Antep’te Suriyeli mülteciler ile karşılaşmak ya da temasa geçmek zor değil. Çünkü her yerdeler, işyerlerindeler, dışarıdalar, her sokaktalar. Fakat çelişki de buradan doğuyor. Her yerdeler ama aslında hiçbir yerdeler Suriye’de devam eden iç savaş ve karışıklıklar beş yılı geride bıraktı. Bu süreçte resmi rakamlara göre yaklaşık 12 milyonu aşkın Suriyeli evini terk etmek zorunda kaldı. […]
Antep’te Suriyeli mülteciler ile karşılaşmak ya da temasa geçmek zor değil. Çünkü her yerdeler, işyerlerindeler, dışarıdalar, her sokaktalar. Fakat çelişki de buradan doğuyor. Her yerdeler ama aslında hiçbir yerdeler
Suriye’de devam eden iç savaş ve karışıklıklar beş yılı geride bıraktı. Bu süreçte resmi rakamlara göre yaklaşık 12 milyonu aşkın Suriyeli evini terk etmek zorunda kaldı. Türkiye’de bugün 3 milyona yakın Suriyeli’nin olduğu tahmin ediliyor. Türkiye’ye “Geçici Koruma Statüsü” ile kabul edilen Suriyelilerin ise sadece 269 bin 200’ü AFAD’ın 10 ilde kurduğu 26 barınma merkezinde yaşıyor. Geriye kalanların yaklaşık yüzde 90’ı Türkiye’nin dört bir tarafına dağılmış durumda. Bir süredir Türkiye’de yaşayan, Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısına aktif olarak dahil olan ve artık geçiciliğinden söz edemeyeceğimiz Suriyeliler için mülteci kavramını kullanmak gerekir kanısındayız. Bu yazıda Suriyelilere dair bir “Mevcut Durum Raporu”ndan ziyade, edinilen izlenimlere ve onların hikayelerine yer verilmeye çalışıldı. Çünkü bazen bir hayata dokunuş, milyonlarla ifade edilen verilerden daha etkileyici ve gerçekçi olabilmektedir.
19 Haziran Cuma günü Antep merkez sokaklarını Suriyeli mültecilerle temasa geçebilmek için arşınlamaya başlıyorum. Niyetim Antep’te 2016 yılı itibariyle kayıtlı ve kayıtsız olmakla birlikte sayısı 400 bini bulduğu tahmin edilen Suriyeli mültecilerin birkaçıyla bir şekilde karşılaşmak. Zor olacağını sanmıyordum, olmadı da…
Antep’te temasa geçtiğim insanlara niyetimi söylediğimde, “Suriyeliler her yerde, hangi sokağa girsen görürsün” demelerinden cesaret alıyorum. Daha sonra adının Bey Mahallesi olduğunu öğrendiğim bir yere rastgele giriyorum. Sokağın başında çiçek satan bir teyze ile selamlaşıyoruz. Fakat belki de biraz acemice sorduğum “Suriyeli misiniz” sorusuna beklemediğim bir karşılık alıyorum:
– Hayır Suriyeli değilim. Napacan Suriyelileri? Gitti onlar bu mahalleden. Hep karıştırdılar ortalığı.
– …
– Napacan ki?
– Teyze ben araştırma için geldim de belki birkaç Suriyeli bulursam konuşurum diye düşünmüştüm.
– Siz zaten hep onları araştırın. Bizi hiç araştıran yok. Biz ne haldeyiz soran yok. Onlar gayet iyi, hepimizden iyi durumdalar.
– Doğrudur teyze de ben sadece onlarla konuşmadım ki. Buraya geldiğimden beri Kürt, Türk, Arap kim varsa konuştum. Bugünde onlarla konuşmak istemiştim.
– Yok onlar burada, yok, gittiler.
