 Enflasyonla Mücadele Programı, 2001 Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı veya 2003 Acil Eylem Planı gibi önemli bir yer işgal edecek.
YEP’in sıkı maliye politikasına geçişin programı olacağı zaten bekleniyordu. Yani enflasyonu düşürmek için 70 milyar TL’ye dayanmış bütçe açığı kapatılmalı\ bu kapsamda vergiler arttırılmalı harcamalar kısılmalıydı. Dahası Berat Albayrak\ YEP sunumunda bütçede 60 milyar TL’lik harcama tasarrufu, 16 milyar TL’lik gelir artışı olacağını söyleyerek rakam da vermiş oldu. Bundan sonra hanehalkını ilgilendiren hangi harcamaların kısılacağı ve hangi gelirlerin artacağıdır.
60 milyar TL’lik tasarrufun büyük bölümünün 30 milyar TL’ye dayanmış kamu yatırımlarından yapılacağı bellidir. Zaten Erdoğan bunu YEP’in açıklanmasından günler öncesinde söylemişti, Berat Albayrak da YEP sunumunda bunu yineledi. Tabii yatırımlardaki azalmanın bütçe açığını kapatmakla beraber işsizliği de arttıracağının altını çizelim. Albayrak’ın iddiasına göre, yeni kurulacak “Kamu Maliyesi Değişim ve Dönüşüm Ofisi” ile bütçede israf kalemleri tespit edilecek ve bu kalemlerde tasarrufa gidilecek. Bu kalemlerin ne olduğunu henüz bilmiyoruz.
Öte yandan 16 milyar TL’lik gelir artışının nereden kaynaklanacağı YEP’in satır aralarında gizli. Bu gelir artışının hangi kalemler sayesinde olacağını analiz etmeden önce Türkiye’nin mali yapısının temel özelliklerini hatırlayalım.
Türk Vergi Sistemi’nde vergilerin yaklaşık %70’i dolaylı vergilerden kaynaklanmaktadır.
KDV, ÖTV gibi dolaylı vergiler, yani mal ve hizmetin el değiştirmesi sürecinde nihai tüketicinin yüklendiği vergiler, Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi gibi dolaysız vergilere kıyasla yönetilmesi daha zor vergilerdir. Çünkü tüketicinin tüketim eğilimindeki değişiklikler doğrudan bütçe gelirlerini etkiler. Günümüzde tüketim eğiliminin düştüğü göz önüne alınırsa bütçedeki dolaylı vergi gelirlerinin büyümeyeceği açıktır.
Zaten Berat Albayrak da bütçenin dolaylı vergi gelirlerinin ağırlıklı olduğu sorununu dile getirmişti. Öyleyse dolaysız vergiler mi artacaktır? Türk Vergi Sistemi’nin dolaysız vergileri aşağıda…
Gelir üzerinden alınanlar
Servet üzerinden alınanlar
Bu vergilerin tümü vergi gelirlerimizin yaklaşık %30’udur. Ayrıca Gelir Vergisi ve Kurumlar Vergisi’nde yapılacak artışların da konkordato rekorları kırılan konjonktürde sermayedarların tepkisini çekeceği ortada. Öyleyse bu konuda bir ihtimal, Gelir Vergisi’nde orta ve düşük gelir dilimlerindeki vergi oranlarını artırmak olabilir. Ancak bu tip tedbirler de yeterli olmayacaktır.
Bu haliyle olması muhtemel gelişme vergi oranlarında yapılan düzenlemelerin yanı sıra yeni vergilerle muhatap olacağımızdır. Özellikle inşaat sektörüne ilişkin YEP’in analizleri ilgi çekici. Bu konuda YEP’te “Taşınmaz değerleme sistemi kurularak gayrimenkul envanteri tamamlanacak, tapu harçları ve emlak vergilerinin gerçek değerleri üzerinden alınması sağlanacak şekilde gayrimenkul vergilendirme sistemi yeniden düzenlenecektir” deniyor.
Bahsedilen taşınmaz değerleme sistemi objektif kriterlere göre mi kurulacaktır? Yargının dahi bağımsızlığının sorgulandığı Türkiye gibi bir modelde taşınmazların değerini ölçecek bağımsız bir kurum kalmış mıdır? Sorular böylece artıp gider.
Ayrıca günümüzde YEP’te bahsi geçen Emlak Vergisi bir merkezi yönetim geliri değil bir belediye geliridir ve geniş anlamda bütçe gelirleri içinde küçük bir payı oluşturmaktadır. Tabii ek olarak Emlak Vergisi’nde yapılacak artışlar konut sahibi olmanın net getirisini aşağı çekeceğinden halihazırda azalan konut talebini daha da azaltma riski barındırıyor. Bu sebeple Emlak Vergisi’nde ya da Tapu Harçları’nda radikal bir gelir artışı gerçekçi değil.
