Devlet ise bu süreç ile, ki onlar adına açılım diyorlar, birinci olarak PKK’nin ya dönüştürülerek Barzanileştirilmesini, bunun gerçekleşmediği durumda ise askeri olarak tasfiyesini hedeflemektedir. PKK daha 90’ların başında Türkiye devletini yıkıp bağımsız sosyalist Kürdistan kurma hedefini terk etmişti. Bunun birçok sebebi var ama bence en önemli sebep, ulusal temelde yürüttüğü savaş, PKK’yi Kürtler arasında güçlendirmiş olmasına […]
Devlet ise bu süreç ile, ki onlar adına açılım diyorlar, birinci olarak PKK’nin ya dönüştürülerek Barzanileştirilmesini, bunun gerçekleşmediği durumda ise askeri olarak tasfiyesini hedeflemektedir.
PKK daha 90’ların başında Türkiye devletini yıkıp bağımsız sosyalist Kürdistan kurma hedefini terk etmişti. Bunun birçok sebebi var ama bence en önemli sebep, ulusal temelde yürüttüğü savaş, PKK’yi Kürtler arasında güçlendirmiş olmasına rağmen, aynı savaşın devletin halk desteğini de oldukça fazla artırmasıdır. Sol örgütlerin 12 Eylül yenilgisi yaşadığı bir dönemde örgütsüz olan halkın devlet propagandasının etkisi ile hızla milliyetçileşmesi bu sonucu doğurmuştur. Devlet Kürt olmayan halkın politik desteğine sahip olduğu sürece, PKK’nin devleti askeri olarak yenilgiye uğratma şansı yoktur.
PKK daha kuruluş yıllarında Kürt ve diğer emekçilerin ortak örgütlenmesini reddetmişti. Ancak ayrı örgütlenme, emekçiler arasında bir uçurum oluşmasına yol açmıştır. Ayrıca devlet savaş sırasında yapılan milliyetçilikten kaynaklı birçok hatayı (Türk memur ve öğretmenlerin öldürülmesi, silahsız esirlerin öldürülmesi, korucu köylerinin basılıp çoluk çocuk hepsinin öldürülmesi, örgüt içi infazlar vb.) propaganda savaşında oldukça iyi kullanmış, Kürt olmayan emekçilerin desteğini PKK’ye karşı savaş özelinde ardına almayı başarmıştı. Gerçi PKK daha sonra bu politikalarını eleştirmiş ve terk etmiş ama hasar orada kalmıştı. Ayrıca Türkiye solunun 12 Eylül yenilgisinden kurtulamamış olması, emekçi halkın kitle örgütlerinin büyük darbe yemesi gibi durumlar olayı daha da kötüleştirmiştir, sonuçta devlet propagandasının etkisi ile halk hızla milliyetçileşmiştir.
Bir ikinci nokta ise PKK’nin özellikle 80’ler ve 90’larda Türkiye’de az da olsa gelişen halk muhalefetine sürekli soğuk bakmasıdır. PKK sürekli olarak Türkiye solunu görevini yapmamakla, halkı örgütlememekle suçlamasına rağmen, kendi halkla ilişkiler kurumu gibi çalışmayan sola karşı sürekli mesafeli durmuştur. Dahası, PKK bu süreçte gelişen örgütlü ya da kendiliğinden halk muhalefetine ve spontane ve örgütlü olarak gerçekleştirilen eylemlere de çok uzak durmuştur. Hatta kendini Kürdistan İşçi Partisi olarak adlandırmasına rağmen sendikal örgütlenmelerden de uzak durdu (Tabii ki sendikal üst kurullarda kongre vb. yolu ile sandalye kapma çabası hariç). Bu durum hala devam etmekte. Seçim temasını barış ve halkların kardeşliği üzerine kuran HDP lideri Demirtaş, metal işçilerinin kendiliğinden grevleri ile sarsılan Bursa’da yaptığı seçim öncesi yaptığı mitingde grevci işçilerden bir kelime ile bile söz etmedi. Bir işçi partisi olarak kurulan PKK’nin önderlik ettiği bir tane grev yoktur. Buna Kürt illeri de dahildir. Halbuki kardeşlik emekçiler arasında kurulur, barış emekçiler arasında ki birlikten doğar. Ancak PKK devlet ile, Kürt egemenleri ile ya da TÜSİAD ile (Aynı metal grevi sırasında HDP Eş Başkanı Yüksekdağ TÜSİAD ile bir görüşme yapmıştı) barış yapmaya çalışıyor. Üstelik Kürtlerin ve PKK’yi destekleyen insanların önemli bir kısmı emekçidir. Yukarıda belirttiğim grev ya da toplumsal hareketlerde yer alan emekçilerin büyük çoğunluğu Kürt kökenlidir, hatta HDP seçmenidir. Buna rağmen Kürt ulusal hareketi kürt olsun olmasın sınıf temelli tüm emekçi hareketlerine soğuk durmaktadır. Bu noktaya daha sonra geri döneceğim.
