Emperyalizm, Ortadoğu’da savaşı ve ölümü derinleştirdikçe, Latin Amerika’da da sağ ilerliyor
Editör notu: Arjantin’de Dario Santillan Halk Cephesi üyesi ve Arjantin Ulusal Alternatif Medya Ağı’nda gazeteci olan Lucrecia Fernández, Sendika.Org için Latin Amerika siyasetine dair yazılar kaleme alacak. Fernández, sitemiz için ilk yazısında Latin Amerika ülkelerinde sağın ilerleyişini yazdı.
Latin Amerika, Çin’de kanat çırpan bir kelebeğin Batı yarıküre’de bir kasırgaya neden olabileceğini her zamankinden çok fark ediyor. Emperyalizm, Ortadoğu’da savaşı ve ölümü derinleştirdikçe, Latin Amerika’da da sağ ilerliyor
17 Nisan’da Brezilya Temsilciler Meclisi, Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff hakkında görevi kötüye kullanma suçlamasıyla yargılanmasını talep etti. Bu görevi kötüye kullanma suçlamasının (yumuşak darbenin) arkasında ise, başta FIESP (Sao Paulo Sanayi Federasyonu) ile Rede Globo başta olmak üzere sağ siyasi partiler ve büyük şirketler bulunuyordu.
Dilma’nın görevden alınması lehinde ileri sürülen argümanlar, gerici bir içerik taşıyordu: Ya diktatörlüğü savunan bir tondaydılar ya da Tanrı, silahlı kuvvetler, aile ve kilise lehinde oy kullanmaya çağrıda bulunuyorlardı.
Brezilya Senatosu’nda 12 Mayıs’ta atılan bir sonraki adım ise, 55 lehte ve 22 aleyhte oyla, Dilma Rousseff’in, görevinin 180 gün için askıya alınması anlamına gelecek biçimde, bütçe hazırlıkları sırasında yapılan vergi yolsuzluğu nedeniyle görevinden uzaklaştırılmasını sağlayacaktı. Dilma’nın görevine, geçici süreliğine, Brezilya Sosyal Demokrasi Partisi (PSDB) ile birlikte darbeyi yöneten kurumlardan Brezilya Demokratik Hareket Partisi’nin (PMDB) muhafazakar sağ kanadından olan Başkan Yardımcısı Michel Temer getirildi. Temer’in geçmişi, Brezilya’da yaşanan yumuşak darbeye karşı ortaya çıkan güçlü halk protestolarına karşı bir kez daha tekrarlanmasından korkulan biçimde toplumsal protestolara karşı baskılarla dolu.
Brezilya’da demokrasiyi istikrarsızlaştırmaya dönük bu girişim, bölgedeki sağın ve emperyalist ülkelerin, tarihte çokça görüleceği üzere, başta Venezüella’daki Bolivarcı süreç olmak üzere son yıllarda solun elde ettiği kazanımları durdurmaya çalışmaları nedeniyle Brezilya’dan ibaret değildir ve Latin Amerika’nın geri kalanıyla da bağlantılı biçimde düşünülmesi gerekir. Venezüella’da hayata geçirilen senaryo, Bolivarcı hükümeti istikrarsızlaştırmak adına arka arkaya pek çok girişime sahne olmuşken, yine, 6 Aralık’taki genel seçimler ise, muhalefetin 15 yıldan bu yana ilk defa seçimlerden galip çıkarak parlamentoda çoğunluğu kazandığı Bolivarcı devrim açısından bir yenilgi anlamına geliyordu. Bu sonuç gelişigüzel bir sonuç değildi; kıtlıklara ve teşvik edilen enflasyona yol açmış olan ve etkileri süren “ekonomik savaş”ın bir sonucuydu. Fakat maalesef -Başkan Nicolas Maduro’nun da geçtiğimiz aylarda benzer biçimde analiz ettiği üzere- hükümetin ekonomik savaşa karşı etkisiz kalmasıyla birlikte Chavist hükümet içinde son yıllarda iyiden iyiye bilinir hale gelen yüksek yolsuzluk düzeyi, başkanlık makamını çözmeye çalıştığı sorunu daha da karmaşık hale getirdi.
Arjantin vakası da zor ve sıkıntılı görünüyor. 10 Aralık’ta, muhafazakar sağ, iş çevreleri ve neoliberallerin adayı Mauricio Macri devlet başkanı seçildi. Bunun bugüne tercümesi, enflasyon, 150.000 kişinin işinden olması, ülkenin ekonomik bağımsızlığını şirketlere ve uluslararası örgütlere peşkeş çeken akbaba fonları üzerinden yapılan anlaşmalar, toplumsal gelişim programlarının, eğitim, sağlık ve kamusal pek çok programın kapatılması anlamına geliyor ve bu durum tüm hızıyla devam edecek gibi görünüyor.
Arjantin’de Macri oyların neredeyse %50’sini alarak geldi fakat bir ayrıntıdan fazlası olan şey, Kichnercilik adına seçime giren muhalefetin adayı Daniel Scoli’nin de aslında sağcı bir aday olmasıydı.
