Bunca yıllık iktidarında AKP’nin içeremediği ve kullanamadığı tek söz devrimcilerin ürettiği gerçek sözdür. AKP’nin bunca yıllık iktidarında barışamadığı tek hareket, hak mücadeleleridir. Bu gerçek, yeni bir toplumsal kuruluş programının da nüvelerini içermektedir
Sosyalizm fikri, mücadelesi ve inşası için Cumhuriyet’in içererek aşılması; Cumhuriyet’in devamının sağlanması için de sosyalizmin kurulması zorunluluktur. Cumhuriyet ile sürekliliğini oluşturamamış sosyalizm fikri, kendi kopuşunu gerçekleştiremeyecek ve ütopyacılık olarak kalacaktır. Sosyalizm ile kopuşunu gerçekleştirmeyen Cumhuriyet savunusu da tutuculaşmaya ve daralmaya mahkûm olacaktır
Referandumun aynasına iyi bakmak gerek. Oraya yansıyanlar ve anlamları doğru değerlendirilirse, yalnızca kısa vadeli aktüel sonuçları değil, orta uzun vadeli ideolojik-politik potansiyelleri de görülecektir ki bu potansiyeller Türkiye devriminin programını da hiç azımsanmayacak netlikte göstermektedir.
Referandum sandığından “evet” veya “hayır” çıkmasının, geniş emekçi halk sınıflarının içine çekileceği mücadeleyi değiştirmediği açık olsa gerek. Dolayısıyla, sonrasındaki kısa vadeli moral-motivasyon etkisi (ki bu etki de AKP tarafından bir iki günde bile bertaraf edilebilir ve tersine çevrilebilir tabii ki. Tam burada devrimcilerin görevi, bu moral kırımını engellemeye çalışmak olmalıdır) dışında Hayır’ın referandum sonrasındaki sonucunu değil işlevini görmek, bunun için de asıl olarak referandum öncesi gösterdiklerine bakmak gereklidir.
Hayır “cephesi”nin aktüel bileşimi, geniş laik cumhuriyetçi halk kitleleri ile emekçi sınıfları barındırmaktadır. İşçi sınıfının kurtuluş mücadelesi ile aydınlanma değerlerin savunusu, birbiriyle şimdiye dek hiç görülmediği kadar örtüşmektedir. Bu örtüşme, gerek aktüel politik gerekse de teoriktir.
Bu tespit, aynı zamanda verili aktüel politik ve teorik tercihlerimizin eleştirel şekilde gözden geçirilmesini içermektedir/içermelidir. Sosyalist teori ve pratik üzerindeki, biri liberal diğeri etnik, iki gölgenin kaldırılması hem tespitler hem de mücadele programı bakımından şarttır.
Kürt siyasal hareketinin “Hayır” tercihi ise çok kıymetli olmakla birlikte tarihsel değil, daha çok pratik kaygılarla ilgili görünmektedir. Kürt politikleşmesi içindeki sınıfsal ve ilerici potansiyeli de göz önünde bulundurarak, ortak gelecek ufkunu taşıyan unsurlarıyla birlikte hareket etmenin yolları da aranmalı, tam bağımsız bir Anadolu devriminin ittifakları böylesi bir bileşimi dışarıda bırakmadan oluşturulmalıdır. Bu, aynı zamanda, içererek aşılması gereken cumhuriyete dönük eleştirilerin de en önemli başlıklarından birini oluşturmaktadır.
