Kapitalizmin en vahşi yöntemlerini kendisine rehber edinen AKP, aslında bir avuç sermaye çıkarı için tüm canlı yaşamı Türkiye’nin dört bir yanında maden, enerji vb. yollarla yok etmekten geri durmamaktadır. Durum böyleyken canlı yaşamın bir parçası olan suyu, işgal girişiminde bir silaha çevirmesi ve halkları susuz bırakıyor olması uyguladığı politikalarının gereğidir. Hemen hemen hepimiz hatırlarız, geçmiş […]
Kapitalizmin en vahşi yöntemlerini kendisine rehber edinen AKP, aslında bir avuç sermaye çıkarı için tüm canlı yaşamı Türkiye’nin dört bir yanında maden, enerji vb. yollarla yok etmekten geri durmamaktadır. Durum böyleyken canlı yaşamın bir parçası olan suyu, işgal girişiminde bir silaha çevirmesi ve halkları susuz bırakıyor olması uyguladığı politikalarının gereğidir.
Hemen hemen hepimiz hatırlarız, geçmiş yıllarda suların günler boyu kesik olduğu ve aktığında da çeşmelerden çamurlu suların geldiği dönemi. Belediyeler, halkın sağlıklı suya erişimini sağlamak yerine, su havzalarını yerleşime ve sanayiye açarak suların kirlenmesine ve kullanılamaz hale gelmesine neden olmuştur. Bu uygulamalar ise tüm hızıyla devam ediyor. İstanbul’da Çekmece gölleri çevresindeki koruma bantları kaldırıldı, Alibeyköy Barajı çevresine sanayinin yerleşmesine göz yumuldu ve en son Küçük Çekmece Gölü, Sazlıdere Gölü ile Terkos Gölü Erdoğan’ın “çılgın” projesine yani ‘Kanal İstanbul’a kurban ediliyor. Bunlar yapılırken, Istranca Dağları’nın suları ve melen çayının suyu çalınarak İstanbul’a taşınıp susuzluğa sözde çare üretiliyor. Halen çeşmeden akan suyun temiz olduğuna ise kimse inanmıyor ve şişelenmiş suya mahkum bir hayat sürdürülüyor.
Bursa ve Sakarya başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında doğadan çalınarak şişeleme tesislerine taşınan sular, ambalajlanarak 110 ülkeye 429 bin 619 ton su ihraç edildiği duyuruldu. Su ihracatı yapılan ülkeler arasında İngiltere en büyük paya sahipken, 2. sırada Almanya bulunuyor. Bunlar dışında Körfez ülkelerinden de ciddi talep gören şişelenmiş sular Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, İsrail, KKTC, Katar ve Dubai gibi ülkeler ise, sıralamada üstlerde yer alıyor. En büyük pazarın ise, Türkiye olduğu biliniyor.
Türkiye’nin en büyük firmaları içine girmiş olan ‘Erikli Su’, Bursa’da kurulmuş olan ve Uludağ’ın sularını yasaların yarattığı olanaklarla doğadan alan ve gün geçtikçe büyümeye devam eden bir firma. Erikli Su 2006 yılında yüzde 60 hissesini Nestle Su’ya sattı. Nestle Su ise 2002 yılında Konukoğlu Grubu ile ortaklık kurup ‘Nestle Pure Life’ markalı suyu çıkardı. Bu evlilikler yaşadığımız tekelci sürecin açık bir göstergesiydi. Karadeniz’de inşa edilen bir HES’in açılışını o dönem Başbakan olan R.T. Erdoğan ve Abdulkadir Konukoğlu birlikte yapmışlardı. Açılışta konuşan Konukoğlu’nun “Nehirleri evlere taşıyacağız” sözleri dikkat çekiciydi. Dünya su tekellerinden biri olan Nestle’nin Konukoğlu Grubu’yla yaptığı ortaklık, Türkiye’de suyun artık büyük tekellerin hedefi olduğunu ve hızla metalaşacağını gösteriyordu. Ve artık su en pahalı metalaradan biri haline getirilmiş durumda.
Bir dönem çeşmelerimizden akan sular kirliyken hatta hiç akmazken, İstanbul’un her yerinde ayrık otu gibi su istasyonları ortaya çıkmıştı. Artık içme ve kullanma sularımızı bu istasyonlar aracılığıyla karşılıyorduk. Sonrasında belediye ve sağlık bakanlığı sahneye çıkıp bu suların sağlıksız olduğu gerekçeleri ile istasyonlar kapatıldı. Ancak bu süreç içinde damacana sular dikkat çekici boyutta hayatımıza girmeye başlamıştı ve halen halkın içme suyu ihtiyacı şişelenmiş damacanalarla karşılanıyor. Taşınan ve boru hatları ile getirilen çeşme sular ise, çalınan bölgelerde ciddi ekolojik yıkımlar yaratıyor. Kıbrıs’a kadar döşenen su boru hattının Türkiyeli bir şirket tarafından yönetilip ticarileştirileceği ve gerekirse İsrail’e kadar boru hattının taşınacağı, AKP’nin bakanları tarafından açıklanmıştı. Diğer taraftan tüm akarsular, nehirler ve dereler HES, baraj vb. yollarla önü kesilmekte ve sular farklı illere boru hatları ile enerji stratejisi ve madenler taşınıyor.
İnsan ve diğer bütün canlı yaşamın olmazsa olmazı olan su bir yandan sermaye birikimine bağlanırken, diğer yandan halkları terbiye etmenin ve cezalandırmanın bir aracı olarak kullanılıyor. Afrin’e yönelik Türkiye’nin yürüttüğü işgal girişiminde Fırat Nehri’nin binlerce yıldır hayat verdiği havza susuz bırakılarak, Afrin halkının teslim olması amaçlanıyor. Uzun süredir Dicle Nehri üzerinde de benzer uygulamaları Kürtlerin hayatlarını zehretmek adına hayata geçiren Türkiye, Afrin’in en önemli su kaynağı olan Fırat Nehri suyunu Atatürk Barajı kapaklarını kapatarak su akışını kesiyor ve yüzbinlerce insan susuz bırakılıyor. Afrin’in Metina köyünde bulunan Su Arıtma Tesisleri’nin ÖSO mensuplarının kontrolüne geçmesinden sonra Afrin kent merkezine giden içme suyu kesildi. Afrin’in bir diğer su kaynağı olan Afrin kent merkezinin su ihtiyacının önemli bir kısmını karşılayan Meydanke nahiyesindeki barajda bulunan su arıtım merkezi, geçtiğimiz günlerde Türk savaş uçakları tarafından bombalanmasının ardından Afrin tamamen susuz bırakıldı.
Su insan ve diğer tüm canlıların varlık nedeni olan elementlerin başında gelmektedir. AKP İslami söylemlerle halkı yedeklemeye çalışırken, suyun bir silah olarak kullanılamayacağını inandığı değerler üzerinden bilmesi gerekir. Kapitalizmin en vahşi yöntemlerini kendisine rehber edinen AKP, aslında bir avuç sermaye çıkarı için tüm canlı yaşamı Türkiye’nin dört bir yanında maden, enerji vb. yollarla yok etmekten geri durmamaktadır. Durum böyleyken canlı yaşamın bir parçası olan suyu, işgal girişiminde bir silaha çevirmesi ve halkları susuz bırakıyor olması uyguladığı politikalarının gereğidir.