Ne yazık ki her türlü dış politika konusunun iç siyasetin tüketimi için kullanıldığı Türkiye’de en önemli tüketim kalemi Suriye haline geldi. Bu nedenle Ankara, Suriye ile ilgili her türlü konuda gerçeklik algısını kaybetmiş durumda. Bu Alis Harikalar Diyarında sendromu olarak tanımlayabileceğimiz bir ruh hali. Her türlü kavramın tepetaklak olduğu, paradoksların yaşandığı bu ruh hali içinde […]
Ne yazık ki her türlü dış politika konusunun iç siyasetin tüketimi için kullanıldığı Türkiye’de en önemli tüketim kalemi Suriye haline geldi. Bu nedenle Ankara, Suriye ile ilgili her türlü konuda gerçeklik algısını kaybetmiş durumda. Bu Alis Harikalar Diyarında sendromu olarak tanımlayabileceğimiz bir ruh hali. Her türlü kavramın tepetaklak olduğu, paradoksların yaşandığı bu ruh hali içinde Ankara’nın en temel sıkıntısı Suriye konusundaki ‘düşüşünü’ iç kamuoyuna halen bir ‘yükseliş’ olarak sunma çabası.
Havada Rus uçakları tarafından desteklenen Esad ordusunun başını çektiği ve içinde İran’dan para-militer güçlerin, Hizbullah’ın ve Rus özel birliklerinin bulunduğu koalisyon geçen hafta Halep’in doğusundan kuzeyine sarkmayı başardı. 2012 yılından beri muhaliflerin elinde bulunan stratejik önemdeki Halep’in kuşatılmasından doğan bölge ile Türkiye arasındaki irtibat yollarının kesilme ve PYD’nin Fırat’ın batısına doğru taşarak Afrin’le birleşme riskleri Ankara’nın hararetini artırdı.
Öte yandan, bir de Halep kuşatmasının yaratacağı mülteci hareketi var ki bu, Ankara’nın Suriye konusunda yukarıdaki riskleri yönetmek için elini güçlendirebilecek fırsatlar sunuyor.
Özellikle son bir senedir Suriye’de sahada hiçbir şey Ankara’nın istediği gibi gitmiyor. Artık net olarak görüyoruz ki, 24 Kasım’dan sonra Ankara Suriye’de hem karada, hem de havada bağımsız bir aktör olarak ‘oyun kurma’ yeteneğini kaybetti.
Ama belki de Esad güçlerinin Halep kuşatması ve bunun neden olacağı kitlesel mülteci hareketi Ankara’ya Suriye’ye karadan müdahale etme fırsatı sunabilir. Hükümete yakın medyada da işte bu nedenle ‘Suriye’ye girmenin tam zamanı’ şeklinde özetlenebilecek haber ve yorum yazıları artıyor. Bu haber ve yorumlarda ‘Türkiye’nin ABD ve Rusya güdümünde bir Kürt tampon devletine izin vermemesi’, ‘Türkiye’nin PYD tehdidini yok etmesi’, ‘Suriye’de oyun dışı kalmaması’ ve ‘yaşanacak göçmen akınını Suriye içinde durdurmak için bir göçmen şehri kurmanın gerekliliği’ gibi gerekçeler öne çıkıyor. Bu gerekçeler nedeniyle bazılarına göre Türkiye’nin ivedilikle Azez-Munbiç hattının kuzeyindeki Cerablus cebine karadan askeri müdahalede bulunması artık şart.
Ankara’da Al-Monitor’a konuşan kaynaklar da “Halep’teki son gelişmelerin Ankara tarafından Türkiye’nin Suriye’ye bir aktör olarak dönmesi için son fırsat olarak görüldüğüne” dikkat çekiyor. Ankara’da “Halep olayını Türkiye’nin milli çıkarlarına uygun bir şeye dönüştüremezsek Suriye’de tamamen oyun dışı kalacağız” kaygısı hakim.
En son 4 Mayıs 2015 tarihli makalemde Ankara’daki siyasi karar alıcıların Suriye’ye bir askeri müdahale konusunda istekli olduğunu ama bu konuda Türk ordusunun Suriye konusundaki “realist” tavrının bir fren mekanizması işlevi gördüğünü yazmıştım. Bu realist tavırda hem Suriye’deki çatışma dinamiklerinin konvansiyonel bir askeri müdahale sırasında yaratacağı riskler hem de bu müdahalenin uluslararası alandaki meşruiyeti gibi hususların rol oynadığı görülüyor.
Peki Türkiye bu yeni durumda Suriye’ye bir askeri müdahale yapabilir mi?
Ankara’nın bir müdahale için aşağıdaki beş soruna çare bulması gerekiyor.
