1 Kasım seçimleri yaklaştıkça siyasi ve askeri operasyonlar artarak devam ediyor. Özellikle KCK’nin eylemsizlik açıklamasından sonra hava destekli kara operasyonları yaygınlaştı. Zagros, Botan, Dersim, Amed ve Serhat kırsalında onbinlerce askerin ve özel harekatçıların katıldığı kapsamlı kara operasyonları yapılıyor. Fakat bu gerçekleri özgür basın dışında kimse vermiyor. Operasyonların kapsamı ve yaşanan asker kayıpları AKP’nin baskısıyla toplumdan […]
1 Kasım seçimleri yaklaştıkça siyasi ve askeri operasyonlar artarak devam ediyor. Özellikle KCK’nin eylemsizlik açıklamasından sonra hava destekli kara operasyonları yaygınlaştı. Zagros, Botan, Dersim, Amed ve Serhat kırsalında onbinlerce askerin ve özel harekatçıların katıldığı kapsamlı kara operasyonları yapılıyor. Fakat bu gerçekleri özgür basın dışında kimse vermiyor. Operasyonların kapsamı ve yaşanan asker kayıpları AKP’nin baskısıyla toplumdan gizlenmeye çalışılıyor. AKP eylemsizlik kararını fırsat bilerek gerillaya darbe vurmaya çalışıyor. Öte yandan çatışmaları yoğunlaştırıp kaosu derinleştirerek oylarını artırmayı hedefliyor. Zaten AKP’nin bu savaşı başlatmasının temel bir nedeni de savaşla toplumu sindirip ‘terbiye’ ederek kendisine mecbur hale getirmekti. Dikkat edilirse AKP toplumda şöyle bir algı yaratmaya çalışıyor. Topluma, ‘AKP’yi tek başına iktidar yapmazsanız savaşı yaşamak, her gün onlarca cenazeyi kaldırmak zorunda kalırsınız. Acı çekmek ve gözyaşı dökmek istemiyorsanız oylarınızı AKP’ye vermelisiniz ve AKP’yi tek başına iktidar yapmalısınız.’ Diyor. Diktatör Erdoğan’ın “çözüm süreci buzdolabındadır” demesinin altında da bu algı operasyonu yatıyor. Ama toplum diktatör Erdoğan’ın ve faşist AKP’nin demogojik söylemleri ve psikolojik savaş yüklü algı operasyonlarına çok fazla itibar etmiyor. Toplum, AKP’nin seçimi kazanması durumunda bu savaşı daha da korkunç boyutlara taşıyacağını, Amed, Suruç, Ankara’da yaşandığı üzere Türkiye ve Kürdistan’ın her yerinde her gün bombaların patlayacağını ve giderek iç savaşın gelişeceğini çok iyi biliyor ve öngörüyor. Tabii ki tehlikenin farkında olmak önemli bir nokta. Çünkü, tehlikenin farkında olanlar tehlikeyi nasıl bertaraf edeceklerini de iyi bilirler. AKP, tarihte eşine ender rastlanan türden yoğunlaşmış bir özel savaş hükümetidir. Özel savaş hükümetlerinin karakteri faşisttir. İttifakları ve ilişkileri de her zaman ve her koşulda faşist yapılara dayanır. AKP-MHP ilişkisini ve ittifakını da bu gerçeklik içinde değerlendirmek ve anlamlandırmak lazım. Yine AKP’nin DAİŞ ile dostluğu da bu gerçekle yakından bağlantılıdır. İkisi arasındaki ilişki ve işbirliği birbirine benzeyen bu iki gücün faşist karakterinden ileri gelmektedir. Lakin Dünya’da AKP’nin DAİŞ ile aynı dünya görüşüne ve ideolojik anlayışa sahip olduğunu bilmeyen kalmamıştır. Bizler pek çok defa ifade ettik; Suriye’nin El Kaidesi olan El Nusra’yı kuran ve örgütleyen esas güç AKP’dir. El Nusra 2012’deki Serêkaniyê savaşını tamamen AKP’nin desteği ile yürüttü. Geçen hafta Erdoğan’ın “El Nusra DAİŞ’e karşı savaşıyor” söylemi tam bir safsata ve gerçekleri gizlemenin gayretidir. Çünkü AKP uzun bir süredir DAİŞ ile El Nusra’yı birleştirmek için çalışıyor. Bu iki gücü bir araya getirerek güçlendirmeye belki de yeniden yapılandırmaya çalışıyor. MİT’in özel girişimleriyle Kilis’te MİT gözetiminde birçok defadır El Nusra ve DAİŞ’in üst düzey yönetimleri görüşmeler yapıyor. Bu görüşmelere MİT’ten de üst düzeyde katılımın olduğu söyleniyor. Öyle anlaşılıyor ki YPG-YPJ’nin vurduğu darbelerle DAİŞ zayıflayınca ve uyguladığı vahşet yöntemleriyle dünya çapında teşhir olunca AKP çareyi DAİŞ ile El Nusra’yı birleştirmekte ve yeniden yapılandırmada gördü. AKP DAİŞ işbirliği artık hiçbir tartışma götürmeyecek kadar açık bir gerçektir; DAİŞ’in bu kadar güçlenmesine ve büyümesine en büyük desteği AKP sağladı. DAİŞ’in Kobanê ve genel olarak Rojava’da yürüttüğü bütün savaş, AKP’nin silah, lojistik, sağlık, eğitim, savaş