Tayyip Erdoğan siyasete dahil olup da görünür hale geldiğinde Milli Görüş çizgisi içindeydi. Sözüm ona Türk devletinin Kemalist yapısı ile çelişkiliydi. Milli Görüş içinde devletin resmi ideolojisinin islami kesime yaşattığı “mağduriyetler” üzerinden siyaset yapıyordu. Refah Partisi’ndeki il başkanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, cezaevi süreci, AKP’nin kuruluşu dönemlerinde “başkalışıma” uğramış, özellikle cezaevi sürecinde “devletleşmiş” Milli Görüş […]
Tayyip Erdoğan siyasete dahil olup da görünür hale geldiğinde Milli Görüş çizgisi içindeydi. Sözüm ona Türk devletinin Kemalist yapısı ile çelişkiliydi. Milli Görüş içinde devletin resmi ideolojisinin islami kesime yaşattığı “mağduriyetler” üzerinden siyaset yapıyordu. Refah Partisi’ndeki il başkanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, cezaevi süreci, AKP’nin kuruluşu dönemlerinde “başkalışıma” uğramış, özellikle cezaevi sürecinde “devletleşmiş” Milli Görüş ile yollarını ayırmış, “gömlek değiştirdim” diyerek AKP’yi kurmuştu.
3 Kasım 2002 seçimlerinden AKP birinci parti çıktığında Türkiye’deki liberalleri, tatlı su demokratlarını, sağın farklı kulvarlarındaki dağınıklığı kendi AKP’si içinde toplamıştı. Herkese “Türkiye’yi askeri vesayetten kurtaracağız, Avrupa Birliği’ne gireceğiz, özgürlükleri genişleteceğiz” diyerek yanına çekmiş; bununla da yetinmemiş “Kürt sorununu da ben çözeceğim” demiş ve Kürdistan’da kendisine destek almaya çalışmıştı. Ayrıca devletle çelişkisi olan Fethullah Gülencilerle ortak bir iktidar örüntüsü kurmuştu.
2006’dan sonra Tayyip Erdoğan, farklı bir mecraya girdi. Önce AB taraftarlarını, liberalleri ve kendisine destek veren demokratları tasfiye etti. Bu tasfiye süreci içinde AKP’nin kurucularından Cüneyd Zapsu ve ekibi vardı. Daha Sonra Dengir Mir Mehmet Fırat da bu dönemde dışlanan önemli bir isimdi. Bu dönemde Fethullah Gülencilerle çok sıkı ilişkiler içindeydi. Ve ulusalcılara, asker yanlılarına “kafa tutuyor” gibiydi. Cumhuriyet mitingleri, AKP’nin kapatılmasının tartışılması, AKP’den Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı olması tartışmalarının eşgüdümünde askerin vesayetinin ötelendiği varsayılıyordu.
2008’de TSK’nin PKK’ye karşı Zap’ta aldığı yenilgi, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olarak Çankaya’ya çıkması sanki askerle AKP arasındaki savaşı AKP kazanmış gibi oluyordu. Ama burada önemli olan bir durum vardı. Bu durum Fethullah Gülencilerin konumuydu. Fethullah Gülenciler, askeri AKP eliyle gerillettiklerini düşünüyordu. Ve askeri geriletip, polis eliyle PKK’yi Kürtleri hedef seçmişlerdi. AKP de buna yatkındı ve 2009’da Kürtlere karşı KCK operasyonları ve askeri operasyonlar geliştirdiler. Kürt siyasetinin askeri alanda “ateşkes ve müzakere süreçleri” ile çözüm arayışları AKP’yi rahatlatıyordu. Ancak Fethullahçılar her dönem bir fırsat kolluyor, AKP’nin içinden çıkarak devleti kendi tekellerine almak istiyorlardı. Bu durumu Kürtler önceden gördü ve buna karşı direniş pozisyonu alıp, politik taktiklerle bu oyunu boşa çıkarınca; Tayyip Erdoğan ve ekibi MİT ile birlikte Kürtlerle -ki şimdi daha iyi anlaşılıyor- “çözüm ve müzakere” süreci başlatmaya hevesli olduğunu gösterdi. Böyle olunca Fethullahçıların yanlış hesabı açığa çıktı ve Tayyip Erdoğan ile Cemaat kavgaya tutuştu. Bu kavgadan en karlı çıkanlar ise Ergenekoncular oldu.
Tayyip Erdoğan zaten Kürt karşıtı karakteri ile çabucak ortaklaşıp, cemaatin tasfiye olmuş durumu üzerinden Ergenekoncularla ve TSK ile anlaşarak yeni bir politika oluşturdu. Bu politikanın ortaklık temelinde Kürtlerin bölgedeki gelişmelerde aldığı rolü durdurmaktı. Tayyip Erdoğan ve TSK, Ergenekon kanadı Türk devletinin bekaa sorunu yaşadığını varsayıp Kürtlere karşı Suriye, Türkiye ve Irakíta harekete geçti. 7 Haziran Türk devletinin Kürt korkusunu büyütünce; Tayyip Erdoğan “bana ve aileme karışmayın, ben de TSK ve Ergenekon’un Kürt karşıtı politikasını yürütürek Türkiye’yi bu sarmalden kurtarabilirim” dedi ve Kürtlere karşı savaşta atağa geçti.
Cemaat zaten Kürt karşıtı olduğu için bu konuda nötr kaldı. Hatta bu süreçte devlete destek verse de mal varlığından ve siyasi gücünden olabildiğince azalma yaşadı. Erdoğan ise gaza gelip “Başkanlık sistemi getireceğim” diyerek kendi tabanı üzerindeki nüfuzunu güçlendirmek için etrafında kendisine yakınmış gibi görünen isimleri asker de rahatsız oluyor diye tasfiye etti. Hüseyin Çelik, Bülent Arınç gibi isimler de askerlerin istemdiği AKP’liler olduğu için Erdoğan bunları da nötralize etti.
Bölgesel ve küresel gelişmeleri de gözettiğini sanan Erdoğan, işte böylesi bir gelişim süreci içinde Ergenekoncularla iş tutup Kürtlere savaş ilan etti. Ama şimdi gelin görün ki Tayyip Erdoğan ve ekibi Ergenekoncuların zaten kabarık olan suçlarını da üstlendi. İki kir gücü TSK’nin de işin merkezine geçtiği bir koalisyon yaptı. Yani TSK, AKP, Ergenekoncular Kürtlere karşı savaşta koalisyon oluşturup savaşa girişti. Ama giriştikleri savaş Tayyip Erdoğan’ı tam bir faşist diktatör, silahlı kuvvetleri insanlığa karşı suç işleyen bir güç, polisi tetikçi yaptı. Ergenekoncular ise kendilerini unutturup kıs kıs gülüyorlar Erdoğana…. Ama yolun sonu görünüyor. Cizre’deki ortaya çıkan son tablo da bunu gösteriyor… Yani demem o ki Erdoğan, Ergenekonla girdiği ölüm dansında çürüyere, felç olarak çıkacaktır.