Sonuçta PKK bağımsız devlet talebinden vazgeçmiş, barış adını verdiği bir politika ile devlet ile uzlaşmaya çalışmaktadır. Öyle ki şu an tekrar her tarafın kan gölü olduğu bir durumda bile, Kandil liderleri hala devlet istemediklerini, demokratik özerklik istediklerini her fırsatta yinelemektedirler. Devletle uzlaşma meselesinde ise, başlangıçta çıtayı çok yüksek tutmalarına rağmen, artık başlangıçtaki demokratik programlarından büyük tavizler vermişlerdir. Mesela bir işçi partisi olarak kurulmalarına rağmen artık Kürt egemenleri hedeflerinde değildir ve onlarla beraber çalışmaktadırlar (HDP içinde bulunan Erdoğan sevdalılarının çoğunun Barzanici olduğu bir sır değildir). Apo da dahil olmak üzere PKK liderleri barış adına Erdoğan’ın başkanlığını dahil desteklemeye hazırdır (Büyük bir ihtimalle devlet ile yeni görüşmeler başkanlık pazarlığı üzerinden şekillenecektirtir, ancak hendeklerin direnişi bu durumu büyük oranda değiştirebilir). Artık hedeflerini demokratik özerklik olarak tanımlamaktadırlar. Bundan ne anladıkları ise herkese göre değişmektedir. Anladığım kadarı ile bir kısım HDP’li bundan AB müktesebatında yer alan yerel yönetimler şartı çerçevesinde yerel yönetimlere verilecek hak ve özgürlükleri anlarken, Kandil ise bölge kaymakam ve valilerinin seçimle geldiği, polis hakim vb. görevlilerin seçilmiş yerel yöneticilerce atandığı bir sistem düşünmektedir.
Devlet ise bu süreç ile, ki onlar adına açılım diyorlar, birinci olarak PKK’nin ya dönüştürülerek Barzanileştirilmesini, bunun gerçekleşmediği durumda ise askeri olarak tasfiyesini hedeflemektedir. Aslında kafalarındaki asıl çözüm Sri Lanka çözümüdür. Sri Lanka’da devlet, benzer bir Oslo süreci ile, Tamillerin bir kısmını devlete içermiş, diğer kısmını ise kanlı bir şekilde tasfiye etmişti. Bu arada belirtelim, barış için Oslo’ya giden dağılıyor. Filistin Barış süreci de Oslo’da başlamıştı. Sonuçta orada da aynı şey yaşandı. Filistin hareketi El Fetih ve Hamas arasında ikiye bölünmüş durumda. Sri Lanka çözümü aslında Oslo çözümüdür. Temeli silahlı hareketin görüşmeler ve yeni paradigmalarla ikiye yarılması ve bir kısmı sisteme eklemlenirken diğer kısmının kanlı bir şekilde tasfiyesidir.
Devletin PKK’nin bir kısmını Barzanileştirmeye, diğer kısmını ise tamamen tasfiye etmeye çalıştığını gösteren bir çok belirti vardır. Açılım süreci başlar başlamaz, KCK operasyonları ile beş bin kadar seçilmiş politikacı tutuklanmış, PKK kadın hareketinden önemli bir yere sahip olan Sakine Cansız’lar Paris’te yok edilmiş, sürekli olarak Kandil ve HDP arasında ayrılık yaratılmaya çalışılmış, çözüm adresi olarak HDP gösterilmiş ve HDP’ye PKK’yi reddetmesi dayatılmıştır. Bir yandan görüşmelerde Kürt hareketine umutlar verilirken, diğer yandan bölgede kanlı cinayetler katliamlar tutuklamalar vb. devam etmiştir. Bu politika nedeni ile çözüm süreci bir adım ileri bir adım geri olarak şeklinde yürütülmüştür.
