Her geçen gün daha iyi anlıyoruz… Yeni bir toplum inşası içindeyiz. Bu yeni toplum, bizim mevcut bakış açımızla tecavüzü meşru gören bir toplum olacak. Türkiye toprakları daha çok yakın bir tarihte (93 sene önce) köklü bir toplumsal inşa sürecine girmiş, takkelerden şapkalara, eski harflerden yeni harflere, birçok revizyona tabi tutulmuştur. Bu çok sancılı modernleşme süreci […]
Her geçen gün daha iyi anlıyoruz… Yeni bir toplum inşası içindeyiz. Bu yeni toplum, bizim mevcut bakış açımızla tecavüzü meşru gören bir toplum olacak.
Türkiye toprakları daha çok yakın bir tarihte (93 sene önce) köklü bir toplumsal inşa sürecine girmiş, takkelerden şapkalara, eski harflerden yeni harflere, birçok revizyona tabi tutulmuştur. Bu çok sancılı modernleşme süreci tarih kitaplarının sayfalarına övgü dolu şiirlerle, kahramanlık destanlarıyla yansımıştır. Marşlarla, medeniyete giden yolun, tek dişi kalmış canavardan kurtulmanın tek çaresi olduğu hatırlatılmış, bu değişime şükranlar sunulmuştur. Elbette, modernleşme yolunun yalayıp yuttukları, bu yolda uçuruma itilenler sır perdesinin arkasında kalmış ve bu sır perdesi hala aralanamamıştır.
Bugün görüyoruz ki, yeniden bir toplumsal inşa süreci içindeyiz. Şimdilerde, modernlik içinde İslamiyet’i barındırmıyorsa lanetlenmesi gerekenlerden. Politikacılar boşuna konuşmuyor, din adamlarının elbet bir bildikleri var. On senelik süreç içinde, her geçen yıl yeniden tasarlanmış bir topluma yaklaştırıldık. Bu on senelik sürecin başlarında, okulların imam hatip okullarına dönüştürülmesini hayretler içinde karşıladık, sonra bir baktık ki bu durum alışıldık bir şey olmuş. Artık bu durumla baş etmek, okul çağında çocukları olan insanlara kalmış. ‘Çocuklarımızı imam hatip okullarına yazdırmak istemiyoruz, ancak çok az seçenek kaldı.’
Bizler okul çağlarını atlatmış kişiler olarak inşa sürecinin bir kısmından kurtulmuş olduk. Ancak bir sonraki nesil bu okulların ürünü olacak. Kitaplarda, grafiklerle kadınların evde oturması gerektiğinin anlatıldığı, testlerde doğru şıkkın, kürtajın günah olduğunu söyleyen şık olduğu bir dönemin ürünü. Bundan kurtulmak isteyen aileler ellerinden geleni yapacak elbet, fakat nereye kadar ve ne kadar hep birlikte göreceğiz…
Ardından siyasetçilerden ilginç vaazlar duymaya başladık. Başlarda tepki gösterdik fakat zamanla tepki gösterenler azaldı. ‘Delidir, ne yapsa yeridir’ dedik. Şimdi gülüp geçiyoruz… Ancak içten içe biliyoruz ki, bunlar boş boş söylenmiş laflar değil. ‘Başı açık kadın penceresiz eve benzer’ , ‘Çocuğun ne suçu var, anası kendisini öldürsün!’ , ‘Kız mıdır, kadın mıdır bilmem…’ ve daha birçokları. Her geçen gün çıta bir tık yükselerek, senelerdir nefret duyduğumuz şeylere övgüler duymaya başladık. Artan kadın cinayetleri, bunlara verilmeyen(!) cezalar, tecavüzlerin, tacizlerin suçlusunun kadın olarak gösterilme çabası, çocuklara yapılan cinsel saldırıların örtbas edilmesi ve giderek artan bu çıta şimdi bizi başka bir yere getirdi. Diyanete bir soru soruldu ( sorulma cesareti gösterilebildi). Fetva hattının internet sitesine yöneltilen soru şu şekilde: Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısı ile olan nikahını düşürür mü? Peki ya cevaba ne dersiniz: Babanın şehvetle kızını öpmesi ya da ona sarılmasının nikaha etkisi yoktur. Babanın kızını kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek şehvet duyması bir tür haramlık oluşturmaz. Ayrıca kızın 9 yaşından büyük olması gerekir.