Günümüzde yaşanıyor olan, tarihsel bir gerilimdir ve bu gerilimin, AKP’nin bile öngörmediği şekilde, AKP’yi aştığı söylenebilir. Referandumda istenen anayasa değişikliğinin gerçekleşmemesi ve hatta AKP’nin yerine başka bir partinin iktidarı alması halinde bile, şimdiye kadarki hukuki, bürokratik ve sosyolojik yıkım, cumhuriyetin ilerici karakterinin sürdürülmesini imkânsıza yakın hale getirmiştir. AKP, yaklaşık dört sene öncesine kadar cumhuriyeti “elemine etmeye” çalışırken, aynı ülkede yaşadığı pek çok siyasal aktörü de kendisiyle birlikte yeni düzene “taşımaya” çalıştı. Kürt sorunu için “çözüm süreci”, Alevi sorunu ve Romanlar gibi etnik azınlıklar için çeşitli “açılım”lar yapıldı. Eş zamanlı olarak, ordu, MHP, kontrgerilla gibi “eski” Türkiye’nin etkili siyasal aktörleri de tasfiye edilmeye çalışıldı. Böylece AKP’ye alternatif olacak veya sorun çıkaracak aktörler devre dışı bırakılırken temel meşruiyet ve destek zemini de oluşturulmak isteniyordu. Son dört yıllık politikalarında ise buna tezat bir durum görünüyor. AKP, cumhuriyeti elemine etmeyi hala istese ve buna çalışsa da çözüm ve açılım süreçlerini rafa kaldırarak ilgili toplumsal blokları tekrar karşısına aldı ve onları düzene hapsetmiş oldu. Özellikle kimi Kürt şehirlerinde meydana gelen yıkım, AKP’nin üzerinde çalıştığı ülkeyi net olarak gösterdi. Öte yandan, tüm kazanımlarına el konan ve güvencesizleştirilen emekçi halk sınıfları, açlık ve din ile terbiye edilmeye çalışıldı. Şu durumda AKP’nin kurmayı düşündüğü düzen, deyim yerindeyse “Kürtsüz, Alevisiz, azınlıksız ve güvencesiz” bir yaşamı işaret eder oldu. Laiklik, sosyal devlet ve hukuk tasfiye edildi ve yerine gerici/İslamcı değer ve düzenlemeler yerleştirildi.
AKP’nin kendisi düzen dışına çıkarken göremediği şey, muhalifleri düzen içinde tutmaya çalışmasının nafile olduğudur. Bir taraftan Cumhuriyeti “elemine etme” çabası varken diğer taraftan tüm muhalifleri, elemine ettiği o cumhuriyet içinde tutmaya çalışması, çözümü imkânsız bir gerilim yaratmaktadır/yaratacaktır. Somut varlıkları ortadan kalkmayan ama yeni rejimde yer verilmeyecek olan büyük nüfuslar ve sınıfların yaşadığı bunalım, AKP’nin üstesinden gelemeyeceği “tarihsel” bir gerilime işaret etmektedir. Bu gerilim uzun vadede ya AKP’yi elemine etmek istediği cumhuriyete tekrar “düşürecek” ya da tüm toplumun cumhuriyeti devrimci biçimde “aşmasıyla” sonuçlanacaktır.
Bununla birlikte şimdiki mücadele yöntemleri başat olarak Cumhuriyetle ilgili geçmiş referanslara yönelmektedir ve bu, AKP’nin muhalefeti konsolide etmesini sağlamaktadır lakin böylesi, ne muhalefet ne de iktidar için sürdürülebilirdir. Saatin yelkovanının ilerletilmesi istenirken akrebin sabit tutulması, günümüz muhalefetinin temel zaafı olarak karşımıza çıkmaktadır ve mücadele bu zaafla, varlığını uzun vadede koruyamaz. Akrebin tekrar yelkovanın önüne koşulması gerekmektedir. Tarihsel olanın pratik olanı öncülemesi, ideolojik olanın politik olana yön vermesine keskin olarak ihtiyaç vardır. Aksi halde “cumhuriyetçiler”, ancak kendi içine kapanarak varlığını korumaya çalışan bir “alt kültür” olma tehdidiyle karşı karşıyadır. Bu tehdit, mutlak biçimde ancak ve ancak sosyalizmin kurulmasıyla bertaraf edilebilir.
