Referandumun elimizden çalındığı gece milyonların sokak isteği tarihin kırılma anlarından birisiydi. Siyasetin “korumacı” yaklaşımı ile sokak fobisi, hakkımızı başında koruyamamış olmanın yüreklerimizdeki ağırlığını ve en sonunda korumamızın bize daha pahalıya mal olacağını bilerek mücadeleyi sürdürmek zorundayız artık Elimizden çalınan bir referandum sürecinin arkasında her yerde “Hayır” cephesinin nasıl bir arada tutulacağı üzerine tartışmalar yürütülüyor. Neredeyse […]
Referandumun elimizden çalındığı gece milyonların sokak isteği tarihin kırılma anlarından birisiydi. Siyasetin “korumacı” yaklaşımı ile sokak fobisi, hakkımızı başında koruyamamış olmanın yüreklerimizdeki ağırlığını ve en sonunda korumamızın bize daha pahalıya mal olacağını bilerek mücadeleyi sürdürmek zorundayız artık
Elimizden çalınan bir referandum sürecinin arkasında her yerde “Hayır” cephesinin nasıl bir arada tutulacağı üzerine tartışmalar yürütülüyor. Neredeyse beş benzemez Hayırcılar bir arada nasıl tutulacak? Referandum sürecinde, bu beş benzemezi bir araya getiren ortak payda ne idi ki, herkes kendi Hayırını örgütlerken, sandıkta buluşabildi? “Herkesin hayırı kendisine” çalışmasından, hayır hepimizin aşamasına nasıl geçeceğiz?
İçimizdeki biriken ve hakkımız olanın elimizden alınması karşısında, avazımız çıktığı kadar bağıramayan, yumruk gibi boğazımıza düğümlenen haklılığımız karşısında, milyonlarla sokaklarda buluşamayan bizler, içimizdeki haklı kuvveti nasıl kudrete dönüştüreceğiz?
Bazı dönemler ve zamanlar vardır. Bunlar geleceğimizin ve tarihimizin mihenk taşları olan kırılma zamanı, demirin bükülme anıdır. Ya o hamleyi yapar demiri bükeriz, ya da demirle birlikte dövülmeye devam ederiz. Bu kırılma anlarını kaçırmak tarihe karşı yapılmış çok büyük haksızlıktır. Bu zamanlarda diş göstermeyi bilmek, cesaretin şakasının olmadığını, emeğin çalınamayacağını karşımızdakine göstermek, sonucu ne olursa olsun tarihsel zorunluluğumuzdur. Cumhuriyeti nasıl kazandıysak, onun değerlerini öyle savunmanın zorunluluğumuz olduğu gerçeğinden uzaklaşmak, korku eşiğinin aşıldığı referandum sürecinde, korkuyu sokaklara ve akıllara salmak, siyasetin yaptığı en büyük hatalardan birisidir.
Akıllı Yaşama Sanatı kitabında “Hakkımızı en sonunda korumak, başında korumuş olmamamızdan daha pahalıya mal olacaktır” diyen Baltasar Gracian’a hak vermemek elden değil. Referandumun elimizden çalındığı gece milyonların sokak isteği tarihin kırılma anlarından birisiydi. Siyasetin “korumacı” yaklaşımı ile sokak fobisi, hakkımızı başında koruyamamış olmanın yüreklerimizdeki ağırlığını ve en sonunda korumamızın, bize daha pahalıya mal olacağını bilerek mücadeleyi sürdürmek zorundayız artık.
Öyleyse ne yapmalı.? Latin Amerika halkının deneyimleri ve bizim referandum sürecinde söylediklerimiz ve eylediklerimiz üzerinden bu süreçten başarılı çıkmanın yollarını birlikte alt alta yazalım.
Zorlu ama bir o kadar da umutlu bu mücadele sürecinin anahtarları, kendi kaynağımızdadır. Ayrı ayrı yerlerde de olsa, farklı düşüncelerde de olsa, hayır oyu verenleri sandıkta bir araya getiren, Cumhuriyet değerleri ve bu değerlerin yarattığı demokratik hakların ve ortamların kaybedilmemesi idi. Bu gerçekliğin farkında olarak, referandum sonrası örgütlenmenin ana kurgusunun, emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesinin sonucunda Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulan cumhuriyet fikrinin, bugün evrensel demokrasi, evrensel hukuk ve insan hakları mücadelesi ile taçlandırılması olması kaçınılmazdır.