AKP’nin inşaat sektörü ile girdiği ahbap-çavuş ilişkisi, hem müteahhitleri AKP’ye hem de AKP’yi müteahhitlere mahkum kıldı. Bugüne dek Erdoğan’ın faiz karşıtı söyleminin altında da inşaat sektöründeki riskler yatıyordu. Faizin yüksek olduğu konjonktürde tasarruf sahipleri birikimlerini gayrimenkule yatırmak yerine mevduat-tahvil-bono gibi faiz geliri elde eden varlıklara yatırırlar.
1 milyon TL’niz olsa siz hangisini yapardınız? Ev alıp kiraya mı verirdiniz, yoksa %30’lara yaklaşan bir vadeli mevduat hesabı mı açardınız. İkisinin de getirisini bir hesaplayıverin…
Nitekim 17 Eylül’de TÜİK’in açıkladığı “konut satış endeksi” inşaat sektöründeki risklerin maksimum seviyede olduğunu konutların satılamadığını gösterdi.
Fakat Emlak Vergisi’ndeki artışın önünde yukarıda yazılan engeller varken YEP’in “İmar planı revizyonları ile oluşan değer artışlarından kamuya gerçekçi oranda pay alınması ve artışların adaletli paylaşımı sağlanacaktır” demesi ne anlama geliyor?
Vergi sistemimizde YEP’te söylendiği gibi gayrimenkul sahipleri gayrimenkullerinin değer artışından kaynaklı bir vergi ödemiyorlar. Literatür bu tip bir vergiye “şerefiye” adını veriyor. Şerefiye uygulaması veya diğer adıyla “değerleme resmi”, geçmişte Türkiye’de uygulanıyordu fakat yıllar önce kaldırıldı. Şerefiye kısaca devletin bir bayındırlık hizmeti sonucu değeri artan gayrimenkulün değer artışı üzerinden aldığı vergidir. Ancak uygulamanın verimli olması için değer artışının ne kadar olduğunu belirleyen ekspertlerin tarafsız olması gerekir. YEP’te bunun için yukarıda altını çizdiğimiz Taşınmaz Değerleme Sistemi kurulacağından bahsediyor.
Aslında adil gibi görünen bu tip bir vergi, vergi kapasitesini artıracağı gibi AKP’nin müteahhitlerle girdiği ahbap-çavuş ilişkisini de derinleştirebilir. Yeni bir imar planı veya yol, köprü, metro vb. bayındırlık hizmetleri sonucu zengin edilen müteahhitler edindikleri rant artışı üzerinden vergi ödeyeceklerdir. Böylece inşaat sermayesinin AKP’ye bağımlılığı pekişmiş olur, deyim yerindeyse parayı vermeyi kabul eden düdüğü çalar. Gayrimenkullerindeki değer kaybını telafi etmek isten varlık sahipleri devlet ile girdikleri ahbap-çavuş ilişkisi içinde geçmişten farklı biçimde, bu sefer para vererek bayındırlık hizmetlerinin ayrıcalığından faydalanabilirler. Şerefiye uygulaması geri gelecek mi göreceğiz.
Öte yandan AKP’nin kimlikler üzerinden oluşan kutuplaşmadan beslendiği de ortada. Bu sebeple kendisine oy vermeyenlerin oyuna talip değil, bunun yerine yıllardır kendisine oy verenlerin motivasyonunu devam ettirme peşinde. YEP’te öngörülen gelir artışı daha çok AKP’ye oy vermeyen orta gelir gruplarının tüketim alışkanlıklarına ve bu gelir gruplarının sahip olduğu varlıklara yönelecektir. Bunun için Gelir Vergisi’ndeki orta dilimlerin oranlarıyla oynamaktan tutun da, alkol, sigara üzerinden alınan ÖTV’nin artırılmasına, 2000 motor hacminin altındaki ticari olmayan orta düzey taşıtların Motorlu Taşıtlar Vergisi’nin artmasına veya Şans Oyunları Vergisi’ne kadar geniş bir vergi yelpazesine sahip.
Örnekler elbette çoğaltılabilir; Berat Albayrak’ın ifade ettiği “vergiyi tabana yayma”dan kasıt da budur. Oy deposu olarak konumlanan tarikat/cemaat ağları içine hapsolmuş kent çeperlerindeki yoksulları ürkütmemeye çalışan, öte tarafta kent dışında korunaklı konutlarda yaşayan sermaye sahiplerine can simidi olmaya çalışan, söz konusu maliyeti ise işçileşen kentli orta tabakalara yıkan bir YEP, AKP’nin bu krizden çıkış patikası olurdu.
Başarabilecekler mi göreceğiz…