taktiği ve hatta Erdoğan’a bağlı özel harekatçıların katılımıyla, desteğiyle yürütüldü. Erdoğan’ın eliyle yeniden dizayn edilen JİTEM Rojava’daki savaşın içinde fiilen-fiziken yer aldı. Şu anda ve şimdi de MİT, Ankara, İstanbul, Antep, Adıyaman, Urfa gibi pek çok merkezde ve Afat kamplarında DAİŞ üyelerini eğitmeye devam ediyor. Suriye’ye geçmek için dış ülkelerden gelen DAİŞ üyelerini MİT, Türkiye’de eğittikten sonra Suriye’ye aktarıyor. AKP özellikle son 3 yıldır DAİŞ’in Kürdistan’da ve Türkiye’de örgütlenmesine ve eleman kazanmasına her türlü desteği sunuyor. Amed, Suruç ve Ankara Katliamı MİT’in eğittiği, emniyetin yardım ettiği, AKP’nin kolladığı DAİŞ üyeleri tarafından yapıldı. Faşist AKP ve yüzde yüz denetimine aldığı MİT, eğittiği DAİŞ’çileri Kürtlere, HDP’ye, demokrasi güçlerine karşı birer tetikçi güç ve canlı bomba olarak kullanıyor. Bunlar eliyle katliamlar yapıyor. Erdoğan gladyosunun çekirdek yapısı ve ana gövdesi bunlardan oluşuyor. Kürdistan kentlerinde katliamlar yapanlar da ağırlıkta bunlardır. Erdoğan, AKP bunlar yoluyla kendisi dışındaki herkesi ezmeye ve yok etmeye çalışıyor. 21. Yüzyılın faşizmi de işte böyle AKP-DAİŞ şahsında vücut buluyor. Her yere dehşet saçarak ve korkutarak toplumu dize getirmeye, hükümranlıklarını sürdürmeye çalışıyorlar. Ama nafile! AKP’yi biçimlendiren bu faşist anlayış son 3-4 yıldır ürkütücü bir noktaya geldi. Bu anlayış sahipleri Erdoğan’ı her türlü yetkiyle donatılmış, dokunulmaz mutlak bir diktatör, Osmanlı padişahları gibi bölgeye hükmeden bir sultan, AKP’yi ise bu diktatörün kendisini meşrulaştırma aracı yapmaya çalışıyorlar. DAİŞ-AKP koalisyonu ve bu koalisyonun yaptığı operasyonlar, Kürtlere, HDP’ye saldırılar, birkaç ay içinde 400’lere varan sivil katliamlar bu anlayışın sonucudur. Osmanlı ocakları AKP-DAİŞ koalisyonunun sivil maskeli özel ordu gücüdür. AKP amacına ulaşmak için iktidarına hizmet edeceğini düşündüğü her şeyi araçsallaştırıyor. Barışı da araçsallaştırıyor, savaşı da araçsallaştırıyor. Ne zaman ne işine yarıyorsa ona göre bir söylem tutturuyor, piyasaya sürüyor. Bu anlayışın Türkiye’yi getirdiği nokta ortadadır. AKP’nin varlığı Türkiye açısından gerçekten çok ciddi bir tehlikedir. Çünkü AKP tamamen çeteleşmiştir. Bunun için Türkiye toplumunun mutlak suretle AKP’den kurtulması lazım. 1 Kasım seçimleri diktatör Erdoğan’dan ve faşist AKP’den kurtulmak için bulunmaz bir fırsattır. Türkiye halklarının bu durumu çok iyi değerlendirmesi gerekiyor. Kuşkusuz bunun yolu da HDP’yi güçlendirmekten ve demokrasi güçlerini Türkiye’nin yönetimine getirmekten geçiyor. Diktatör Erdoğan ve faşist AKP’den kurtulmanın, yerel demokrasiye ve demokratik cumhuriyete ulaşmanın tek yolu sandıktır demiyoruz. Zaten sandığa indirgenmiş bir demokrasi anlayışını da çok yerinde ve doğru görmüyoruz. Demokrasinin beslendiği ve güçlendiği esas alanların sokaklar, meydanlar, demokratik inşa çalışmaları olduğunu çok iyi biliyoruz. Fakat sokaklar, meydanlar ve yerel sesini, iradesini meclise taşıyarak bir de bu cepheden siyaseti demokratikleştirme mücadelesini yürütmezse o mücadele arzulanan sonucu vermez. Bu açıdan sandık da çağımız dünyasında oldukça önemsenmesi gereken bir mücadele yöntemi ve alanıdır. Halkımız, halklarımız ve tüm kadınlar demokrasiye, gerçek barışa, eşitliğe ve özgürlüğe alan açmak, siyaseti demokratikleştirmek için oylarını HDP’ye vermelidir. HDP’ye verilen her oy kesinlikle demokrasi, barış ve özgürlüğe verilen oylardır. HDP’nin 7 Haziran seçim başarısında Avrupa oyları çok belirleyici bir rol oynadı. Yine aynı biçimde 1 Kasım seçimlerinde de Avrupa oylarının belirleyici bir rol oynayacağı açıktır. Avrupa’da sandıklar 4 gün sonra kapanıyor. O açıdan Avrupa’da yaşayan halkımız, halklarımız ve tüm kadınlar, demokrasi, barış ve özgürlük için mutlaka gidip oyunu kullanmalı, Türkiye’nin demokratik siyasetle yönetilmesi için oyunu HDP’ye vermelidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.