Bu şekilde PKK saflarında, daha doğrusu HDP saflarında, ”Aslında provokasyonlar olmasa barış olacak” yanılsaması yaratılmaya çalışılmış, yine aynı şekilde bilinçli olarak çatışmalar körüklenmiş ve bu çatışmaların sorumluluğu PKK’ye yıkılarak HDP saflarında bir çatlak oluşturması hedeflenmiştir. Nitekim anladığım kadarı ile, PKK sempatizanı gençlerin PKK’den bağımsız olarak başlattığı hendekler (Aslında Demirtaş, hatta Kandil bile başlangıçta hendekleri eleştiriyor, onları kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Hatta ilk kurulan hendekler Kandil, HDP ve Apo’nun girişimi ile kapatılmıştı ama devlet tüm gücü ile PKK’ye yüklenince her ikisi de hendekleri savunmaya ve desteklemeye başladı) başlangıçta HDP saflarında bir çatlak oluşturmuştu, ancak PKK durumu kontrol altına almışa benziyor. Ama yine de, artık baştaki gibi açıkça ifade edemeseler de hendek karşıtı bir eğilimin özellikle HDP’de olduğu bir gerçek.
Bu yüzden, çözüm sürecinden barış çıkmaz. Zaten 5 yıldan fazladır süren açılım sürecinin vardığı yer, yeniden topyekun savaş olmuştur. Bu doğaldır. PKK’nin barış yapmaya çalıştığı bu kesimlerin (Devlet, emperyalizm, Kürt egemenleri, Türkiye oligarşisi ) hiçbirinin barış yapma niyeti yoktur. Politika olguların arkasındakini görme sanatıdır. Erdoğan “Federasyonu bile kabul edebiliriz” derken, PKK’nin ilerici kadro ve örgütlerinin tamamen tasfiye edildiği, Kürt işadamlarının, feodallerin, şeyhlerin egemen olduğu bir federasyondan bahsetmektedir.
Emperyalistler Kürtlere haklarını vermekten bahsettiklerinde, kafalarında olan tam da yukarıda yazdığım şekilde bir Kürdistan’dır. T.C’nin denetimi altında, başında gerici egemenlerin bulunduğu bir Kürdistan. O yüzden PKK’ye karşı savaşın her adımında NATO tüm gücü ile devrededir. Şu an Sur başta olmak üzere tüm mahallelere devlet NATO silahları ve tankları ile saldırmaktadır. Gerek devletin gerekse emperyalistlerin dönem dönem YPG ile görüşmesi, HDP ile görüşmesi vb. onların Barzanileştirilmesi çabalarından kaynaklanmaktadır. Neticede Kürtler Cenevre’ye bile çağrılmamıştır. Halbuki Rojava, Barzani denetiminde olsaydı, orada baş köşede olacaklarına emin olabilirdiniz. T.C’nin ABD’den ve NATO’dan bağımsız anti-YPG politika gütmesi imkansızdır. Zaten devlet daha düne kadar YPG ile sabah akşam görüşmekteydi, hatta Süleyman Şah türbesinin taşınmasında IŞİD’e karşı YPG orduyu korumuştu. Böyle bir ortamdan terörist söylemine geçmek emperyalizmin Ortadoğu’ya ilişkin planlarından ayrı değildir.
Peki bir an için, devletin ve emperyalizmin gerçekten uzlaşmaya hazır olduğunu varsayalım. Bu Kürt sorununu çözer mi? Mümkün değil. Demokratik özerklik belli bir rahatlama yaratsa da, emekçi halkın özgürlük ve demokrasi taleplerini karşılamaktan uzaktır. Kürdistan’ın en önemli meselelerinden birisi Kürt egemenleridir. Kürt aşiret ağaları, Kürt burjuvaları, Kürdistan’da çöreklenmiş tarikatlar ve ve tarikat şeyhleri vb. demokratik özerklik altında egemenliklerini sürdürmeye devam edecekler ve bu durumdan büyük oranda onlar yararlanacaklardır. Ayrıca gerek Türkiye’de gerekse Barzani Kürdistanı’nda emperyalizm içsel bir olgudur. Halbuki Kürt emekçilerinin 1960’lardan sonra hızla radikalleşmesinin en önemli sebeplerinden birisi bu egemenlik yapısıdır. Bundan dolayı PKK’nin demokratik özerklik programı ile barışın sağlanması mümkün değildir. Emekçilerin demokrasi ve özgürlük savaşımı başka şekiller alarak devam edecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.