Suriyelilerle arasının pek iyi olmadığı anlaşılan bu teyzeyle geçirdiğim kısa diyaloğun ardından imdadıma iki küçük çocuğuyla birlikte yanımızdan geçen, isminin daha sonra Zehra olduğunu öğrendiğim bir abla yetişti. Zehra Abla da aynı merakla lafa karışıp neden orada olduğumu bir çırpıda öğrendikten sonra, “Gel bizim evin orada bir iki aile kalmıştı, şansına belki onlarla konuşabilirsin” dedi, peşine takıldım. Sit alanı ilan edildiğini öğrendiğim, daracık yolları ve taş evleriyle Bey Mahallesi, “İşte gerçek Antep benim” diye bağırıyordu. Yolda konuşurken Zehra Abla’nın da aslında Arap olduğunu ama son süreçte gelmediğini yıllardır Türkiye’de yaşadığını öğreniyorum. Türkçe’yi çok iyi konuşmasıyla beraber Arapça’yı da unutmamış olması benim için ikinci büyük şans oluyor. Nitekim çoğu Suriyeli Türkçe bilmiyor, konuşmak için tercüman gerekiyordu. Kısa bir yürüyüşün ardından Suriyeli mültecilerin yaşadığı ilk evin kapısını çalıyoruz. 15-16 yaşlarında sarışın bir çocuk kapıyı açıyor. Zehra Abla çocukla Arapça konuşup neden orada olduğumuzu anlatıyor, aynı zamanda bana da çeviri yapıyor. Ancak 6-7 kişinin kaldığı bu evde diğerlerinin işte olmasından ötürü başka kimseyle konuşamıyoruz. Konuştuğumuz çocuk ise geleli sadece bir ay olmuş. Çekingen tavırları nedeniyle sohbetimizi çok uzatamıyoruz. Sadece öğrenebildiğimiz, okula gitmediği, bir lokantada çalıştığı, diğer arkadaşlarının da aynı şekilde lokanta ve tekstilde çalıştığı oluyor.
Hemen yan binada şansımızı denemeye karar veriyoruz. Bu sefer kapıyı iki küçük çocuk açıyor. Zehra Abla da çocuklarla içeri girince ben dışarıda onları beklemeye başlıyorum. Taştan yapılan bu ev sağa, doğru kıvrılan bir koridora sahip. Biraz beklememin ardından çıplak ayaklı küçük bir çocuk tarafından el işaretleriyle çağrılıyorum. İçeri girdiğimde avlu gibi bir alanda yaklaşık 9-10 kişiyle karşılaşıyorum. Yüz yüze geldiğim bu kalabalık ve etrafta koşturan çocuklar beni hem heyecanlandırıyor hem de sevindiriyor. Çünkü bir anda geniş bir ailenin hayatına dokunma fırsatı bulmuş oluyorum. Karşılıklı selamlaşıyoruz ve evin tek Türkçe bilen çocuğu Ahmed yanımıza geliyor. Başlarda biraz çekingen davranan Ahmed zamanla alışıyor ve sohbet etmeye başlıyoruz. Ailenin diğer fertleri de merakla ne konuştuğumuzu anlamaya çalışıyor ve Ahmed’e sorular soruyor. Ahmed’den 15 yaşında ve 7 kardeşi olduğunu öğreniyorum. Bebek giysilerinin satıldığı bir mağazada tezgahtarlık ve aynı zamanda tercümanlık yapıyormuş. Diğer kardeşlerininse daha çok Ünaldı’da tekstil atölyelerinde ya da lokantalarda çalıştığını öğreniyorum. Yaklaşık 11-12 saat çalışan bu kardeşler 600-700 lira civarında para alıyormuş. Ahmed 5 yıldır okula gidemiyormuş. Diğer kardeşleri de aynı durumda. Bir de kamplardan yeni gelmiş 7 ve 8 yaşlarında iki küçük yeğeni var. Ahmed “Onların okula gitmesini istiyoruz” diyor. Babasının ne iş yaptığını sorduğumda, Suriye’de memur olduğunu ama burada iş bulamadığını öğreniyorum. Yani evi geçindiren daha çok Ahmed ve kardeşleri. Biraz daha konuşuyoruz herkesin beni ayakta beklediği bu evde insanları daha fazla rahatsız etmemek adına fotoğraflarını çekip çıkıyorum.
Bana çok yardımı dokunan ve cana yakın davranan Zehra Abla’nın da evine kısa süreliğine misafir oluyorum. Zehra Abla’nın küçük oğlu Mustafa’nın fotoğrafçı abla geldi demesiyle içerideki ev halkıyla da tanışmış oluyoruz. Onlarla da daldığımız kısa bir sohbetle hem hoş bir vakit geçirmiş oluyor, hem de Anteplilerin, Suriyeliler hakkında ne düşündüklerine dair de izlenim edinmiş oluyorum. İçeride otururken beni görüp dışarı çıkan, Mustafa’nın dedesi olduğunu tahmin ettiğim amca da sohbetimize dahil oluyor. İlk tanıştığım çiçek satan teyzeye göre daha ılımlı olan bu aile de kendi deneyimledikleri bazı sıkıntılardan mustarip. İşsizlikten yakınıyorlar. Suriyeliler geldikten sonra ücretlerin çok düştüğünü, işsizliğin arttığını, kimsenin bu durumu denetlemediğini söylüyorlar. Bu durumun bir an önce kontrol altına alınması gerektiği, Suriyelilerin istenmemesinin en büyük nedeninin bu olduğu dile getiriliyor. Kısa sohbetimiz ardından beni hem Suriyeli mültecilerle tanıştıran hem de tercümanlığımı yapan Zehra Ablaya çok teşekkür ederek yoluma devam ediyorum.
