Bir ülkenin yazarlarının gerçekçiliği, o ülkenin kaderini belirler. Yoksulluğu yazacak, yoksulluğu okutacak yazarlarımız olsa; Türkiye’de çok şey değişmez miydi?
Bir ülkenin yazarlarının gerçekçiliği, o ülkenin kaderini belirler. Yoksulluğu yazacak, yoksulluğu okutacak yazarlarımız olsa; Türkiye’de çok şey değişmez miydi?
Ağa oğlunun öldürdüğü çocuğunu, hükümete haber vermeden gömen ve cinayet jandarmanın kulağına gidince, mezardan çıkardığı cenazeyi yüklediği kağnının arkasında, ağır adımlarıyla yürürken yere düşüp ölen yaşlı kadın… Çanakkale’de savaştıktan sonra, evini geçindirebilmek için pazarcılık yapan ve bir eşkıya baskını sonrasında eşkıyaya yardım etmek savıyla tutuklandığında hapishanede ölen emekli subay… Hamallık yapan çocuğunun ekmek kavgasına tanıklık edip çalıştığı apartmanın en üst katından düşerek ölen ahşap ustası… Yaşasa 20’li yaşlarda olacak torununun kafa kağıdını kullanan ve hapishaneye düşen 70’lik ihtiyar… Sinop Kalesi’nin kalın surlarında açtığı tünelde jandarmanın 2 kurşunuyla ölen firari mahkum… Hayli zengin sınıf arkadaşının ikram ettiği badem şekerini yiyen, “Arabalar 5 kuruşa” diye bağıran minik çocuk… Şoföre verecek yol parası olmadığı için, Konya-İzmir seferini yapan kamyonun kasasından atlayıp uçurumdan yuvarlanan delikanlı…
* * *
Ankara’nın dış politika rotasını Nazi Almanya’sına çevirdiği yıllarda; solun evrensel değerlerinden etkilenen, ezen-ezilen dengesindeki gerçekliği öykülerine yansıtan ve bugün bile yaşadıklarını sandığım bu öykü kahramanlarını yaratan bir aydındı Sabahattin Ali.
Bir gece yarısı, başını kalasla ezerek öldürdüler…
* * *
Sabahattin Ali’nin, 1930’lu yıllardan insan manzaralarını hayli sert, hayli dehşetli; hani “hakikatten de hakikat” bir dille anlattığı öykülerinin kahramanlarını düşünüyorum birkaç gündür.
O kadar gerçekler ki…
Sabahattin Ali’yi “cadı kazanında” haşlamak isteyenleri, yetmeyince başını ezerek öldürenleri de düşünüyorum. Acaba bir aydını katleden kişiler, bir aydının katline ferman çıkaran kişiler; Sabahattin Ali’nin öykülerine konu olan, her biri gerçek kahramanların varlığından ne kadar haberdardı.
Mesela Sabahattin Ali’yi “komünist” diye damgalayıp hedef gösteren o yılların ırkçıları, mahkeme kapılarında sürünüp tarlasını tapanını sahipsiz bırakmak istemeyen yaşlı köylü kadınının, oğlunun cesedini mezardan çıkarıp bir kağnıya yüklemesinden ve o kağnının peşinde yürürken düşüp ölmesinden haberdar mıydı?
Genç cumhuriyetin nimetlerinden sonuna kadar sebeplenen bürokratlar, gazete patronları, Ankara’yla sohbeti iyi tutmuş başmuharrirler; şoföre verecek yol parası olmadığı için, Konya-İzmir seferini yapan kamyonun kasasından atlayıp uçurumdan yuvarlanan delikanlının uçurumdaki çalılara takılı kalan yaşam çığlığından haberdar mıydı?
* * *
Bir ülkenin yazarlarının gerçekçiliği, o ülkenin kaderini belirler.