Latin Amerikalı devrimcilerin başardığı gerçeklik tam da budur. Ülkenin bağımsızlık mücadelesini ve onun liderlerini sahiplenerek, onların başlattıklarını tamamlamaktı. O nedenledir ki Latin Amerika devrimci hareketleri, bağımsızlık mücadelesinin önderlerini, Simon Bolivar’ı, Jose Marti’yi içselleştirdiler. Bu içselleştirme Latin Amerika halklarına ait türkülere kadar yansıdı. Che Guevara’nın öldürülmesinin ardından Victor Jara’nın bestesiyle “Zamba Del Che”nin sözlerinin anlamı ideolojik zeminin sanatsal ifadesi idi.”Bolivar gösterdi yolu, ve Guevara izledi onu, halkımızı kurtarmaya sömürücülerin iktidarından”.
Elbette ki deneyimleri bağlamından koparmamak önemli ancak referandum sürecinin bize gösterdiği tam da bu yoldur. Şimdi hepimize düşen aklımızı ve yüreğimizi amasız ve önyargısız bir yolculuğa çıkartmaktır.
Referandum sürecindeki iyimserlik sürecinde, Şili deneyimini kaleme almış birisi olarak, önceki süreci yazmamı istediklerinde hep bir isteksizlikle cevap verdim gazeteci dostlarıma. Ben bu bölümü yazmak istemiyorum diye. Şimdi eğer birlikte davranmaz isek hile ile elde edilmiş bir referandum sürecinin sonrasının nasıl şekilleneceğini Şili halkının yaşadıklarından görmek zor değil.
Pinochet, Şili’de anayasal değişiklikle tüm yetkileri eline alınca, baskı sürecini gevşeterek önce toplumu rahatlatmaya çalıştı.Sonrasında, patlayan grevler ülkenin her yanına yayılınca, kontrolü kendi taraftarlarını sokağa davet ederek gerçekleştirdi. Toplu gözaltılar, ölümler, toplumsal muhalefetin önderlerinin kaçırılarak öldürülmesi, siyasal dergilerin kapatılması, kitle iletişim araçlarına sınırlamalar getirilmesi, her gün patlayan bombalarla, güvensiz sokaklar 1973 yılındaki darbe günlerinden daha ağır koşulların yaşandığı bir Şili yaratmıştı. Öylesine bir ortamdaki, Pinochet’nin kurduğu Milliyetci Cephe bile yaşanan vahşeti kınamak zorunda kalıyordu. Pinochet’ye karşı ayaklanan ülkede, cezaevlerinde yer kalmadığı için stadyumlar darbe dönemlerindeki gibi bir kez daha doluyordu. Yoğun baskı altında yürütülen toplumsal muhalefet ise dönem dönem patlayarak herkesi bir araya getiriyordu. Böyle bir dönemin arkasından Şili’de cephe süreçleri kurulmaya başlamıştı. Çünkü Pinochet tüm yetkileri ele geçirerek elde ettiği güçle parçalı bir muhalefetle devrilemeyecek durumdaydı. Benzer süreçleri yaşayacağız anlamına gelmesin bu yazılanlar. Ancak adaletin ve hakların olmadığı bir ortamda daha ötesini tezahür etmemize engel olacak bir süreç de yok.
Şimdi hile ile elimizden alınan bir referandum sonrasında, hayır oyunu örgütleyen her kesimin söylediği ve attığı her adım sadece kendisini bağlamıyor. Zımni olarak kurulmuş bu cephe içerisindeki her adım özgür ve demokratik bir ülkede yaşam hayallerimizi, umudumuzu ya güçlendiriyor ya da zayıflatıyor. Daha referandum sürecinin meşruiyet tartışmaları devam ederken 2019 yılı başkan adayının aranması, hakkımız olan ve bizden çalınan referandum sonucundan vazgeçmiş bir siyasetle hepimize ağırlık veriyor. Bir arada durabilmenin ve gelecek günlerdeki bir aradalığı güçlendirmenin ön koşulu referandum sonucunun gayrimeşruluğunu güçlendirmektir.