Bunlardan ilki çok basit bir teknik sorun: Harekatın hava desteği. Türkiye’nin karadan aylarca sürebilecek böyle bir harekatı hava desteği olmadan yapması imkansız. Karadaki birliklerin korunmasında ateş gücü, keşif-gözetleme ve helikopterle tahliye ve takviye için hava gücü gerekiyor. Bu karakterde ve bu çapta bir harekat EYP ve intihar saldırganları riski nedeniyle kara yollarına bağlı olarak icra edilemez.
Dolayısıyla soru şu: 24 Kasım’dan sonra Suriye’nin kuzeyinde de-facto uçuşa yasak bölge ilan etmiş olan Rusya, Türk uçak ve helikopterlerinin Suriye hava sahasına girmesine izin verecek mi?
Hava-hava muharebe yeteneği de bulunan bir Rus SU-34’ünün 29 Ocak’ta Türk hava sahasını ihlal etmesi Rusya’nın Azez-Munbiç hattına ilişkin ciddiyetini göstermesi açısından önemli. Şayet Rusya Türk uçaklarının Suriye hava sahasına girişine izin vermezse, harekatın hava desteğinin ABD tarafından sağlanması gündeme gelebilir. O zaman da Ankara’nın ABD’yi, ABD’nin de Rusya’yı ikna etmesi lazım.
Kulislerde “Biz bu harekatın ateş desteğini sınır hattındaki 40 kilometre menzilli Fırtına obüsler ve Çok Namlulu Roket Atar Sistemleri (ÇNRA) ile sağlarız” şeklinde komik yorumlar da yapılıyor ancak olası harekatın süresi ve çapı düşünüldüğünde bu opsiyon çok da inandırıcı gelmiyor.
Diğer boyut Türkiye’nin dış politika tercihleriyle ilgili. Suudi Arabistan, Katar ve Bahreyn harekat konusunda Türkiye’ye destek veriyor. Ancak Suriye’de aynı anda hem ABD’yi hem de Rusya’yı karşısına alması Türkiye’yi yine de zor duruma sokar. Ankara’nın bu iki aktörden birini masada ikna etmeden, daha da önemlisi sahada en az birinin desteğini almadan böyle bir harekata girişmesi pek de olası gözükmüyor.
Üçüncü sorun ise Ankara’nın belki de yakında önüne gelecek acı bir gerçekle ilgili. Ankara böyle bir harekata niyetlenirse iki hasımlı bir harekat ortamında sıkışmamak için sahada ya PYD’nin ya da Esad’ın desteğini almak zorunda. Ankara’nın PYD ile mücadele için Esad’ın desteğini mi; yoksa Esad’la güç mücadelesi için PYD’nin desteğini mi almaya çalışacağı sorusu Ankara’da Demokles’in Kılıcı misali asılı duruyor. Ama sahadaki gerçeklik Ankara’nın Suriye topraklarında aynı anda İslam Devleti’ni, Esad güçlerini ve PYD’yi ‘düşman’ olarak tanımlarsa çok zorlanacağını gösteriyor.
Dördüncü sorun ise Türkiye’nin ‘yumuşak karnı’ olan Güneydoğu’nun beş kent merkezinde devam eden çatışmalar. Güneydoğu’daki çatışma alanlarından edindiğim izlenim aslında Ankara-PYD ilişkilerinin giderek Türkiye’nin içindeki çatışmaları belirleyen temel faktör haline geldiği. Yani Türkiye’de sayıları belki de yüz binleri bulan Kürtler Ankara’nın PYD konusundaki tutumunu çok yakından takip ediyor. Bu açıdan belki de Ankara-PKK çatışmalarında Suriye’nin kuzeyini birincil cephe, Güneydoğu’daki çatışma yaşanan kentleri de ikincil cephe olarak görmek mümkün. Bu nedenle Ankara’nın Suriye içine olası bir kara harekatı Türkiye’de devam eden çatışmaları daha da büyütebilir, hatta çatışmaları ülkenin batısına yayabilir.
Son sorun ise bu harekatın doğasında. ABD’nin Afganistan ve Irak tecrübeleri gösterdi ki ne kadar insani sebeplerden kaynaklanırsa kaynaklansın ve ne denli uluslararası meşruiyeti olursa olsun sınır ötesi konvansiyonel harekatlarda asıl soru ‘Nasıl gireriz?’ değil ‘Nasıl çıkarız?’ olmalı. Bu tür harekatlarda bir çıkış stratejisi belirlemeden yapılan planlamalar büyük ekonomik ve siyasi bedeller ödetebiliyor. Suriye gibi koşulların “her dakika değiştiği” bir harekat ortamına asker göndermenin riskleri yüksek. Tersine planlama da tam da bu nedenle gerekiyor. Yani mesele aslında Suriye’ye nasıl girileceğinin değil, orada nasıl kalınacağı ve oradan nasıl çıkılacağının planlanması. Giriş ise inanın Türk ordusu için büyük sorun değil. Yeter ki Ankara’da sürücü koltuğunda oturan siyasi karar alıcılar girildikten sonra orada nasıl kalınacağına ve oradan nasıl çıkılacağına kafa yorsun.