İstismar suçunu işleyen kim olursa olsun evrensel hukuka uygun olarak cezalandırılsın. Lakin istismar edeni “asmak” gibi bir önlem(!) dahi istismar edeni yok eder ama istismarı yok etmez
İstismar suçunu işleyen kim olursa olsun evrensel hukuka uygun olarak cezalandırılsın. Lakin istismar edeni “asmak” gibi bir önlem(!) dahi istismar edeni yok eder ama istismarı yok etmez
İstismar, hırsızlık, acımasızlık gibi daha birçok olumsuzluğun, hatta suçun “tekil” veya “münferit” olmaktan çıkıp toplumsal boyutlara ulaşmasının birden çok nedeni vardır ama asıl neden toplumsal düzen ve rejim ile doğrudan ilgilidir.
Örneğin toplumsal yaşamda istismarın, hırsızlığın ve acımasızlığın birden bire değil, toplumsal düzenin temelini oluşturan üretim ilişkileri ve onunla doğrudan ilintili sosyo-kültürel yapılanmanın, sadece hastalıklı bir davranış olarak açıklamanın yetmediği ama kesinlikle bir neden sonuç ilişkisi olarak yaşam biçimine dönüştüğü bir gerçektir.
Günümüz Türkiye gerçekliğinde artan istismar, hırsızlık (komplike ve kılıfı uydurulan hırsızlıklardan söz ediyoruz) ve acımasızlık vakalarının elbette böylesi bir düzeni hayata geçirmeyle doğrudan ilişkisi vardır. Hiçbir kötülük ve çürümüşlük yoktan ve nedensiz var olan bir şey değildir. Kökenleri, nesnel koşulları ve hayat bulduğu fırsatlar ile varlık ilişkisi somuttur.
Sonuç itibariyle düzenin, “masum, temiz, düzgün ve dürüst” koşulları üretmediğine ve gerekçelendirmediğine dair elimizde yeterince yaşanmışlık söz konusudur. İnsanların doğuştan getirdiği özellikler nedeniyle istismarcı olması diye bir şey olmadığına göre, toplumsal düzenin yüz yıllardır oluşturduğu kültürel genetik kodlar ile beslenilmemiş olunsaydı bunca yaşadıklarımız karşısındaki tavrımız, yetkililer başta olmak üzere bu kadar olağan olmazdı.
Bu topraklar Osmanlı dönemlerinden bu yana bakıldığında istismar, hırsızlık ve acımasızlığa dayalı toplumsal ilişkilerin ürettiği kültürel genetik ile varlığını taşımaktadır. Elbette istismar, hırsızlık, acımasızlık kişi davranış pratiğidir. Ama kişisel bir sonuç veya ürün değildir. Var olan düzen ve o düzeni oluşturan gruplar, topluluklar, kurumlar, bunların rolleri ve rolleri oynayan figürlerin asalak, edepsiz, sorumsuz, vasıfsız ve vasat olmalarının bir sonucudur. Feodaliteden faşizme uzanan ilişkilerin izleri, etkileri ve işleyişini düzen değişikliği şekliyle reddetmedikçe başta istismar olmak üzere çürümüşlükten kurtulmak tam olarak mümkün görünmemektedir.
İstismar, hırsızlık ve acımasızlığı yok etmeden temizlenmek elbette mümkün değildir. Ama bunlar tam olarak düzene ve düzen değişikliğine işaret eder ve düzenin değişimini zorunlu kılar. Çünkü konu ve sorun doğrudan düzen meselesidir. İstismarın hırsızlığın ve acımasızlığın olmasıyla veya olmamasıyla toplumsal düzen arasındaki ilişki doğrudan bir ilişkidir.
Son yıllarda cinsel istismar olaylarının artışı gerçeğini kimse inkâr edemiyor. Öyle ki, ilgili hükümet bazı bakanlardan oluşan bir istismar komisyon kurarak yeni yaptırımlar ve önlemler üzerinde çalışacağını söylemek durumunda kalıyor.
