Bazı üniversitelerin “araştırma üniversitesi” kapsamına alınmasını Öğrenci Kolektifleri’nden İTÜ öğrencisi Uğur Cucu ve MSGSÜ öğrencisi Denizcan Sarıkaya ile konuştuk
Saray’da gerçekleşen akademik açılışta Tayyip Erdoğan’ın ve YÖK Başkanı Yekta Saraç’ın bazı üniversitelerin “araştırma üniversitesi” kapsamına alınacağı açıklamalarını üniversiteliler Sendika.Org’a değerlendirdi. Üniversiteliler, araştırma üniversitelerinin bilgi üretim sürecini piyasa ihtiyaçlarına göre tam kontrol altına almaya yönelik Üretim Reform Paketi’nin uygulama laboratuvarları olarak yeniden yapılandırılabileceğini söylüyor
Tayyip Erdoğan ve YÖK Başkanı Yekta Saraç, Saray’da gerçekleştirilen Akademik Yıl açılış etkinliğinde bazı üniversitelerin “araştırma üniversitesi” kapsamına alınacağını açıkladı. Erdoğan, bu kapsamda değerlendirilecek üniversiteleri de duyurdu: Ankara Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Erciyes Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, Gebze Teknik Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, İzmir Yüksek Teknoloji Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi.
Öğrenci Kolektifleri’nden İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencisi Uğur Cucu ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğrencisi Deniz Can Sarıkaya, iktidarın üniversitelere yönelik bu yeni hamlesi hakkında üniversitelilerin ne düşündüğünü Sendika.Org’a anlattı.
Erdoğan’ın ve Saraç’ın açıklamaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Araştırma üniversiteleri ile nasıl bir dönüşümün sinyali verildi?
Uğur Cucu: Bu açıklamayı Üretim Reform Paketi’nin amaçları ile okumak gerekiyor aslında. AKP’nin akademiye yönelik saldırısının, ihraçların ardından üniversiteyi piyasa ile daha çok ilişkilendirme hedefiyle birtakım yasal düzenlemelere gidilmişti. Üretim Reform Paketi de piyasacı saldırganlığın çerçeve bulmuş hali olarak önümüzde duruyor.
Üniversiteye yönelik düzenlemelerin başında Yükseköğretim Kalite Kurulu geliyor. Üniversitede üretilen bilginin nasıl yönetileceği sorunu AKP ve sermaye için önemli bir noktada duruyordu. Bu mekanizma ile hem üretilen bilginin hangi yatağa akacağı düzenlenirken hem de neyin üretileceğine dair de bir sınırlama çiziliyor.
Örneğin, özellikle teknik üniversitelerin amfilerinde mühendislikle ilgili anlatılan hemen her konu savaş ve savunma teknolojilerinden örneklerle açıklanıyor, üretilen ve öğretilen bilginin piyasada nasıl daha yüksek değerden satılabileceği tartışılıyor, enerji ihtiyacı ve üretiminin sonucunda yaratılacak doğa tahribatının üzeri örtülüyor ya da çok cılız şekilde bu tahribatın kabulü söz konusu oluyor.
Söz konusu Yükseköğretim Kalite Kurulu ile muhtemeldir ki bu sermaye yanlısı doğa düşmanı anlatı ortak bir hedefe yönlendirilecek. Bu hedef de üniversite ile piyasa işbirliğini günün ekonomi-politik ihtiyaçları doğrultusunda yeniden dizayn etmek olacak.
Deniz Can Sarıkaya: Ayrıca merkezi bir Kalite Kurulu yerine her üniversitenin bünyesinde kurulması planlanan Yükseköğretim Kalite Kurulları söz konusu. Yani her üniversitenin başına üniversiteden piyasaya akacak olan sermaye hareketlerinin trafik polisliğini yapacak, bu yolda sorun çıkaran; doğa-yaşam yanlısı, sermayeye yük olacak mühendislik projelerinden tutun da sermaye yanlılığına, gençliğin ucuz işgücü olarak görülmesine karşı çıkan, akademik-ekonomik özerkliği savunan üniversitelilere kadar, üniversite unsurlarını etkisizleştirmeye kadar varacak olan yeni YÖK’çükler gelecek.
Saraç ifadelerinde sürekli tüm üniversitelerin birbirinin aynısı olduğundan şikayet ederek farklı değerler üretmenin öneminden bahsediyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Deniz Can Sarıkaya: Bahsedilen farklılaşma, alanda ihtisaslaşmanın amacı teknoloji ve araştırma üniversiteleri adı altında şirket üniversiteleri kurmanın önünü açmak. Daha önce de gündeme gelen bu üniversitelerde gerçekleşecek bilgi üretim süreçlerinde en büyük söz sahibi şirket temsilcileri olacaktır. Üretilen bilgi/teknoloji şirkete kar getirdiği ölçüde teşvik edilecek, üniversiteliler ise sermayeye ucuz işgücü olmak hedefiyle eğitileceklerdir.
