Sınıf savaşımları; bir kaleye saldırır gibi ve bir kaleyi savunur gibi hak mücadelelerine ve güvencesiz işçi hareketlerine yüklenmek gerektirdiği kadar, ‘ateş ve kılıç’la açılması gereken kimi yolları da gerektirir Faşizm, şovenizmin en gerici biçimlerini ortaya çıkarıp örgütlüyor. En kirlisi ve bilindik olanı Kürt düşmanlığında kendini gösteriyor; Kürt halkına karşı nefreti körüklüyor. Kürt direnişi somutunda ezilen […]
Sınıf savaşımları; bir kaleye saldırır gibi ve bir kaleyi savunur gibi hak mücadelelerine ve güvencesiz işçi hareketlerine yüklenmek gerektirdiği kadar, ‘ateş ve kılıç’la açılması gereken kimi yolları da gerektirir
Faşizm, şovenizmin en gerici biçimlerini ortaya çıkarıp örgütlüyor. En kirlisi ve bilindik olanı Kürt düşmanlığında kendini gösteriyor; Kürt halkına karşı nefreti körüklüyor. Kürt direnişi somutunda ezilen halkın direnişini; genel olarak direniş hareketini, özsavunmayı; sistematik, disiplinli devrimci eylemi mahkum ediyor. Bu bir reddiyeden başka bir şey değildir. Özünde, devrimci hareketin, örgütlenmenin ve proleter disiplinin gerekleri yadsınıyor. Devrim tarihi, şovenizmin ve uzlaşmacılığın şu türden ilkel mazeretleriyle doludur: “Savaşı önce kim başlattı?” “Savaşı önce başlatanlar suçludur!” Mazeretlerin sonu yok! Onlara göre, özsavunma bir çocuk oyunudur; hendeklerin ve barikatların ardında ilan edilen özyönetimler ise bir halk demokrasisi karikatürü. “Hendekler kazılmasın!”, “Barikatlar kurulmasın!”, “Kürtler savaşmasın!” isteniyor.
‘Önce siz ateş edin Mösyö Burjuvazi’
Dahası, Batı mitinglerinde ve kitlesel eylemlerde güvenlik önlemi alınmasın, militan “halk milisleri” arama yapmasın isteniyor. Onlara sorarsanız bunlar da karikatürden ibaret; gerçekçi değil. 1970’lerde “faşizme karşı aktif direniş” eylemcilerine “maceracılar” deniyordu, şimdi, kitle eylemlerinde en basit güvenlik önlemi alma girişimleri “kendini gösterme, şovmenlik yapma” diye alaya alınıyor. Şovenizmin ve uzlaşmacılığın (eskiden “oportünizm” deniyordu) tapulu kimliği yok; kim takarsa hemen onun rengine bürünüveriyor.
Savaş yalnızca halkları katletmiyor; sosyalist hareketin ölmüş dokularını da bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarıyor. “Halklar boşuna içsavaş okulundan geçmiyor. Bu zorlu bir okuldur; programında karşıdevrimin zaferleri; kudurgan gericilerin çığlıkları, eski iktidarların intikamcı cezaları da vardır. Ancak halkların bu çetin okula girmelerinden olsa olsa kuklalar sızlanabilir. Bu okul ezilen sınıflara içsavaşı nasıl yitirmeyeceklerini öğretir. Onlara, devrim ve zafer kazanmayı öğretir. Kölelikten tarihin en büyük kahramanlıklarına ilerleten yolu gösterir.” (Lenin, Dönek Kautsky)
Devrimcilerin acemilik eserlerini alaya almak, bir işin daha ustaca yapılmasının bir gereği olarak yapılmıyorsa, ustalık eserlerinin önünü açmıyorsa, basbayağı teslimiyetçiliktir. “Gençlik savaşmasın!” isteniyor. Ancak gençlik, hiç kuşkusuz, “Önce siz ateş edin Mösyö Burjuvazi!” diyen Engels’e bir selam çakarak kararlılıkla yoluna devam edecektir. Biliyoruz ki, Engels, ateş etme önceliğini burjuvaziye vererek devrimci bir nezaket örneği göstermiş değildir. Engels’inki bir meydan okuma sözüdür; egemenliğini yitirme tehlikesi karşısında şiddete başvuran burjuva korkaklığa bu sözlerle meydan okur.
