Bu yazının yazılma nedeni, 6-7 Nisan gecesi saat iki sularında Hopa Halkevi’ne ait binanın yakılmak istenmesi. İçerisindeki eşyaların büyük çoğunluğu kitap, dergi, broşür vb. ile müzik enstrümanları olan bir mekân… Yıl boyunca parçalanmış insan bedenleri görmüştüm, “yanmış” sözcük ve nota’larla karşılaşmak fikri ürküttü beni. Havada sözcük ve nota yanıkları! “Ne okuyorsun Lor’dum: ‘Sözcükler! Sözcükler! […]
“Ne okuyorsun Lor’dum: ‘Sözcükler! Sözcükler! Sözcükler!”
W.Shakespeare
Türkiye sağının siyaset yapma tarzı, cumhuriyetin ilk yıllarından beri genelde statik bir hat üzerinde ilerlemiştir. Gayri insani politikalar üretmekten imtina etmeyen ceberrut, despot, ötekileştiren, inkâr ve asimile eden toplumu güçle/zorla dizayn etmeye çalışan bir siyasal var oluş. Böyle bir “eril” siyaset tarzını kendisiyle özdeşleştiren doğanın/insanın ürettiği maddi-manevi kültüre katkı sun(a)mayan hatta var olanı yok etmeye/tüketmeye “yeminli” siyasal tefekkür iklimi ve bu iklimin siyasal eyleyenleri.
İnsani/siyasi var oluş nedenini tarihsel mitlerde arayan bugünü /şimdiyi geçmişin soyut/destansı mitolojik kabulleriyle idrak eden; tarihi, savaş/kahramanlık ve biat vb. kavramlarla tetkik ve tenkit eden; her türlü “tarih anlatısını” yenme-yenilme, aşk-nefret (Freudyen) gibi karşıt “uç-duygu” durumlarla yorumlayan siyasal akım ve onun temsilcileri.
Kökleri Antik Yunan’a ve Aydınlanma’ ya dayanan kamu ve özel ayrımında vücüd bulan burjuva siyasetinin “akıl”referanslı siyaset yapma formlarını da dışlayan insanın menfi/kötücül/yıkıcı duygularına hitap eden siyaset etme tarzı. Kitlelerin duygu ve linç patlamalarına çanak tutan “histerik” bir o kadar da gayri ahlaki siyasal tarz. Hakikatle “ilişkisini” kesmiş, hakikatten “kovulmuş”!
Böyle bir geleneği kendine “kıble” edinen bunun dışındaki her türlü siyasi ve ahlaki değere sırt çeviren bir tür “kendi gerçekliğine” hapsolmuş günümüz “neo-sağ” partilerin izlediği politikaları tahmin etmek çok da zor olmasa gerek…
Ülkenin doğusundaki trajediyi vatan/devlet/bayrak/istikrar gibi içeriği boşaltılmış “insansız” soyut kabullerle değerlendire(bile)n “neo-sağ” zihniyetin temsilcileri, son dönemde kendine muhalif bellediği siyasal yapıların binalarına, kendilerinin en mahrem/kutsal kabul ettiği yaşam alanlarına (evlere, ailelere) saldırmaya, talan etmeye, bir nevi rucu etmeye, başladılar. “Ecdat”larını aratmayacaklar gibi. Bu mekâna tahammülsüzlük; bazen yakma/ateşe verme, kundaklama, nesne ve eşyaları kullanılamaz hale getirme, kimi değerli eşyaları çalma bazen de konutlara (çoğunlukla kapıya) işaret koyarak korkutma şeklinde yapılır oldu. Son genel seçim döneminde salya-sümük, azgın, insanlık dışı “neo-sağ” kitlelerin HDP binalarına ve Kūrt halkına yapıtıklarını hatırlayın lütfen…”Ecdat”larının ruhlarını ne kadar da şenlendirmişlerdir!
Hayatı ve siyaseti böyle idrâk (aslında inkâr) eden kainattaki var olan canlı/cansız, maddi ve manevi bütünlüğe saygı duymayan evrensel ve kadim değerleri sahiplen(e)meyen bir Türkiye “neo-sağı” (ölüsü! ). Yaşama; dost- düşman, var-yok, sev-terket, ya hep-ya hiç, cennet- cehennem gibi sınır/uç-durumlardan bakan her türlü ilişkilerini tahakküm/biat üzerine temellendiren bu “neo-sağ” güruh, hayatın tam da kendisi olan, aşina bir dille söylersek, griliğini (melodisini, ritmini, güzelliğini, devinimini) göremez/algılayamaz hale gelmiştir ki hiçbir zaman da “hakikatı” kavrayamayacaktır da. Kesin ve “kırmızı” çizgilerle ve her daim uçlarda (yıkıcı, yok edici sınırlar/uçlar) dolanan siyasal bir “yığın/moloz” haline gelmiştir
***********
Bu yazının yazılma nedeni, 6-7 Nisan gecesi saat iki sularında Hopa Halkevi’ne ait binanın yakılmak istenmesi. İçerisindeki eşyaların büyük çoğunluğu kitap, dergi, broşür vb. ile müzik enstrümanları (davul, bateri, saz, vb.) olan bir mekân.
Vahim/hazin olayı duyduğumda içimden “Yuh, artık!” dedim.”Sözcüklerimize ve notalarımıza da saldırdılar, onlara da tahammülleri yok.” diyerek kocaman bir “çığlık” attım. Tuttum şiir şiir, sözcük sözcük (cinsiyetsiz) küfürler ettim. “Kalpsizliğinize sözcük sözcük, ‘nota’; nota nota ‘sözcük’ düşsün! “dedim, “Kararmış ufuklarınız, gönülleriniz; sözcükle, notayla, şiirle dolsun. Uyanın allahsızlar ‘ebedi’ kirli/zalim uykunuzdan.”
Şimdiyse uzaktan bakıyorum, giremiyorum binaya. İçimde sonbahar rüzgârları, kelebek ölümleri sonra! Korkuyorum! Yıl boyunca parçalanmış insan bedenleri görmüştüm, “yanmış” sözcük ve nota’larla karşılaşmak fikri ürküttü beni.
Havada sözcük ve nota yanıkları!
Bu kez koklayarak okuyorum sözcükleri, koklayarak melodiye dönüşüyor notalar!
Birden “içlenmek zanaatında usta olduğunu” bildiğim ‘kelimeler tanrısı’nın:
“…/Umulmadık bir gün olabilir bugün
kan var bütün kelimelerin ardında./…”
dizeleri uçuşuyor “güvercin” tedirginliğiyle.
Evet, “umulmadık” bir gündü bugün!
Havada sözcük ve nota yanıkları!
“…/her yerinde vücudumun
ağır yanık sızılar
bir yerlere yıldırım düşüyorum
hırsımdan demirler eriyor/… “
Koşup koşup sözcüklere sığınıyorum, öfkemi onlarla güzelleştiriyorum:
“Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
Her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
Bir gök gürlese bari diyorum, bir sağnak patlasa
Bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse
Ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de
Yırtılan ve parçalanan bir şeyler olmalı mutlaka
Hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler.
Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent
Ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü”
Böyle bilinçleri kararmış insan yığınına “Eyy bree allahsızlar, sözcüklerin de ‘kalbi’ var, onlar da acı çeker” diyememenin kifayetsizliği/beyhudeliği.
Ve sesleniyorum:
“Eyyy, sözcükler! ‘Yanık’larınızdan başka kaybedecek bir şeyiniz yok”
“Birleşin, dünyanın bütün SÖZCÜKLERİ! ”
*Hopa Halkevi