1930’lu, 1940’lı, 1950’li yılların Ankara’sına ve İstanbul’una egemen olan “Altta kalanın canı çıksın”, “Ben mutluysam ülke mutludur”, “Taşranın kaderi yoksulluktur” anlayışına rağmen; Anadolu’nun ve İstanbul’un yoksullarını, çalışanlarını, işsizlerini konu edinen ve o kahramanların hayat kavgalarını ve de ölümlerini sarsıcı bir gerçeklikle anlatan yazarlar da yetiştirdi bu edebiyat.
Birçoğu işkence odalarında, hapishanelerde, sürgünlerde çile çeken o yazarların gerçekçilikleri ve yoksulluğa yaptıkları vurgu sayesinde sosyal güvenceyi, iş güvencesini, kıdem tazminatını, sendikayı, emekliliği, doğum ve emzirme hakkını, yıpranma payını, tarım ürünü desteklemelerini, ücretsiz sağlık ve eğitim hakkını, toprak reformunu kapsayan Anayasa’ya, yasalara kavuştu Türkiye.
Fakat nedense, pek tartışılmadı; 1961 Anayasası’nın oluşmasına toplumcu gerçekçi yazarların felsefi bir etkisinin olup olmadığı.
* * *
Türk edebiyatının, son yıllarda toplumcu gerçekçi yazarlar yetiştirememesi, toplumcu gerçekçi yazarların ürünlerinin artık her biri birer holding kuruluşu olan yayınevlerinin editörlerinden geçmemesi de pek tartışılmaz nedense.
İçine kapanık, sayıklamaya benzer imgelerle öykü ve romanlar yazan edebiyatçılar el üstünde tutulur, kitapları iyi bir pazarlama stratejisi ile pazarlanır ama gerçeğe en yakın, sarsıcı kahramanlar yaratan çıkmaz.
* * *
Belki gerçeğe yakın olmayan öyküler, romanlar yazmak da bir tercih meselesidir; belki günümüz edebiyatçıları gerçekten uzaklaşmayı seviyordur.
Ve yüzlerini çevirdikleri, görmezden geldikleri gerçeklikten birkaç satır:
Annesi, emzirmeye yetecek kadar gıda alamadığı için açlıktan ölen bir bebek… Askeriyenin yemek artıklarının döküldüğü çöplükte gıda arayan çocuklar… Dağılmış pazar yerlerinden çürük sebze toplayan ve kimse görmesin diye akşam karanlığını seçen yoksul kadınlar… Mersin’de, İzmir’de yaşadıkları kenar mahallelerden hiç çıkmayan ve hayatlarında bir kere bile deniz göremeden ölen kadınlar… Okul yolunda donarak ölen çocuklar… Asgari ücretin bile altında maaşlar için günde 18 saat çalışan işçiler… Meyve yiyemeden çocukluğunu tamamlayanlar… Hiç gelirleri olmadan büyük şehirlerin kenar mahallelerinde yaşayanlar…
Türkiye’nin bugün Sabahattin Ali gibi, Nazım Hikmet gibi, Orhan Kemal gibi ülkenin gerçeğini en sarsıcı şekilde yansıtan yazarlara ihtiyaç duymadığını kim söyleyebilir.
* * *
Türkiye’nin en yoksul yıllarına tanıklık eden yazarlar, öyküleriyle, romanlarına dönemin bürokrasisini de etkilediler, gençlik hareketlerini de etkilediler. O yazarların sayesinde Türkiye’de yoksulların da yaşadığını, yoksulların da insanca bir yaşam hakkına sahip olduğu düşüncesi kabul gördü, yoksullukla mücadele için adımlar atıldı.
Bugün de devleti, bürokrasiyi, gençlik hareketlerini etkileyecek; gelir dağılımındaki eşitsizlik giderilmelidir ilkesine dayanan felsefeyi yayacak yazarlara ihtiyacımız var.
Dedim ya, bir ülkenin yazarlarının gerçekçiliği, o ülkenin kaderini belirler.
Yoksulluğu yazacak, yoksulluğu okutacak yazarlarımız olsa; Türkiye’de çok şey değişmez miydi?
Nerede kaderimizi belirleyecek yazarlar?
* Bu yazı ilk olarak 7 Nisan 2007 tarihinde Mersin’deki yerel bir gazetede yayımlanmıştır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.