‘Derya dediğin uyur uyur uyanır’
Hendeklerin ve barikatların gölgesinde kendini maskeleyen burjuvazi ve onun “diktatörü” Tayyip Erdoğan karşıdevrimciliğinin doğasına uygun hareket ediyor. Peki “direniş”i mahkum edenler hangi doğaya göre hareket ediyorlar. Onların doğası “mazeretçilik”; yine hep bilindik mazeretlerle sınıf savaşımlarının güncel gereklerini görmezden geliyorlar. “Halktan kopukluk”, “kitle hareketinin geri çekilmiş olması” gibi mazeretler ileri sürüyorlar. Bunlar gerçek olsa bile, böyle bir gerçeklik devrimcilerin hareket noktasını oluşturmaz. Şairin dediği gibi, “Sen bakma havanın durgunluğuna, derya dediğin uyur uyur uyanır.” Devrimci süreçlerin gizemini Şeyh Bedrettin Destanı’ndan daha iyi kim ifşa edebilir? Lenin de Rus devrimci sürecine ilişkin benzer ifşalarda bulunmuştu: “Devrim tarihi kitle gösterilerinin yeni biçimlerini gözler önüne seriyor. Hareket dalgalar şeklinde, çabucak yükselip hızla geri çekiliyor.” “Barış zamanında” kendilerinin soyulmasına hiç ses çıkarmadan razı olan, ama kriz ve ayaklanma zamanlarında “mucizeler” yaratan militan kitle hareketlerinden söz eder Lenin. Bu saptamalar, Rus devrimci sürecinden çıkarılmış devrimci dersler arasında yer alır. Bugün ustalık, dalgalar şeklinde olmasa da kendine özgü şekillerde oluşan halkın direnme eğilimlerini bulup ortaya çıkarmak ve bir daha geri çekilmesine izin vermeksizin sımsıkı örgütlemektir.
Şovenizme karşı mücadelede de mesele şu ya da bu kişinin ya da hareketin şovenizme meyletmesi değildir. Asıl mesele, şovenizmin halk kitlelerindeki, özellikle, ileri militan potansiyeller taşıyan halk kitlelerindeki karşılığıdır. Savaş bölük pörçük örgütsüz halk kitlelerini iktidara boyun eğmeye, kimilerini de işbirliğine zorluyor. Hızlı dönüşlerden duyulan korku ve bunlara inançsızlık, şovenizmi ve uzlaşma eğilimini güçlendiren en genel koşulları oluşturuyor. Savaşın yıkıcılığı, kimilerini sersemletip çökertirken, kimilerini de uyandırıp harekete geçiriyor. İşte devrimci ifşa bu noktada başlıyor.
Direnme eğilimlerinden harekete
Eğlence programını kesintiye uğratan canlı telefon bağlantısı militan bir “anti-faşist” eylemdir. Kürt kentlerinde çocukların katledilmesine karşı en olmadık zamanda, en olmadık yerde ortaya çıkan bu militan sesi kısabilmek için faşizmin bütün karanlık güçleri harekete geçirildi. Devrimciler içinse “Ayşe Öğretmen” yeri doldurulması gereken kolektif bir görevi temsil ediyor. Benzer bir ses, seçim öncesi “şehit cenazeleri”nde de vardı. Aslında, halk, savaşı bir cinayet ve katliam olarak görüyor. Ülkenin, Erdoğan diktasının düşmesini engellemeye yönelik karanlık ve kanlı bir yola girdiğinin herkes farkında. Ölüme hep “fakir çocukların gönderildiği” gerçeği “şehit cenazelerinde” defalarca yankılandı. Bu, aslında kendine has bir sınıf bilinci göstergesidir. Savaşın, gericiliğin ve faşizmin sınıfsal karakteri daha canalıcı anlatılamazdı. Deyim yerindeyse “hareket” ancak “Erdoğan’a hakaret” suçlamaları saldırı dalgası altında “şehit yakınları” hapsedilerek bastırılabildi. Hala da tam anlamıyla bastırılabilmiş değil.
