16 yıllık kısacık ömrümde yaşadığım en kanlı Cumartesi’dir 10 Ekim… Sabah annemin sesiyle uyanıyorum. Babamla ablam erkenden çıkmışlardı, annemle ben ise saat 10’da orada olacaktık. Öyle konuşulmuştu her şey. Kahvaltımı yapıp telaşla üzerime giyecek bir şeyler bakınıyorum. Hırkam henüz kurumadığı için, önceki gece yıkatan ablama kızıyorum içimden. İncecik bir hırka alıp çıkıyorum evden. Annemin arkadaşıyla […]
16 yıllık kısacık ömrümde yaşadığım en kanlı Cumartesi’dir 10 Ekim…
Sabah annemin sesiyle uyanıyorum. Babamla ablam erkenden çıkmışlardı, annemle ben ise saat 10’da orada olacaktık. Öyle konuşulmuştu her şey.
Kahvaltımı yapıp telaşla üzerime giyecek bir şeyler bakınıyorum. Hırkam henüz kurumadığı için, önceki gece yıkatan ablama kızıyorum içimden. İncecik bir hırka alıp çıkıyorum evden. Annemin arkadaşıyla buluşup dolmuşa bineceğimiz yere giderken okul arkadaşlarımı anlatıyorum. Eski öğretmenimi hatırlayıp sinirleniyorum. Yolda annem bana para veriyor, “Eve aynı saatte dönmeyiz muhtemelen” derken anahtarımı yokluyorum diğer elimle, orada olduğu için rahatlıyorum.
Alana vardığımızda saat henüz 10 olmamış, müthiş bir kalabalıkla karşılaşıyoruz. Kortejler yeni oluşturuluyor, herkeste bir coşku var. Annemden beni arkaya götürmesini istiyorum, ayrı kortejlerde yürüyeceğiz çünkü. Geriye doğru giderken sürekli tanıdıklar tarafından durduruluyor annem, sıkılıyorum ben de. Sürekli çekiştiriyorum kolunu, saat 10’u geçti diye mızmızlanıyorum.
Bir arkadaşıyla daha karşılaşıyor annem, arkadaşı “Bizimkiler arkadan geliyorlar” diyor. Annem soruyor bana, “Burada mı bekleyeceksin yoksa gidecek misin arkaya?” diyor. Arkaya gitmek istiyorum, annemi de yanımda sürüklerken onun da arkadaşlarımı görmesini istiyorum. Annem bir türküye eşlik ediyor, etrafta bir şenlik havası var. Ve yoldayken, belki de bir dakikadan daha az bir yürüme mesafesinde bir patlama sesi yükseliyor. Ses o kadar şiddetli ki, müzik anında durduruluyor, herkes birden sessizleşiyor. Sesin geldiği yere bakıyorum refleks olarak, daha biz ne olduğunu kestiremeden ikinci bir ses geliyor. En az birincisi kadar şiddetli bu sesin olduğu yerde havaya uçan pankartlar ve ne olduğunu kestiremediğim, sarı yoğunluklu şeyler görüyorum. Herkes kendine geliyor birden, şok olmuş yüzler havaya bakmaya devam ederken bedenler ilerlemeye çalışıyor bir yandan. Arkadan gelen bir kadının önümde haykırışını görüyorum, annem de dahil sakinleştirmeye çalışıyoruz. “Ses bombası” diyoruz etraftakilere izdiham olmasın diye. Bir yandan biz de inanmak için çabalıyoruz dediklerimize. Daha saniyeler önce çalan türkü, oynayan insanlar şimdi kaybolmuş, etrafta bir panik söz konusu. Öne doğru ilerlerken tek düşünebildiğim o sırada arkada olması gereken ablam. Arıyoruz telefonunu, sinyaller kesilmiş, ulaşamıyoruz bir türlü. Her kafadan farklı bir ses çıkıyor, bizden önce ulaşıyor öndekilere bilgiler. Bize soruyorlar ne olduğunu, ağzımı açıp bir şey söyleyemiyorum. “Bilmiyorum” diyebiliyorum sadece. Bilmiyorum.