“Cumhuriyet” olgusuna ilişkin temel tespitimiz, ülkedeki devrimci strateji ve ittifaklara dönük önermelerimizi de belirleyecektir. Bu yazı çerçevesinde de yeri gelmişken söylemeliyiz ki Anadolu halkının emperyalizme ve gericiliğe karşı yürüttüğü savaşın sonucudur ve tarihsel bir kazanımdır. Cumhuriyetin önder kadrolarının ait oldukları tarihsel klikler ve sınıfsal tercihleri, Cumhuriyet sonrasının sınıfsal ve sosyal yapısını belirlemiştir fakat bununla birlikte Cumhuriyet, büyük bir aydınlanma hareketidir. Bu hareketin ilerici karakterinin sosyalizmin eleştirisine tabi tutulması ve ileriye taşınması, hayatidir. Ve bugün Türkiye’de Cumhuriyet (aydınlanma) değerlerinin savunusu, yalnız ve ancak sosyalizm ile mümkün hale gelmiştir. Bununla birlikte sosyalizmin inşası da yalnız ve ancak cumhuriyet birikimine yaslanmakla mümkündür. Günümüzde, cumhuriyetin değerlerinin savunusu ve ilerletilmesinin verili düzende mümkünü kalmamıştır.
Pratik programa ideolojik bir devrimci form verilmek zorundadır. Günümüzde tarihsel şartlar ile konjonktürel şartların birbiriyle örtüştüğü görülmeli, “tarihin yeniden inşası”nın yerine “tarihin korunması” geçirilmemelidir. Cumhuriyetin birikiminin yaşatılmasının verili cumhuriyetin aşılmasına; verili cumhuriyetin aşılmasının ise cumhuriyet birikiminin eleştirel içerilmesine, adeta mahkûm olduğu açıktır. Geniş halk kesimlerinin –ki bu kesimler emekçi halk sınıflarıdır- laiklik, aydınlanma, halkçılık, bilim vb. ile ilgili kazanımlara yönelik savunusunun, kuruluş dönemine dönülmesiyle değil sosyalizme varılmasıyla mümkün olduğu tespiti açık şekilde yapılmalıdır. Bu topraklarda sosyalizmin inşası için de ancak ve ancak söz konusu aydınlanma birikimine yaslanması gerektiği anlaşılmalıdır. Sosyalizm fikri, mücadelesi ve inşası için Cumhuriyet’in içererek aşılması; Cumhuriyet’in devamının sağlanması için de sosyalizmin kurulması zorunluluktur. Cumhuriyet ile sürekliliğini oluşturamamış sosyalizm fikri, kendi kopuşunu gerçekleştiremeyecek ve ütopyacılık olarak kalacaktır. Sosyalizm ile kopuşunu gerçekleştirmeyen Cumhuriyet savunusu da tutuculaşmaya ve daralmaya mahkûm olacaktır. Devrimcilerin Cumhuriyetin birikimini, kimi “ulusalcı, Kemalist” gibi yaftalara kulak asmadan Anadolu’nun devrimci birikimi olarak görmesi ve aşmak üzere rendeye vurarak sahiplenmesi gerekmektedir. Bu, hem sosyalizmin fikrinin geniş halk kesimlerince inandırıcılığı hem de ayağı toprağa basan özgün formlarının yaratılması için gereklidir.
