Türkiye’de bilhassa 2001 iktisadi krizinden sonra, ücret meselesinde “asgari ücret” öne çıktı. Diğer ücret kategorileri, mesela “ortalama ücret”, “toplu sözleşme ücreti” siyasi ve sosyal bakımdan ikinci plana düştü. Kuşkusuz asgari ücretin birinci plana sıçramasının görmezden gelinemeyecek maddi temelleri var. Sigortasız çalışanların, taşeron istihdam sisteminin ve diğer yaygınlaşan esnek istihdam biçimlerinde ücret ödemelerinde asgari ücretin baz […]
Türkiye’de bilhassa 2001 iktisadi krizinden sonra, ücret meselesinde “asgari ücret” öne çıktı. Diğer ücret kategorileri, mesela “ortalama ücret”, “toplu sözleşme ücreti” siyasi ve sosyal bakımdan ikinci plana düştü. Kuşkusuz asgari ücretin birinci plana sıçramasının görmezden gelinemeyecek maddi temelleri var. Sigortasız çalışanların, taşeron istihdam sisteminin ve diğer yaygınlaşan esnek istihdam biçimlerinde ücret ödemelerinde asgari ücretin baz alınması gibi… Asgari ücret ödeme sistemi o denli yaygınlaştı ki, günümüze gelindiğinde ücretli çalışanlar toplamının yaklaşık yüzde 40’ının (2013 için resmi veriler sendika istatistikleri ve bazı sosyal anketlere dayanarak yaptığımız hesaplama) eline net asgari ücret geçtiğini görüyoruz.
Yumruk sallayan bürokrasi
Asgari ücretin temel ücret kategorisi gibi adeta bir kanser gibi yayılmasına karşılık, işçilerin örgütü sendikalar, tutarlı, kapsayıcı, çalışanların birliğini sağlayan, çalışanları harekete geçiren, onların bilincini değiştiren bir politika geliştiremediler. Dolayısıyla da toplumun desteğini sağlayan kitlesel eylemler (kitlesel olmayan bile) örgütleyemediler. Sendikaları yöneten bürokrasi, koltuğunu (iktidarını) tehdit etmeyen sosyal her sorunda olduğu gibi asgari ücret meselesinde de havaya yumruk sallamayı veya suskunluğu tercih etti.
Bürokrasinin bir kısmı, yaşam hakkını, çalışma hakkını temel alarak, uluslararası sözleşmeleri tanık göstererek, resmi geçinme istatistiklerine de dayanarak, hükümetleri asgari ücreti artırmaya davet edip durdu. Halen de duruyor… Nasılsa sorumluluk hükümetin. İsteğin öneride bulunabilirsin…
Hükümet vatandaşını (çalışanını) korumalı, geçimini sağlamalı, mağdur etmemeli, hatta sevip okşamalıdır!…
Durum böyleyse (ki böyle) o zaman havaya yumruk sallamanın ne mahzuru var? Nasılsa, sol siyaset dışında kimse sendika bürokrasisine “her şey hükümetten bekleniyorsa siz ne iş yaparsınız?” diye sormuyor.
Sefil teatral gösteriler
Bürokrasi, asgari ücret meselesini etkili teatral gösteriler (şov) yapmaya kadar vardırmıştır. Bu gösterilerin başında asgari ücret-simit karşılaştırması gelir. Bu teatral gösteri, işçilerin “sefaletini” kolayca kanıtlıyordu. (Üstelik bu gösterilerin mucitlerinden birinin Tayyip Erdoğan olması, basının ilgi göstermesine yol açıyordu)
Sendikaların asgari ücret “politikaları” sömürünün, çalışma sürelerinin, çalışma koşullarının kısacası bütün bir emek sürecinin üzerinin örtülmesine hizmet etmekten başka işe yaramamıştır. Hemen belirtelim, büyük bir çalışan kitlesinin, taleplerini ve enerjisini bırakalım harekete geçirmeyi bir beklentiye; hükümetin adım adım atması beklentisine indirgemek de bürokrasi için gerçek bir başarıdır!
Şu da var, bazı akademisyenler, basın ve atanmış sendika memurlarının çoğu, malumu ilan eden vülger asgari ücret çalışmaları (karlar azami, ücret asgari imiş; Avrupa’da en düşük asgari ücret Türkiye’deymiş; evrensel normlar gerekirmiş vs.) asgari ücret kategorisinin sanki temel ücret kategorisi gibi algılanmasına kendi çapında yardımcı oldu.
Asgari ücretin iki işlevi
Kapitalist bir ekonomide “eşitsiz gelişim” nedeniyle ücretler sektörlere, bölgelere fabrikalara, hatta fabrika içindeki üretim hatlarına göre bile farklılık gösterir. Bu nedenle esas mesele şu veya bu ücretin artışından ziyade “ortalama ücretlerin” artmasıdır. Hiç kuşkusuz ortalama ücretin, çalışma saati ve iş koşulları ile bağı hiç bir şekilde koparılmaksızın. Peki asgari bir ücrete yine de ihtiyaç yok mu?
