Solun “sağa açılım” siyasetleri sağ tabanın sola doğru geçişine ve solun sağ tabana doğru genişlemesine değil tam tersine sol tabanın sağın hegemonyasına girmesine yol açmaktadır
Solun “sağa açılım” siyasetleri sağ tabanın sola doğru geçişine ve solun sağ tabana doğru genişlemesine değil, tam tersine sol tabanın sağın hegemonyasına girmesine ve bir süre sonra da sağ partilerin tabanı haline gelmesine yol açmaktadır
Ekmeleddin İhsanoğlu, kendisini 2014 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Tayyip Erdoğan karşısında MHP ile ortak Cumhurbaşkanı adayı gösteren CHP eliyle siyaset sahnesine kazandırıldı. Daha sonra MHP’den milletvekili oldu. Şimdi de seçimde Erdoğan’a oy vereceğini söylüyor.
Solun sağa açılarak genişletilmesi fikri oldukça eski bir “cin fikir”. Solun kitleselleşebilmesi, “halkla barışması” için toplumun sağduyusu ile (dinle, milliyetçilikle, bireycilikle) barışması gerektiği yargısından hareket eden bu yaklaşım uygulamada defalarca tam tersine sonuçlandığı halde ısıtılıp ısıtılıp yeniden piyasaya sürülüyor.
Adına kâh “demokratik sol”, kâh “Anadolu solu”, kâh “liberal sol”, kâh “ulusal sol” denilerek pazarlanan bu “sağı kapsama” girişimlerinin bir bilançosunu çıkaracak kadar çok deneyimimiz oluştu.
Hafızalarımızı Serbest Fırka ya da Demokrat Parti’ye kadar zorlamamıza da gerek yok. 1990’lardan bugüne uzanan çeyrek yüzyıllık yakın tarihte olanlara kabaca bir göz atmak dahi yeterli.
“Milliyetçi-muhafazakar değerlerle barışma”nın 1980 sonrasındaki ilk şampiyonu Ecevit oldu. Rakip bellediği SHP’nin HEP ile kurduğu ittifakı hedef alan Ecevit ultra-milliyetçi bir söylemle SHP’nin tabanında Kürt düşmanlığı eğilimlerinin gelişmesini teşvik etti. Böylece 1991 seçimlerinde SHP’nin oylarını 4 puan düşüren DSP oylarını 3 puan artırarak meclise girdi. DSP + SHP’nin oy toplamı bu seçimlerde %31,5 olarak gerçekleşti. SHP, DYP ile koalisyon kurarak Süleyman Demirel’in liderliği altında merkez sağ ile arasındaki farkı belirsizleştirirken, Ecevit de “tarikat açılımı”nı yaptı. Fethullah Gülen’le bir araya gelen Ecevit “laiklikle uzlaşan ve uzlaşmayan tarikatlar”dan söz ederek eski sosyalist ülkelere CIA tarafından monte edilen Gülen okullarına övgüler yağdırdı. Ne SHP’nin DYP ile koalisyon kurarak iktidar nimetlerinden faydalanması ne de Ecevit’in tarikat açılımı toplam “sosyal demokrat” oylarda bir artış sağlamadı. CHP + DSP + HADEP’in oy toplamı bu seçimlerde %29,5’e düştü. 1996 sonrasında Susurluk skandalıyla başlayan halk hareketi ve 28 Şubat süreci, düzen solunun dinciliğe doğru savrulmasını durdurdu, ama Baykal, DSP’nin Kürt düşmanlığını CHP’ye de empoze etti. “Sosyal demokrasi”deki bu kayma CHP’yi %8,7 ile barajın altına düşürdü, DSP’yi %22,2 ile birinci parti haline getirdi. Ama bu seçimlerde MHP de tarihinin en yüksek oy oranı olan %18’e ulaştı. Irkçı milliyetçiliğin ocağı MHP’nin bu yükselişinde “sosyal demokrasi”nin iki partisinin de Kürt düşmanlığında yarışa girmesinin bir rolü olduğu açıktı. “Sosyal demokratlar” ile ırkçı-faşistler arasındaki ideolojik ayrım çizgisindeki bu belirsizleşme DSP-MHP koalisyonunun kurulmasıyla daha da ileri bir aşamaya taşındı.
Sosyal demokrasinin sağa doğru yaptığı bu hamleler boyunca sağ tabandan bu partilere doğru bir yöneliş hiç görülmedi. Ama sol ile sağ arasındaki ideolojik politik farklılığın silinmesinin asıl etkisi 2001 krizi sonrasında sosyal demokrat seçmen tabanının kitlesel bir biçimde sağ partilere taşınmasında ortaya çıktı. Bu seçimde CHP + DSP + YTP %21,8 oy alırken Cem Uzan’ın lumpen milliyetçi Genç Parti’sinin %7,3’lük oyunun neredeyse tamamı DSP seçmeninden geldi. Bu seçmen daha sonra sola geri dönmedi ve büyük çoğunluğu AKP tabanına dönüştü.
Sosyal demokrat partilerin sağcılaştırılan tabanından dinbaz sağa doğru yaşanan bu heyelan, merkez sağ partilerin tabanının da bir bütün olarak aynı yönde hareket etmesiyle tamamlandı.
Sosyalist harekete yapılan liberalizm ve ulusalcılık aşılarının da sola herhangi bir katkı yapmadığı AKP iktidarında çarpıcı biçimde yaşandı. Türkiye solunun tarihine tıpkı “Kadroculuk” gibi kara bir leke olarak geçen “Yetmez ama Evet”çilik ve ırkçı ulusalcı “sosyalizm”, sosyalist solun onlarca yıllık mücadeleler içinden süzülmüş ilkelerini geniş halk kitleleri nezdinde değersizleştirdi. “Yetmez ama Evet”çiler ile AKP ve Gülen arasında oluşan geçişimlilik, ırkçı ulusalcı “sosyalistler”in tasfiye edilen kontrgerilla paşalarına sundukları “kurmay hizmetleri” sağın kitle tabanında sola doğru en küçük bir sempati yaratmadı ama geleneksel sol tabanın faşizmle, dinbazlıkla arasındaki ayrım çizgilerini algılayamaz hale getirdi. Aleviler içinde gelişen Türk milliyetçiliği ve Kürt düşmanlığı eğilimi bunun en somut ifadesidir.
Sonuç olarak solun toplumdaki dinci ve ırkçı eğilimleri aşma mücadelesini bir kenara bırakarak bunlarla uzlaşmaya gitmesini ifade eden “sağa açılım” siyasetleri sağ tabanın sola doğru geçişine ve solun sağ tabana doğru genişlemesine değil tam tersine sol tabanın sağın hegemonyasına girmesine ve bir süre sonra da sağ partilerin tabanı haline gelmesine yol açmaktadır.
Neoliberal sömürge kapitalizminin ve emperyalizm işbirlikçiliğinin açık bayraktarlığını yapan sağ iktidarların birbiri ardı sıra iflas etmelerine rağmen sağın hâlâ Türkiye toplumunun çoğunluğunu hükmü altında tutabilmesinin bir sebebi de sol ile sağ arasındaki ilkesel ayrımları belirsizleştiren bu “sağa açılım” hareketleridir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.