Bütün bu yaşananlar Latin Amerika’da zemini kaydırdı ve bölgede sağın güçlenmesine bir kapı açtı. Macri, Maduro hükümetini teröristlik ve şiddet yanlılığıyla suçlayarak Venezüella’yı Mercosur’dan (Güney Ortak Pazarı) atmaya çalıştı ve Brezilya’da Dilma’yı deviren “anayasal süreçleri” desteklediğini üstü kapalı biçimde söyleyerek Brezilya’daki duruma dönük desteğini ilan etti.
Geçtiğimiz aylarda diğer Latin Amerika ülkelerinde de benzer kabul edilebilecek şeyler yaşandı. Kolombiya’da, iki yıl önce Santos hükümeti ile FARC arasında, halkın uzun süredir beklediği biçimde bir barış süreci başlatmıştı fakat genel olarak barış sürecini çerçeveleyen atmosfer ve özel olarak da gerillalar ile sürdürülen müzakerelerin gelinen aşaması, aynı hükümet tarafından yine son iki yılda paradoksal biçimde yoğunlaşan biçimde şiddetli bir kriminalleştirme, soruşturmalar, baskı ve toplumsal hareketlere ve insan hakları örgütlerine karşı imha girişimleri ile malul hale geldi. (Sadece son 18 ayda 138 toplumsal hareket liderinin katledilmiş olması, bir skandaldır ve herhangi bir müzakere süreci dahilinde ve dışında bile savunulabilir değildir.) Buna bir de halkın çoğunluğunun, siyasal şiddet, yolsuzluk ve kirli savaşla yoğrulmuş tarihiyle bağlantılı biçimde ülkenin geleceğine dair umutsuz görüşleri ve süregiden kuşkuculuğu ile birlikte büyük şirketlerin güçlü medya manipülasyonları da eklenecekti -ki bu manipülasyonlara bir örnek, Kolombiya’nın başkenti Bogota’da geçtiğimiz yıl yapılan belediye seçimlerinde şehrin idaresini 12 yıldan bu yana elinde bulunduran solun kaybetmesine yol açmış olmasıdır.
Latin Amerika’da seçimleri sağın kazanma zinciri devam etti ve bu listeye 10 Nisan’daki başkanlık seçimlerinin ilk turunda, sağcı Halk Güçleri partisinin adayı, diktatör Alberto Fujimori’nin kızı Keiko Fujimori’nin %39 ile başkan olmaya çok yaklaştığı Peru da eklenebilir. Bu ilk turda ikinci sırayı %21 ile yine sağcı Pedro Pablo Kuczynski alacaktı. Seçimlerin ikinci turu 5 Haziran’da yapılacak. Bu seçimlerde Kongre’ye ilk sefa 22 sol aday seçilmişse de, başkanlık senaryosu pek hayırlı görünmüyor; her iki aday da aşırı muhafazakâr sağdan ve yine her ikisinin de geçmişteki pek çok olayda ortaklığı mevcut. Aşırı muhafazakâr Keiko Fujimori, tıpkı şu anda insanlığa karşı suç işlemiş olması nedeniyle aldığı 25 yıllık hapis cezasını yatmakta olan babası gibi Katolik Kilisesi ve Evangelik Kilisesi’nin en gerici kesimleriyle ittifak yaptı. Keiko, sadece Furimori’nin kızı değil, aynı zamanda babasının partisinin de başkanı ve işkence ve zorla kaybetmelerin damgasını vurduğu Peru diktatörlüğünün de ilk first lady’si… Keiko Fujimori, babasının diktatörlük düzeni süresince 272.000’den fazla kadının zorla kısırlaştırılmasını kabul etti ve hatta işbirliği içinde oldu. Seçimin diğer adayı Pedro Pablo Kuczynski ise 2005-2006 yıllarında Alejandro Toledo hükümetinin Ekonomi Bakanı’ydı ve Camisea gazını Meksika’ya çok düşük fiyatla peşkeş çekmesiyle biliniyordu. Ardından ise, Petrol Şirketi için Peru’dan rüşvet alan ve ülkeden kaçan Velasco’nun ülkeye iadesinden sonra, bu kez Kuczynski kaçacaktı. Açıkça görüldüğü üzere bu başkan adayı da sağcı… Peru’da gelecek yıllarda hangi sağcının başkan olup ülkeyi yöneteceğini bekleyip göreceğiz.
Listeye uluslararası tanınırlığa da sahip bir yerli toplumsal aktivist olan Berta Caceres’in katledildiği Honduras ile; ya da Mapuche yerlilerinin ata topraklarını geri almak üzere her gün verdiği mücadeleye karşı yabancı şirketlerin çıkarlarını korumak üzere bölgeye 500.000 asker sevk etme olasılığının söz konusu olduğu Şili’yi de ekleyebiliriz. Nihayet görünen o ki, ortaya çıkan ve yıllar boyunca varlığını koruyacak gibi görünen bu genel sahne, Latin Amerika’daki solun, yeni örgütsel stratejiler, yeni mücadele senaryoları ve neden olmasın, yeni ittifaklar üzerine düşünmesini gerektiriyor. Latin Amerika, Çin’de kanat çırpan bir kelebeğin Batı yarıküre’de bir kasırgaya neden olabileceğini her zamankinden çok fark ediyor. Emperyalizm, Ortadoğu’da savaşı ve ölümü derinleştirdikçe, Latin Amerika’da da sağ ilerliyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.