Saray, RTE üstü bir anlam kazanarak, geçmişte Bolşeviklerin “Kahrolsun Çarlık” sloganını çağrıştıran bir boyut kazanmıştır. Bugün iktidarın yumuşak karnı Saray’dır. On milyonlarca insanı en geniş cephede birleştirebilen tek sihirli sözcük odur Sol hareket, köklerini egemen siyasetten alan liberalizm ve ulusalcılıktan muaf değildir. Son otuz yıl, özellikle muhafazakâr-İslamcı hegemonyanın inşa edildiği AKP iktidarı dönemi buna tanıktır. […]
Saray, RTE üstü bir anlam kazanarak, geçmişte Bolşeviklerin “Kahrolsun Çarlık” sloganını çağrıştıran bir boyut kazanmıştır. Bugün iktidarın yumuşak karnı Saray’dır. On milyonlarca insanı en geniş cephede birleştirebilen tek sihirli sözcük odur
Sol hareket, köklerini egemen siyasetten alan liberalizm ve ulusalcılıktan muaf değildir. Son otuz yıl, özellikle muhafazakâr-İslamcı hegemonyanın inşa edildiği AKP iktidarı dönemi buna tanıktır.
AKP iktidarı, hegemonyasını geniş ve uzun ömürlü kılmayı sağ ve sol liberallerin desteğine borçludur. “Askeri vesayet”e son vererek AB standartlı demokrasiyi getireceği vaadiyle, kendisine zıt düşenleri bile etrafında toplamıştır. AKP, liberallerin ve içindeki ılımlıların arkasına saklanarak İslamcı özünü ve niyetlerini uzun süre gizlemiştir.
Liberaller “sivil toplum”a ulaşmak için AKP’yi maşa olarak kullanmak maksadıyla yola çıktılar. Ama asıl kendilerinin maşa olarak kullanıldıklarını anlamaları için, ülkenin iç savaşa ve çıplak diktatörlüğe doğru sürüklendiğini görmeleri gerekmiştir.
Ulusalcılara gelince asli vazifelerinin “Kemalist Cumhuriyet”i tasfiye etmek olduğunu bildikleri AKP’ye ve “İkinci Cumhuriyet” aşkına onun ardına takılan liberallere karşı muhalif bir duruş sergilediler. Ne ki bu devrimci-ilerici değil, Kemalizmi ve kadim asker-sivil bürokrasiyi muhafaza etmeye dayanan statükocu bir muhalefetti. Buna rağmen iktidar tarafından mağdur edilmeleri, işlerinden edilip yargılanmaları, Kemalizmden etkilenmiş ilerici ve demokrat güçleri arkalarından sürükleyebilmeleri, kendilerini sol, demokrat ya da antiemperyalist göstermelerine imkân tanımıştır.
***
Haziran, iktidar kadar bunların da maskelerini aşağı indirdi. Liberaller ve ulusalcılar sonraki süreçte pozisyon değiştirdiler.
Gezi, iktidarın başının nemrut yüzündeki peçeyi kaldırınca liberallerle AKP’nin arası açıldı. Özellikle sol kanadının muhalif bir duruş sergilemesini sağladı. Bu defa muhalefet sırası liberallerdeydi. Ortaklık bozulunca medyadan kovulup aforoz edilen Hasan Cemal, Mehmet Altan, Baskın Oran, Murat Belge, Ahmet İnsel (vb.) yere gör sığdıramadıkları AKP’nin karşısına geçtiler.
AKP ile Gülen Cemaati arasındaki ittifak bozulup, Ergenekon, Balyoz (vs.) davaları sanıkları salıverilmeye başlandıktan sonra, ulusalcılar da saf değiştirdiler. Liberal çoğunluk Cemaat’le ittifakını bozmayıp, AKP’ye karşı tavır almıştı. Ulusalcılarsa Cemaat’le hasımlığını bozmayıp, AKP’ye yanaştı. Stockholm sendromuna kapılan Doğu Perinçek, gazetesi ve partisiyle birlikte AKP iktidarının kuyruğuna takıldı. Böylelikle, yıllar önce yolunu ayırdığı Halil Berktay, Gülay Göktürk, Oral Çalışlar gibi liberal yoldaşlarıyla yeniden buluştu.
Ulusalcıları AKP’ye yamayan ultra-milliyetçi Kürt düşmanlıklarıdır. AKP ile ordu arasındaki zoraki birliğe endekslenmişlerdir. Beraberlikleri aradaki açıya göre seyredecektir. Orduyu eski ayarlarına döndürecek muhtemel bir darbe Stockholm sendromunu sona erdirecektir.