Antep’e gelirken sahip olduğum, Suriyelilerle nasıl temasa geçeceğime, nasıl iletişim kuracağıma dair endişelerimin yersiz olduğunun farkına varmış oldum. En basitinden bir tercümana ihtiyacım olacağını düşünüyordum. Oysa bilmediğin bir alana gidip, yapacağın herhangi bir araştırma, içinde zorlukları barındırdığı gibi her zaman sürprizler de içerir. Belki de bu işin en güzel yanı da budur. Önceden her ayrıntısına kadar planlanmış ve tam teçhizatlı bir şekilde alana gitmek yerine, rastgele yapılan ve tesadüfi ilişkilere dayalı bir yolculuk daha doğal, sonuçlar doğurabilir. O havayı yakından solumanıza neden olabilir.
Son olarak Antep Öğretmenevi’nde tanıştığım Muhammed’i anlatmak istiyorum. Antep’in belki de en çok beğendiğim yerlerinden biri öğretmenevinin kocaman bahçesi oldu. Burada genç yaşlı, kadın erkek herkes, öğretmenevinin yaşlı ağaçları altında rahat rahat çaylarını yudumlayabiliyor. İşte tam da bu ağaçların altında bir masada otururken tesadüfi bir şekilde tanışıyorum Muhammed’le. Yanıma mendil satmak için gelmiş, ben de hemen onu tutmuş bırakmamıştım. Ayaküstü birkaç soru sordum hemen. Sonra “Gel yanıma otur” dediğimde çekingen bir gülümsemeyle yavaşça ilişti yan sandalyeye. Ahmed de Türkçe’yi öğrenmiş. Benimle çekinerek de olsa konuşmayı kabul ediyor. Ondan 14 yaşında ve 6 kardeşi olduğunu öğreniyorum. Diğer kardeşleri daha küçük, bir abisi lokantada babasıyla birlikte çalışıyor. Annesi çalışmıyormuş. Beş senedir okula gidemeyen Ahmed de biraz mahcup şekilde yaptığı işi anlatıyor. Kısa bir sohbetin ardından fotoğraf çekiliyoruz ve Ahmed mendillerini satmaya devam etmek için yanımızdan ayrılıyor.
Bu şekilde tamamıyla plansız şekilde iki üç saatlik süre zarfında üç Suriyeli çocuk işçi ile konuşma fırsatı bulmuş oluyorum. Antep’te Suriyeli mülteciler ile karşılaşmak ya da temasa geçmek zor değil. Çünkü her yerdeler, işyerlerindeler, dışarıdalar, her sokaktalar. Fakat çelişki de buradan doğuyor. Her yerdeler ama aslında hiçbir yerdeler. UNICEF’in 2016 raporuna göre Türkiye’de kayıtlı Suriyeli çocuk sayısı 1.490.033 yani toplam Suriyelilerin yarısından fazla. Okula kayıtlı Suriyeli çocuk sayısı ise sadece 325.000. 1 milyondan fazla Suriyeli çocuk okula gitmiyor. Geçmiş dönemle beraber düşündüğümüzde ise okuma yazma bile bilmeyen binlerce Suriyeli çocuğun varlığından söz edebiliriz. Bu çocuklar bir okulda kayıtlı olmamakla beraber neredeyse tamamı çalıştığı işyerlerinde de kayıt dışı çalışıyor. Varlar, üretiyorlar, fakat yok muamelesi görüyorlar. Patlak veren ekonomik krizler ve savaşlar, toplu göçler yaratırken, bu olgu aynı zamanda geniş kapsamlı yapısal bir soruna işaret ediyor. Ancak sonuçları itibariyle acil bir çözüme ihtiyaç duyulan bu süreç, sadece Türkiye’yi değil tüm dünyayı ilgilendiriyor. Nitekim bir yetişkinin tüm sorumluluklarını üstlenen mülteci çocuklar “geçicilik” statüsü altında yaklaşık 6 yıldır eğitimden mahrum kalıyor ve çok zor şartlarda, çok ucuza çalıştırılıyorlar. Kimi ise Avrupa yolunda topluca can veriyor. Koca bir kayıp neslin oluşmaması ise acil bir şekilde hayata geçirilmesi gereken mültecilere yönelik politikalara bağlı.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.