Olgusal gerçeklik, tarihsel bir uğraktır. Bunun en özlü ifadesi Marx’ın, “Günümüzde tarih sınıf mücadelelerinin tarihi olarak yaşanmaktadır” sözüdür. Marx’ın sözü tarihe ilişkin analitik bir önerme olduğu kadar sosyal bilimler için bir yöntem, mücadele için de bir program çağrısıdır. Bu çağrı, tarih gibi geniş bir evreni olduğu kadar daha dar yaşam çerçevelerini de sınıf mücadelesinin analitik önceliği ile anlamak gerektiğine ilişkin bir uyarı, bir hatırlatmadır. Marx, tarihi “sınıflar”ın tarihi olarak tanımlamamış dolayısıyla sınıflara nicel kategoriler olarak tek başlarına bir anlam yüklememiştir. Devamla Marx, tarihi var eden nosyonun tek başına “mücadele” olduğunu da söylememiştir. Bu, yaşamda karşılaşılacak ve girişilecek pek çok mücadele olduğunu inkâr etmek, onları görmezden gelmek ve akademik, politik vb. dikkatlere yalnızca sınıf mücadelesini değer görmek değildir. Bunun anlamı, tarihsel olanın ancak sınıflar arasında yaşanan mücadele olduğu ve tarihi hareket ettirenin de sınıf mücadelesi olduğuna vurgu yapmaktır.
Evet, “Tarih sınıf mücadelelerinin tarihidir”. Unutulmamalıdır ki tarihin ilericiliği hareketinin yönünde değil sürekliliğindedir. Sınıf mücadelelerinin yaşandığı özgün toplumsal koşullara göre şekil alması, nehir suyunun yatağına göre şekil alması gibidir. Suyun zaman zaman kaynağının gerisine doğru akması, ilerlediği yerden kıvrılarak geri dönmesi onun “gerilemesi” değildir. Nehir, suyun yönü geriye dönse de ilerleyişini sürdürmektedir.
Şimdiye kadarki 15 yıllık iktidarında AKP tarafından “benimsenmemiş”, “tekrarlanmamış”, “kullanılmamış” tek söz Marksistlerin sözüdür. Liberal siyaset yelpazesinin her yaprağı AKP tarafından içerilmiş hatta AKP ile birlikte söz ve akıl üretmiştir. AKP’nin özellikle ilk yıllarında ihtiyaç duyduğu ideolojik gıda, liberaller (liberal solcular) tarafından sağlanmıştır. Bugünse bu kanadın bir kısmı açıkça “karşı-devrimci” saflarda yer almaktadır. AKP, yine ilk yıllarında sosyal demokrasinin de argümanlarını ve retoriğini kullanmıştır. Kürt hareketinin tartışmalarının ve dilinin de “resmi ideoloji” karşısında AKP’nin söylemleri ve hatta politikaları haline geldiği de vakadır. Bu siyasal aktörlerin hangisiyle, ne kadar, ne zaman bir araya gelineceğinin belirleyicisi AKP’dir. Bunca yıllık iktidarında AKP’nin içeremediği ve kullanamadığı tek söz devrimcilerin ürettiği gerçek sözdür. AKP’nin bunca yıllık iktidarında barışamadığı tek hareket, hak mücadeleleridir. Bu gerçek, yeni bir toplumsal kuruluş programının da nüvelerini içermektedir.
Bugün görev, sosyalizmin geniş kitlelerle buluşması ve politik bir programa kavuşturulmasıdır. Bunun için cumhuriyetin birikimini, aşmak üzere içermek gerekmektedir. Lenin, “Bizim devrimimiz çok karmaşık bir görünüm arz etmektedir; devrimin pratikçi ortalama kitlesi içinde, olayları berrakça kavrayamadığı halde, tarihi gidişatın dışında kalamadığı için tarihi görevlerine de uzak kalamayan pek çok sosyal unsur bulunmaktadır” demiştir. Bunun anlamı, devrim fikrine kavuşmamış olsa da milyonların devrimci potansiyelinin görülmesi gereğidir. Devrimcilerin görevi milyonları devrime ikna etmek değil milyonların devrimine yön vermektir. Geçmişte kalanın geleceğe devri için o tarihin aşılması; tarihin aşılması için tarihte kalanın canlandırılması gerekmektedir.
Tarihte kalan, bugün ve gelecek, devrimcilerin inşa edeceği bir dünya için ve devrimciler tarafından, birlikte hareket ettirilmeyi beklemektedir. “Hayır”ın kurucu potansiyeli budur ve yalnızca bu şekilde bir anlama gelecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.