Bütün yasaklar, baskılar, tutuklamalar, gazete kapatmalar, KHK’lar nafiledir. Ne Musa Kart’ın gözlerinde korkuyu göreceklerdir ne de Trabzon’da gözaltıları protesto etmek için sokakta Cumhuriyet okuyan teyzelerin gözlerinde Şiirin aslını hepimiz ezbere biliriz. Nazım, “Karıma Mektup” isimli şiirinin bir yerinde, Fakat/ emin ol ki sevgili; zavallı bir çingenenin kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli geçirecekse eğer ipi […]
Bütün yasaklar, baskılar, tutuklamalar, gazete kapatmalar, KHK’lar nafiledir. Ne Musa Kart’ın gözlerinde korkuyu göreceklerdir ne de Trabzon’da gözaltıları protesto etmek için sokakta Cumhuriyet okuyan teyzelerin gözlerinde
Şiirin aslını hepimiz ezbere biliriz. Nazım, “Karıma Mektup” isimli şiirinin bir yerinde,
Fakat/ emin ol ki sevgili;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nâzım’a!
demiştir.
Yani bu büyük bir iddia değildir. Yaşanmışlıkla sabittir.
Nazım’ın bu dizeleri, o yıllarda komünistlere uygulanan baskılara, TKP tevfikatlarına, Sabahattin Ali’nin öldürülmesine, 15’lerin Karadeniz’de katledilmesine, Tan matbaasının basılmasına tepkidir.
Nazım bu şiiriyle hesabı kapatmış, alacak verecek hanesinin altını çizmiş, sürecin bilançosunu çıkartmıştır.
Bilanço nettir: Ne yapılırsa yapılsın, gözlerimizde korkudan eser olmayacaktır.
Hikmet Kıvılcımlı’ya, salt yazıp çizdikleri için dört yıl hapis cezası verdiklerinde, “bu dört yıl beni kızıl profesör yapar” demesi bir başka bilançodur. Devrimciler okur, yazar, düşünür, tartışır, görüşlerini paylaşır. Bunu engellemek mümkün müdür? Hapse atmak bir çaredir elbette. Ancak biri çıkar, sizin hapis cezanızdan korkacağı yerde, dört seneyi çok okuyup çok yazarak değerlendireceğini yüzünüze söyleyiverir.
Bilanço nettir: Hiçbir güç devrimcileri okumaktan, yazmaktan uzak tutamayacaktır.
Türkiye’de solcu olmak zordur elbette. Kurdukları ilk partiden, ilk dernekten, ilk örgütten, yayımladıkları ilk dergiden, ilk yürüyüşten bu yana işkence görmüşler, soruşturmalara uğramışlar, hapislere atılmışlar, dayak yemişler, işsiz kalmışlar, aç kalmışlar; çok kahır çekmiş, az güngörmüşler lakin solculuktan geri durmamışlar, bu adaletsiz düzene isyan etmekten vazgeçmemişler.
Tarihimizin bilançosu budur işte: Asla vazgeçmemek, asla boyun eğmemek, asla teslim olmamak.
Kızıldere’de ilk Mahir’in düşmesi boşuna değildir.
Deniz’in “ilk önce ipi göğüslemesi” boşuna değildir.
İbo’nun ser verip sır vermemesi boşuna değildir.
Hepsi sınıf mücadelesinin bilançosudur.
Şimdi kim iddia edebilir, Mahir’in bıçak gibi keskin gözlerinde korkuyu gördüğünü, Deniz’in kara gözlerinde korkuyu gördüğünü, İbo’nun ela gözlerinde korkuyu gördüğünü?
Eğer sol 12 Mart karanlığından başı dik çıktıysa, 12 Mart’ta katledilen devrimcilerin silueti bulunan pankartların arkasından yüz binler yürüdüyse, “büyük defteri” kapatmak, zalimlerin harcı olmadığı içindir.
Egemenler bir kez de 12 Eylül’de büyük defteri kapatmak istemişler, yüz binlerce insanı işkenceden geçirmişler, tutuklamışlar, katletmişler, idam etmişler lakin Mustafa Özenç’in dizelerine çarpıp dağılmışlardır.
İdamını günler kala yazdığı şiirin bir yerinde,
Yiğitlik korkmamak değil küçüğüm
Korkuyu inançla yenebilmektir
Kolay çözülmeyen bir düğüm
Ve eğilmez bir baş olabilmektir
demiştir.
12 Eylül günlerinde idam edilen Mustafa Özenç, Deniz’den aldığı bayrağı yere düşürmediğini bu dizelerle göstermiş, 12 Eylül faşizmine o gün orada son vermiştir.
“Başı dik, yüzünde bir gülümsemeyle” darağacına çıkanlarla, bunun ne demek anlamayanlar arasındaki mücadelede her zaman başı dik olanlar kazanmıştır. Türkiye solunun tarihi bunun kanıtıdır.
Bu “büyük defteri” kimin kapatacağı inatlaşmasıdır ki, inatlaşmadan her zaman devrimciler galip çıkmıştır.
Başka nasıl anlatmalı bu adamlara, devrime kadar “büyük defteri” kapatmanın mümkün olmadığını?
Mümkün olsaydı Maraş’ta, Sivas’ta, Çorum’da, Madımak’ta, Suruç’ta, 10 Ekim’de kapatılırdı.
Mümkün olsaydı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı yürüyüşünde CHP’li gençler Mahir’le, Deniz’le, Yılmaz Güney’le, Uğur Mumcu’yla, Atatürk’le yürümezdi.
Bu isimlerin yan yana gelmesi tesadüf değildir. Türkiye’nin ilerici, devrimci damarının simge isimleridir ve simgeledikleri değer, düşmanın en çok vurduğu noktanın tahkimatını sağlamak içindir. Bakın tarihimize, düşman en çok nereye vuruyorsa, o nokta tahkim edilmiştir.
44 yıl sonra Mahir Çayan binlerin önünde yürüyorsa, bu kavganın kazananı, kaybedeni bellidir.
Bütün yasaklar, baskılar, tutuklamalar, gazete kapatmalar, KHK’lar nafiledir. Ne Musa Kart’ın gözlerinde korkuyu göreceklerdir ne de Trabzon’da gözaltıları protesto etmek için sokakta Cumhuriyet okuyan teyzelerin gözlerinde.
Bilanço nettir: Türkiye solunun kıymetleri teslim alınamayacaktır.
Faşizme teslim olmayanlar, karanlığı aşmasını bilecektir. Nazım’dan bu yana, böyledir bu.
Şimdiye kadar korkuyu görmek için boşuna baktılar gözlerimize, yine öyle boşuna bakacaklar gözlerimize.
Çünkü, “gözlerimiz, gözlerimiz, gözlerimiz hep güneşte.”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.