Yolu açmamızı söylüyor arkadakiler, açıyoruz. Ambulansın gelmesi için açtığımız yoldan polisler geliyor. Koşuyorlar, bağırıyoruz. Etraftaki herkes sinirli, havada “Katiller!” çığlıkları uçuyor. Polislerin korktuğunu görüyorum, öfkemizden korkuyorlar. İlerliyorlar ve saldırılara uğramaya devam ediyorlar. “Ambulans gönderin bize, siz neden geliyorsunuz?” diyor bir insan; “Akıttığınız kana bakıp eserinizle gurur duymaya mı gidiyorsunuz!” sözcükleri dökülüyor ağzımdan istemsizce.
Polislerin gittiği yönde gaz bulutu görüyorum. Gaz bombası atıyorlar ambulans çağıranların üzerine, yaralıların ölmesini kesinleştirmek için gelmiş gibiler.
Annemle birbirimizi sakinleştirmeye çalışırken, yanımdaki insanların zorlukla ulaşabildiği insanlara “Ölü çok mu?” diye sorduklarını duyuyorum. Beynim hala bomba gerçeğini kabullenmek istemezken anneme “Dinleme etrafta konuşulanları” diyorum. Polisler gittikten dakikalar sonra bir ambulans geliyor sadece. Bir ambulans diye düşünüp rahatlıyoruz ilk başta, bilmiyoruz ambulansların olay yerine giremediğini. Arama noktasına vardığımızda, polisin barikatıyla karşılaşıyorum. Ve sonra telefonum çalıyor, patlamanın bomba olduğu haberini alıyorum, ölü çok diyor telefondaki ses. O an kabullenmek istemediğim gerçek beynime saplanıyor acı bir şekilde. Gözlerim buğulanıyor, yaşadığım hissi tarif etmek imkansız.
Hastanenin önüne doğru ilerlerken sayısını aklımda tutamadığım kadar çok ambulans geliyor. Ambulanslar yetmiyor; özel araçlar, dolmuşlar taşıyor yaralıları. Görevlilerin sedyeye taşıdığı bedenleri görüyorum, beden demek ne kadar doğru olursa. Korkunç manzaralarla karşılaşıyorum, araçlar ölü taşıyorlar sanki. Katliamın görüntülerini ilk defa o zaman kendi gözlerimle görüyorum, üzerlerine örtülü barış pankartları ve flamalar kanın renginden koyulaşmış durumda.
Başım dönüyor; bombanın sesi, gördüklerim, tarif edemeyeceğim bir duyguyla yakıyor bedenimi.
Kulaklarım hala çınlıyor, havaya uçan pankartların yanındaki “şey”lerin ne olabileceğini yeni idrak ediyorum. Bencilce bir şekilde, eğer annem oyalanmasaydı patlama anında benim de orada olacağım aklıma geliyor, tesadüfen hayatta oluşum beynimi ağrıtıyor. Kendime kızıyorum hemen sonra, keşke orada olsaydım diyorum. Keşke orada ölen 9 yaşındaki o çocuğun, güzel gülüşlü o kadının yerinde ben olsaydım diyorum. Kinleniyorum, öfkeleniyorum; daha bir saat önce hangi hırkayı giyeceğim derdine düştüğüm aklımdan çıkmıyor, acı çekiyorum.
Kan, vücut parçaları gözümün önünden gitmiyor. Sedyede gördüğüm bu manzaradan bu kadar etkilenmişken, olay yerini görenleri hayal edemiyorum. Ablama ulaşmış, babamla konuşmuş bir şekilde dönüyorum eve. Aklımdan hiç çıkmıyor sorular.
Patlama olduğu saniyelerde, olay yerinde tek bir polis bile yokken, birkaç dakika sonra ambulanslardan önce polisler gaz bombalarıyla geliyorlar. Yaklaşık yarım saat sonra sadece bir ambulans ulaşıyor olay yerine, diğer ambulanslar çok daha sonra geliyorlar.
Katil belli, suçluları biliyoruz. Öyle öfkelendirdiniz ki bu halkı, öyle acılar yaşattınız ki bize, unutmamız mümkün değil. Affetmeyeceğiz; inadına barışı getireceğiz.
Barış isteyenleri öldürürken savaş yanlısı olan siz, oturdunuz rahatça koltuklarınızda. Son oturuşlarınız olacak bu, son çırpınışlarınız ağzınızdan dökülen sözler.
Hesaplaşma günü geldiğinde, korkun bizden!
Emin olun, çok adil davranacağız!
* Lise öğrencisi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.