Elbette var. Ama bu asgari ücretin hiç bir şekilde ortalama ücreti ikame eden, onun yerine geçen temel ücret kategorisi olmaması şartıyla. Asgari ücretin ortalama ücreti ikame etmemesi için, tarihi yerine oturtulması gerekiyor. Yani işçi sınıfının gerçek bir kazanımı olduğu koşullardaki işlevini yeniden üstlenmesi gerekir.
Bu işlev iki noktada belirginleşir:
1-Asgari ücretin saatlik veya günlük bir ücret olması
Asgari ücret aslında işçi sınıfının (İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da hayata geçirildi) gerçek bir kazanımı. Şöyle: Asgari ücret, düzensiz, sürekli olmayan, vasıfsız hatta bir kaç saatlik işlerde işçinin belli bir ücret sınırının altında çalıştırılmaması güvence altına almış oluyor.
Dolayısıyla asgari ücret, aylık bir ücret sistemi değil, çoğunlukla birkaç saat veya bir günde tamamlanacak işlerin asgari tarifesini belirtir. Böylece işçinin insafsız, keyfi, boğaz tokluğuna çalıştırılmasının önlenmesi amaçlanmıştır.
Yalnızca bu değil. Birkaç saatlik veya bir günlük iş dışındaki işlerin asgari ücret tarifesi üzerinden saptanamayacağı da ilan edilmiş olur. Böylesi uzun süreli, düzenli işlerin ücreti, “ortalama ücret” dikkate alınarak belirlenecektir.
2-Asgari ücret ile çalışma süresi arasında kesin bir bağ vardır
Asgari ücretin saatlik ve günlük çalışmanın ücreti olması, çalışma süresinin kesinlikle belirlenmesini gerektirir. Çalışma süresinin belirli bir haddi aşmaması işçi sınıfının tarihi kazanımıdır.
Halbuki asgari ücretin aylık olarak ödenmesi, çalışma süresi ile olan bağını bulanıklaştırır. Şöyle: tatil, yıllık izin sabah ve öğle molaları dikkate alındığında, aylık asgari ücret ödeme sisteminde, çalışma süreleri kesin biçimde yasal sınırları aşar. Böylece asgari ücretin 1 saatlik veya 1 günlük değeri, belirlenen düzeyin altına düşer. Fakat işçi aylığına; aylık olarak eline geçen paraya baktığı için (saatlik ve günlük) asgari ücretin belirlenen düzeyin altına düşmesinin farkına varmaz veya dikkate almaz.
Şimdi Türkiye’ye bakarsak, bu iki temel işlevin yerinde yeller estiğini görürüz. Bir defa asgari ücret, saatlik, günlük ücret ödeme sisteminden çıkarılmış, aylık maaş sistemine terfi ettirilmiştir. O halde aylık ödeme sistemi geçerli ise bunun asgari ücret değil, toplu pazarlıkla belirlenen ücret olması gerekir.
İkinci işleve gelince, yani çalışma süresi-asgari ücret ilişkisine baktığımızda de aşırı biçimde bozuk bir vaziyet var. Asgari ücret üzerinden aylık ödenen işyerlerinin çoğu sigortasız (asgari ücret aylığı alanların en az yarısı) ve taşeron sistemine tabi olduğu için, çalışma sürelerinin kontrol dışı olduğunu söylemeye gerek bile yok. (Resmi yerli ve uluslararası istatistikler ortalama çalışma süresinin haftada 50 saati aştığını belgeliyor.)
Uzun çalışma sürelerine rağmen, işçilerin “aylık olarak belirlenen asgari” ücret almaları, aslında kağıt üzerindeki asgari ücretin epeyce altında ücrete talim ettiklerini açık biçimde ortaya koyuyor. (Bu realite karşısında, rahat koltuklarında “asgari ücret sefalet ücreti” diye havaya yumruk sallayan sendika bürokratlarının çok daha fazla çırpınmaları gerekirdi.)
Sonuç
Asgari ücret yükseltilmelidir, 1300 TL’nin de üzerine çıkarılmalıdır… Ama bu talep ücret mücadelesinin esası olamaz. Tabi ki asgari ücret mücadelesinin de esasını oluşturamaz. Temel talep, ortalama ücretin artması, toplu pazarlığın sektörlerin tümüne yayılması, çalışma süresi ve çalışma koşulları ile ücret bağının sıkı biçimde tesis edilmesi ekseninde üretilmelidir.
Temel öncelik (sendikaların, vülger akademisyen ve memurların ve de basının) asgari ücret sistemini meşrulaştıran, onları bu dar ve sığ alana hapseden politikalarının değiştirilmesi.
En başta düzenli, sürekli işlerde asgari ücretin değil, ortalama ücretin temel alınması sağlanmalı ve bununla birlikte yasal çalışma sürelerine (haftalık 45 saat yüksek yüksektir ama buna uyulması bile önemli bir kazanım olacaktır) uyulmasını sağlamak gerekir. Milyonlarca çalışan için asgari ücret bir kadermiş gibi algılanan sadece ücrete odaklanan politakalar son verilmelidir.
Tabi ki asgari ücretin artışı çalışanları harekete geçirici olabilir. Ama asgari ücret ile eğer çalışma süresi bağı işçilerin bilincinde kurulamazsa, ücret artışı bu dar ve sığ sistemi yeniden meşrulaştırmaktan başka işe yaramayacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.