Halktaki “başkaldırma isteği”ni örgütlemek sosyalistlerin görevidir. Savaş derinleştikçe halkın sıkıntıları korkunç boyutlara ulaşıyor. Halkın içten içe kanayan korku, kızgınlık ve öfkesi ne şekilde patlayacağı öngörülemeyen devrimci potansiyelleri barındırıyor. Savaş uzadıkça destek sağlamakta zorlanan iktidar, savaşın ve kirli politikaların şiddetini daha da artırıyor. Asgari ücret politikasında militan sokak karşısında bocalayan Çalışma Bakanı’nın suçu HDP’ye ve hendeklere atma teşebbüsü ibretle hatırlardadır. Gericiliğin, şovenizmin ve işçi düşmanlığının en katmerli örneklerinden biriyle karşı karşıya bulunuyoruz. AKP’nin “neoliberal korporatist” işçi düşmanlığı, devleti, gerici sendikaları, sermayeyi ve tarikatları işçi sınıfının silahsızlandırılması doğrultusunda tam tekmil hizaya geçirmiş durumdadır. Ancak yine de iktidarın bu “bocalamasından!” bir başarı ve kazanım dersi çıkarılacaksa, bunu mutlaka, güvencesiz işçi hareketinin yıllara yayılmış militan kararlılığı hanesine de yazmak gerekir. Elbette proleter hareketin zaten çıkarmış olduğu daha büyük bir dersin hemen yanına: Bu ders, bir kriz döneminde bile itilip düşürülmedikçe hiçbir zaman yıkılmayan politik iktidarı, yıkacak kadar güçlü bir devrimci sınıfın, devrimci kitle savaşımı vermeye yetenekli, donanımlı ve hazır olması gerektiğidir.
Tersi her zaman karşıdevrime yazıyor. Kitleler, iktidarın yeni saldırı dalgası kırılmazsa, barış davasının, özgürlük davasının, devrim davasının kaçınılmaz olarak yitirilmiş olacağını hissediyor; korkuya kapılıyor. Ancak korkuyla karışık, sabırsızlık ve öfke de içten içe büyüyor. Bu durumda halkı sınırsız bir devrimci coşkuyla sarmalamadığımız sürece, verilen sözlerin hiçbir harekete geçirici kuvveti yoktur. Bu sözler de kokuşmuş, sosyal şovenizme dönüşmüş sol lafların içinde yitip gidecektir. Halkın kararsızlığını, kitlesel devrim hareketini destekleyecek, sürükleyecek, güvence altına alacak altyapısal adımların yetersizliğinde aramak gerekir, halkın korkularında değil. Biri korkuya, öteki harekete odaklanan iki ayrı yöntemle karşı karşıya bulunuyoruz: biri halkın uzlaşmacı, geri eğilimlerini, öteki devrimci kitle hareketi çizgisini temsil ediyor.
Devrimci fırsat
Devrimci kitle hareketi salt gericiliğe ve faşizme karşı bir direniş hareketi değil, ancak bir toplumsal yenilenme hareketi olarak kendini geliştirebilir. Savaş yıkıntılarından bir toplumsal yenilenme hareketi çıkarmak, elbette tek başına Erdoğan diktasını silkeleyip atmakla sınırlı bir eylem değildir. En nihayetinde burjuva egemenliğin (burjuva diktatörlüğünün) en son biçimini temsil eden mali sermaye egemenliğine son vermeden (antikapitalist devrim) halkın yaşamını dönüştürüp yenilemek olanaksızdır. Antikapitalist devrim, yani proleter egemenliğin bugünden inşası, AKP iktidarına ve gerici-faşist olan her şeye karşı açılan amansız savaşlarla iç içe gitmek zorundadır.
Bu ise, halk hareketinin, örgütlemenin ve savaşımın öğrenilmesi gereken yeni bir biçimini gerektirir. Yanılgılara düşmeden, başarısızlıklara uğramadan bu yolda ustalaşmak olanaksızdır. Savaş yıkıntılarının geleneksel sosyalist hareketleri etkisiz bıraktığı koşullarda, böyle bir sınıf savaşımının en çok da devrimcilerin yaratıcılığına, kararlılığına ve politik cesaretine ihtiyacı var. Günümüzde sınıf savaşımları, bir kaleye saldırır gibi ve bir kaleyi savunur gibi hak mücadelelerine ve güvencesiz işçi hareketlerine yüklenmeyi gerektirdiği kadar, “ateş ve kılıç”la açılması gereken kimi yolları da gerektirir. Böyle bir fırsat devrimcilerin karşısına her zaman çıkmaz. Elbette yolun kaderini halkın, ezilenlerin, proletaryanın devrimci eyleme geçme yetenekleri tayin edecektir. Ancak sosyalistlerin kaçınılmaz ve temel görevi, halkın devrim bilincini ve devrimci kararlılığını uyandırmak, devrimci eyleme geçmesine yardım etmek ve bu amaca uygun örgütler kurmaktır.
* Bu yazı ilk olarak Halkın Sesi gazetesinin 249. sayısında yayımlanmıştır.