Bu cevap birkaç gün sonra Diyanet tarafından yalanlandı. Fakat bunu da duymuş olduk. Zaten pedofili oranının yüksek olduğu bu toplumda, kimileri için yol açıldı. Bunu dile getirmek normalleşti. Toplum olarak biraz daha mesafe kat ettik, bilinmeyene doğru.
Çok geçmeden bir haber daha düştü gündeme: Rize Kızılay Şube Başkanı erkek çocuklara istismardan tutuklandı. İddiaya göre, Mehmet Nuri Gezmiş kıyafet yardımı yapacağını söylediği bir çocuğu odasına çağırıyor ve ona odasında pantolon giydiriyor. Bu sırada da cinsel istismarda bulunuyor. Çocuk olayı ailesine anlatıyor ve olay yargıya intikal ediyor. Bu durum karşısında kimilerinin aklına şu soru gelecektir muhakkak: Acaba Mehmet Nuri Gezmiş’in karısıyla olan nikahı düştü mü? Eğer düşmüyorsa gerisinin bir önemi yok.
İşte bizi bu kıvama getirene kadar yoğuruyorlar. Parçalara bölüp her birimize belli temsiller yüklüyorlar. Bugün bizi getirmek istedikleri kıvam, amaç edinilmiş bir yola uyum sağlamamız için. Bu yolun bizi götürdüğü rejimin ismi ne olacak bilmiyoruz. Belli tahminlerimiz var elbet. Ancak kesin olan şu ki, bu rejimin ismi her ne olursa olsun, tecavüz kültürünün içselleştirildiği bir topluma dönüşeceğimiz. Şimdi de bu topluma ulaşan ulvi yol üstündeyiz. Şaşırıyoruz, alışıyoruz ve yoğruluyoruz.
Kürtajın cezasının 5 deve veya 212 gram altın olduğunu öğreniyoruz. Kadınlara her şeyin müstahak olduğunu, erkeklere her şeyin mubah olduğunu öğreniyoruz(!) Çocuk doğurmamızı, tecavüz edebilecekleri insanlar artsın diye istediklerini anlıyoruz. Anlıyoruz ve midemiz bulanarak izliyoruz. Bir toplum nasıl dönüştürülür, her şey nasıl olağanlaşır, bu zihniyetten rahatsız olmayan ne çok insan varmış, bunları görüyoruz. Amellerin gün yüzüne çıktığı bu yıllarda adım adım yürüdüğümüz yol, ne önceki seksen yılla ne de daha öncesi ile örtüşüyor. Toplumsal dönüşüm bu kez bizi bambaşka yerlere götürüyor. Bu yolda her adımda biraz daha şaşırıyoruz ve daha çok şaşıracağız. Çünkü biz diyanete bu soruyu soranlar gibi düşünmesini bilmiyoruz. Belki ne kadar ileri gidebileceklerini bu yüzden tahmin edemedik. Ancak artık ediyoruz. Kadınların nefes alamadığı bir sona doğru giden, uzun bir yol daha var. Yolun sonunda, ağzının suyu akarak önüne gelen herkese, kadın, çocuk, hayvan ve diğer erkekler olmak üzere herkese tecavüz etmek isteyen, eli cinsel organından ayrılmayan erkek güruhu görülüyor. Ve fakat bu tecavüzcü zihniyetin yerleşmemesi için uğraşacak pek çok fedakar insan da var. Dileriz ki bu tespit yazısı, tarihimizin karanlık bir döneminin tanığı olarak kalır ve daha fazlasına niyetlenenler elleri cinsel organlarına yapışmış bir vaziyette, tek dişi kalmış canavarla birlikte sonsuzlukta yok olurlar.
Tüm gören gözlere, tüm duyan kulaklara, tüm nasırlaşmamış vicdanlara…