Peki, durum bu kadar kabul edilebilir hala gelmiş ve istismar olaylarının sürekli artıyor oluşu en yetkili kişiler tarafından dahi kabul ediliyorken, “9 yaşında çocuk evlenebilir” açıklaması yapanlar ile istismar arasında bir ilişki olup olmadığını sorgulamamak ne anlama gelmektedir? Aynı şekilde regl olma ile evlenme çağı ilişkisini kuranların ortalıklarda geziyor ve hatta saygı görüyor olmalarının önlenmiyor olmasıyla istismar arasında bir bağlantıyı kurmadan alınacak önlemler nasıl bir etki yaratabilir ki? Bu memlekette hukuk literatürüne girmiş “küçüğün rızası” gibi bir ifade hala oralarda bir yerlerde duruyorken istismarın önlenmesi diye bir şeyi ciddiye almak mümkün müdür? Bazı vakıf, tarikat ve benzeri “dinci, gerici piyasacı” kuruluşların çatısı altında yaşandığı kanıtlanan birçok taciz ve tecavüz olaylarını güya birkaç “sapkına” yükleyerek, her şeyin yine aynı şekliye devam ediyor olmasının istismar olayları ile ilişkini kurmadan, istismar meselesinin çözümü düşünülebilir mi? İstismarı “zina” diye nitelendiren bir zihniyetin ve yaklaşımın istismarı ne denli önemsizleştirdiğini dahi bilmeden istismarı önlemesi ve çözüm bulması olası mıdır?
Önlem meselesine gelince, her zaman olduğu gibi “güruh” niteliğine bürünen büyük bir kitle her gün yaşanan türlü istismar vakalarında kılı kıpırdamayanlar iş moda haline geldiğinde kurtuluşu ve çözümü istismarcıyı asmak, hadım etmekte buldu. Elbette istismar suçunu işleyen kim olursa olsun evrensel hukuka uygun olarak en ağır şekilde cezalandırılsın. Lakin istismar edeni “asmak” gibi bir önlem(!) dahi sadece istismar edeni yok eder, istismarı yok etmez. İstismarcıları yok ederek istismarı yok etme anlayışı yerine, istismarı yok ederek istismarcıları yok etme anlayışı işte o sözünü ettiğimiz düzen temelli çözüm anlayışının özüdür.
Cinsel istismarın sadece “cinsel arzu sapkınlığı” veya “kontrolsüzlüğü” ile ilgili bir şey olmadığının bilinmesi, teşhisi, dolayısıyla da çözümü farklılaştıracaktır.
Cinsel istismarı sadece sapkınlık veya birkaç sapkının işi olarak görmek demek bu kötülüğün ve çirkinliğin bir insanlık suçu, savaş suçu, öldürme ve yok etme suçu ile ilintili olduğunu görmemek veya görmek istememek demektir.
Böyle görülmediği, algılanmadığı ve yerleşmediği sürece alınacak her türlü önlem anlık, göreceli ve sınırlı bir önlem olarak kalacaktır.
İstismar vakalarının bitirilmesi ile düzen arasında bir ilişki olduğunu düşünenlerin, nedensellikleri de çözümleri de düzene ilişkin olmak zorundadır. Örneğin evlilik, evlenme yaşı, cinsellik, kız çocukları, zina, taciz gibi birçok konuda fetvalar veren kurum ve kişilerin lağvedilmesi, ekarte edilmesi, pasifize edilmesi, engellenmesi ve suçlu sayılması gibi önlemler düzene ilişkin çözümlere girer. Bunu anlamadan söz konusu sorunu toplumsal bir düzen sorunu olarak görmeden, “istismarı üreten” düzen/düzenin işleyişi ve düzenin kurumları olduğunu kabul etmeden cinsel istismar ile başa etmek mümkün görünmemektedir.
Bunun için öncelik, bu konularda sapkınlık düzeyinde dini referanslar veren yaklaşımları, kurumları ve ilgili kişileri mahkûm etmek ve etkisiz hale getirmektir.
İkincisi çocuk sağlığı ve her türlü güvenliği ile ilgili mevzuatların ve uluslararası sözleşmelerin ciddi biçimde uygulanmasının sağlanmasıdır. Lakin bu konuyla ilgili kurumların yetkili ve ilgili olanlarının çoğu “istismar konusunda” yeterince duyarlı olmadığı gibi sapkın fetvaları ciddiye alan kişiler olduğu veya olabileceği gerçeğinin de altını çizmek gerekir.
Dahası taciz ve tecavüz gibi suçları salt cinsel arzu aracı ve davranışı olarak değil, şiddetin bilinçli bir şekilde zarar vermenin aracı olduğunu kabul etmek gerektiği açıktır. Tecavüzlerin bir savaş ve işgal yöntemi ve gerçeği olduğu ve dolayısıyla bir insanlık suçu olduğu kabul edilmelidir. İstismara ilişkin algı ve ilerleyen süreçte oluşturulacak kültür devlet ve toplum katında bu şekliyle yerleştirilmeli ve düzenlemeler bu şekliyle yapılmalıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.