Sonuç yerine;
Cumhuriyetin 100’üncü yılı ve gelecek yüzyılın özgürlük ve demokrasi projesi: Referandum sürecinde sahada yapılan çalışmalar bizlere çok şey öğretti. Aynı seslere değil, farklı seslere yürek açanlar, bitmemiş bir hikayenin yarım kalmasını istemiyorlar. Cumhuriyet ve onun kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e duyulan sevgi ve inancı yaşlı teyzelerin gözyaşlarında, çocukların parlayan gözlerinde gördük. Laiklik, demokrasi, cumhuriyet hiç bu kadar bilince çıkmamıştı, bunu yürekten hissettik.
Şimdi referandum sonrası yeni bir hikayenin yazılacağı, söyleniyor yazılıyor. Bizim güçlü bir hikayemiz var. Emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesinin verildiği güçlü bir hikayemiz var. Neoliberalizmin değirmenine su taşıyan çakma hikayelere ihtiyacımız yok. Referandum analizleri bu hikayenin gücünü ortaya koyuyor. İlk defa oy kullanan gençlerin yüzde 60’ı, bu çakma hikayeye inanmadığını hayır oyu vererek deklare etmiş oldu. Büyük kentler, cumhuriyet devrimlerinin sağladığı çağdaş yaşam tarzından, laiklikten vazgeçmeyeceklerini hayır oyu vererek deklare ettiler. Kürtler, barış ortamının böylesine ötekileştirilmiş böylesine baskı altında düşmanlaştırılmış politikalarla gelemeyeceğini, kardeşçe ve insanca yaşamak istediklerini hayır oyu vererek deklare ettiler. Ülkücüler, cumhuriyetin kurucu değerlerinden vazgeçmeyeceklerini, hayır oyu vererek deklare ettiler. Hiçbirimiz için özgürlük ve adalet getirmeyecek, yaşam tarzlarımızı ve haklarımızı tehdit edecek yeni hikayeler yazmak isteyenler, hayır diyenlerin bitmemiş cumhuriyet ve laiklik hikayesine tutunduklarını gördüler. Çakma hikayelerle, hikayemizi çalmaya çalışacaklar şimdi. Şimdi hepimize düşen cumhuriyetin 100’üncü yılında, gelecek yüzyılın özgürlük ve demokrasi projesini inşa edecek bir yol haritası ile cumhuriyeti, evrensel demokrasi, evrensel hukuk ve insan hakları mücadelesi ile taçlandırmaktır. Bu yol haritasının ipuçları referandum sürecindeki pozitifliğimizde, yaratıcılığımızda, hoşgörümüzde ve kararlılığımızda bulunmaktadır.
Referandum sonrasında, partili cumhurbaşkanlığı, tasfiye edilen parlamentonun işlevsizliği, adaletsizlik, güvencesizlik, el koymalar, sürekli OHAL ile halkımız görerek, dokunarak, hissederek faşizmi öğrenme yoluna girdi. Siyaset ve toplumsal muhalefette bu yeni sürece dair, somut durumun somut tahlilini yaparak, mücadeleye devam edecek. Nasıl ki rejimle hesaplaşma, cumhuriyeti ve değerlerini bilince çıkartarak hiç olmadığı kadar sahiplenilmesine yol açmışsa, bu süreç de demokrasinin ne kadar vazgeçilmez olduğunu kaybedeceklerimizin ne kadar kıymetli olduğunu bilince çıkartacak.
Zorlu ve umutlu bu mücadele sürecinde umutlu ve cesur olmaktan başka çaremiz yok. Cesur olmalıyız, inançlı olmalıyız. Hayır demenin özgürlüğünde birlikteliğimiz, bu cesaret ve inancın içerisinde yüreklerin geçirgenliğinde örgütlenecektir “Cesaret, gerekli anlarda kullanmak üzere kınında hazır bekletilen bir kılıç gibi olmalıdır. Yürekteki korkaklık, fiziksel korkaklıktan daha alçaltıcıdır.” diyor Baltasar Garcian. Özgür bir vatan için korkunun yüreklerimizi teslim almasına izin vermeyelim.