***
Muhalif liberaller RTE aşkından vazgeçtiler, ama eski huylarından vazgeçmediler. Emperyalizm, burjuvazi, sömürü, sınıf gibi kavramlara bigane Hasan Cemal meseleyi liberalizmin doğasına uygun olarak “birey”leştirdi:
“Bir Allah’ın kulu da çıkıp, ‘Bizim bir numaralı sorunumuz Erdoğan’dır’ diyemiyor.
‘Erdoğan’ın anayasal sınırlar içine çekilmesidir’ diyemiyor.
‘Bu kadar oy kaybettiysek, onun yüzünden kaybettik’ diyemiyor.
Oysa meselenin özü bu, Erdoğan.” (Hasan Cemal, T24)
“Odatv’nin genel okur kitlesi ile ‘RTE reddiyesi’ konusunda bir anlaşmazlığımız yok” diyen dönme ulusalcı Cüneyt Ülsever de aynı görüşte:
“Benim davam RTE ile! Benim AKP ile bir sıkıntım yok!” (ODATV)
Hasan Cemal ve Cüneyt Ülsever gibileri, Tayyip Erdoğan ve AKP ile, kapitalist sistem arasındaki bağları görmezler, görmek istemezler. Ortadoğu’daki gelişmeleri ve Büyük Kürdistan’ın gölgesinin düştüğü Kürt meselesini doğru değerlendirmezler. Emperyalizme ve sermaye düzenine bir itirazı olmayan, idealist tarih anlayışına bağlı liberal ve ulusalcı için sorunların kaynağı, “tek adam”ın inadı ve hırsıdır. Saray’daki adam dışlanırsa eski günlere tekrar dönülebilecektir. Hele, Abdullah Gül-Bülent Arınç muhalefeti bir gündeme gelsin, aynı saflarda buluşmalarının önünde bir engel kalmaz.
***
Bu liberal ve ulusalcı görüşler sola da sirayet etmiştir. Mesela “Tayyip istifa” sloganında dile gelen liberal-ulusal kayma. Yine ordunun bir gün bizi Saray belasından kurtaracağı beklentisi. Halka ve kendi gücüne güvenmeyince, tıkanıklığın ve kaos halinin 1 Kasım seçimleriyle, darbeyle, “beşinci parti”yle ya da AKP-CHP koalisyonuyla aşılabileceği hayalleri de büyür, güçlenir.
Tabii, bunun alternatifi nesnel ve öznel koşulları, somut devrimci görevleri bir yana bırakıp, soyut devrim ve sosyalizm lafazanlığı yapmak değildir. Lafla, genellemelerle, soyut sloganlarla devrim gemisi yürümez. Stratejik manzarayı ve görevleri sergilemek yeterli değildir, ancak mücadelenin iniş çıkışlarına, ara evrelerine cevap veren taktikler olursa bu anlam kazanır.
Bunun tersi liberallere ve ulusalcılara mahsus kuru RTE nefretidir. Birinin gidip, ötekinin geleceği düşünülmez. Oysaki gözümüzü egemen sınıfların savuşturucu çözümlerine değil, aşağıdan yükseltilecek ezilenlerin hareketlerine dikmemiz gerekir.
Muhafazakâr-İslamcı faşist diktatörlük projesinin boşa çıkarılması için seçimlerde HDP’ye destek olunması, Kürt halk direnişiyle dayanışmanın güçlendirilmesi, faşist saldırılara boyun eğilmemesi ve Gezi’deki gibi en geniş güçlerin bir araya getirilmesi şarttır. Devrimci güçlerin karşıdevrimcilere nispetle zayıf olması mutlak bir durum değildir. Devrim bazan ummadık zamanda çıkagelir.
Ancak anti-RTE’ciliği olumsuzlamak, RTE’yi ve AKP’yi umursamamak anlamına gelmez. Aksine iktidara, egemen sınıflara karşı mücadeleyi, AKP’ye, hükümete ve bürokrasiye hükmeden Saray üzerinden yürütmek doğru taktiktir. Saray, RTE üstü bir anlam kazanarak, geçmişte Bolşeviklerin “Kahrolsun Çarlık” sloganını çağrıştıran bir boyut kazanmıştır. Bugün iktidarın yumuşak karnı Saray’dır. On milyonlarca insanı en geniş cephede birleştirebilen tek sihirli sözcük odur.
Karşıdevrimin güç sembolü olsun diye inşa edilen Saray, aslında zincirin kopmaya hazır en zayıf halkasıdır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.