Sermayeye nasıl yarar sağlayacak “Araştırma üniversiteleri?”
Uğur Cucu: Araştırma üniversiteleri de Üretim Reform Paketi’nin uygulama laboratuvarları olarak yeniden yapılandırılacağa benziyor. Bahsi geçen 10 araştırma üniversitesi ülkenin köklü üniversitelerini de içerisinde barındırıyor. Bu üniversitelerin akademisyenleri AKP’nin mega projelerinde, doğa ve kent düşmanı projeleri için olumlu ÇED raporları sunan akademik kadroları oluşturmakta. Bu taraftan da bakıldığında üniversitenin akademik kadrolarınca içselleştirilmiş ve/veya mecbur bıraktırılmış bir sermaye yararına süreçler işletiliyor. Akademik olarak yükselebilmek için üniversite bünyesindeki teknokentlerde çalışma ve şirketlerle bağı olma zorunluluğu getirilmiş durumda.
Peki bu araştırma üniversitelerinde okuyan öğrencileri ne bekliyor olacak?
Deniz Can Sarıkaya: Bu üniversitelerde okuyan öğrenciler Üretim Reform Paketi’nin netleştirilen maddeleriyle doğrudan etkilenecektir. Örneğin, fen ve mühendislik fakültesi öğrencilerinin dördüncü sınıfta bir yarıyıl sanayi kuruluşu, AR-GE araştırma şirketi, teknokent gibi şirketlerde çalışmasını zorunlu tutuluyor. Bu düzenlemeyle birlikte asgari ücretin yüzde 35’i karşılığında şirketlerde çalışacak mühendislik öğrencilerinin payına mezun olmadan kölelik düzenini deneyimlemek düşüyor.
Uğur Cucu: Bu köklü üniversitelerin öğrencilerine sorulduğunda ise iki farklı bakış açısı karşımıza çıkmakta. İlki daha üniversite okurken piyasa koşullarına atılmak tecrübe kazanmak olarak değerlendiriliyor. Bir diğer taraftan da bir İTÜ’lünün bir ODTÜ’lünün vs. asgari ücretin üçte biri ücretle çalıştırılmasının olanaksız olduğu savunuluyor. Ancak hem bu köklü üniversitelerde hem de diğer Anadolu üniversitelerinde bu uygulamalarla karşılaşıyoruz. Örneğin, Mersin’de teknoloji fakültesindeki öğrencilerin şirketlerdeki dönemlik çalışmalarında şirketten hiçbir şekilde ücret alamadığını biliyoruz.
Peki üniversitelerde gündelik olarak nelerle karşılaşıyorsunuz?
Uğur Cucu: Önceden üniversitelerde kariyer kulüpleri, seminerler ile bizlerin ilgisini çekmeye çalıştılar. Bunlar tercihe bağlı işletiliyordu. Şimdi tercihe bağlı olan bu durum değişiyor. Artık bu biçim değişti. Ders haline getirerek zorunluluk getiriyorlar. Örneğin İTÜ’de ‘danışmanlık dersleri’ zorunlu ders. Bir sınıfın danışma hocası olurdu. Bu hocaya gidip karşılaştığın herhangi bir akademik sorunu, ders ekleme, çıkarma işlemlerini birlikte halledebiliyorduk. Danışman saatleri vardı. Şu anda zorunlu bir ders oldu. Bu derslerde ne konuşulacak? Bence bu derslerde, teknokent sunumları, Ford-Otosan sunumları vb. teşvik konuşmaları olabilir. Bu dönemde İTÜ’de uygulanacak.
Deniz Can Sarıkaya: Mimar Sinan Güzel Sanatlar’da ise kredi doldurmaya çalışıyor öğrenciler. Çünkü üniversitenin belirlediği toplam kredi puanına ulaşamayan kimse mezun olamıyor. Ama şöyle bir problem var ki, bazı bölümlerde bütün derslerin kredilerini toplasan bile o puana ulaşamayabiliyoruz. Aynı zamanda dönemlik krediler arttırılıyor. Bu da bizim için başka bir krize yol açıyor. Üniversiteliler sadece dönem boyunca kredi tamamlamaya endeksli bir üniversite dönemi geçirmiş oluyor.
Söyleşi: Gül Gündüz
Sendika.Org