Ne de olsa biz, “şehitler öldükleri için şehit oldular” kıvamında bir milletiz; ne denirse yutuyoruz. Cehaleti örgütlemek kolaydır; “örgütlenmiş cehalet” ise korkutucu
Ne de olsa biz, “şehitler öldükleri için şehit oldular” kıvamında bir milletiz; ne denirse yutuyoruz. Cehaleti örgütlemek kolaydır; “örgütlenmiş cehalet” ise korkutucu
İşimizin hayli zor olduğu kesin. “Akıllı düşman” ile “akılsız dost” ilişkisiyle ilgili pek çok özdeyiş olması öteden beri bu halin sorun yarattığını gösteriyor. Demek atalarımız da “akıllı düşman” özlemi içindeymiş. Biz de öyle. Mucize kabilinden bir şeyler olmazsa, özlemin dineceği yok.
Akla sahip olan, soru sorar, yargılar, sonuca varır. Sonuç onun aklıyla yaptığı bir tercihtir. Tercih nedenleri ve tercihin senin için ne anlam ifade ettiği ayrı mevzudur. Denk geldiğinizde konuşur, tartışırsınız, ikna çıkarsa aradan, ne ala, çıkmazsa ilişkinizi ona uygun tanzim edersiniz; kavgaysa kavga!
Tuğçe Kazaz demiş ki, “Şehitler öldükleri için şehit oluyorlar.” Şimdi böyle bir akılla ve böyle bir Türkçe sahibiyle, bırakalım barışı neyi nasıl tartışabiliriz.
İşyerime yakın bir kamu kurumu başka bir adrese taşındı. Boş binanın girişine kurum imzalı kocaman bir yazı asıldı: “Taşınmadan dolayı taşınmıştır.”
Biz “yangınlar yanıyor” diye şarkı sözü dinlemeye mecbur bırakılan, “ölü ölmüş” haberleri duymaya alışmış bir milletin ahvadı olarak, bu tür cahillikleri tebessümle karşılayabiliriz lakin “şehitler öldükleri için şehit oluyorlar” diyen biri üzerinden “ünlü” ihtiyacını karşılamaya çalışan siyasi iktidarla karşı karşıya olduğumuzu bilmek, durumumuzu bir parça acınası kılıyor.
‘Vallahi billahi öyle olmuş abi’
Aleni öyleyiz; elemli, kederli, acılı. O gün berberde tıraş sıramı beklerken, malum, konu döndü dolaştı, Cizre’de yaşananlara geldi. Belli ki Cizre’deki sivil ölümleri örtbas etmek mümkün olmamış, camiye gitmek üzere evinden çıkan insanların PKK’li keskin nişancılar tarafından vurulduğu haberi kulaktan kulağa yayılmış. Bir çeşit manipülasyon merkezi gibi çalışan mahalle berberleri bu yalanın yaygınlaşması için görevli kılınmış. Biraz mırın kırın itiraz edeyim dedim. Adam, “vallahi billahi öyle olmuş abi” dedi. Yemin ediyor yani. Yemin edene ne denir, çaresiz kaldım, “olabilir” dedim ve sustum.
Akşam yandaş bir televizyon kanalında, Cizre’nin de ele alındığı tartışma programına takıldım biraz. Bizim berber ahalisinin yalnız olmadığını anladım. Merkezi manipülasyon üssü vazife başındaydı. İlaveten, seçimden birkaç gün önce, HDP mitinginde patlayan bombanın baraj sorununu ortadan kaldırdığı, bombanın PKK’nin işi olduğuna dair yorumlar gırla gidiyordu.
Sorun manipülasyon üslerindeki hava değil, yalanların bu kadar kısa sürede kitleselleşmesi ve kabul görmesi. Sorun, yalanları hızla içselleştiren güruhun sokaklara taşması, sokakları terörize etmesi, yakıp yıkması, sadece Kürt olduğu için mevsimlik tarım işçilerine, inşaatta çalışanlara saldırması, yüzlercesinin birkaç kişiyi linç etmesi.
Son günlerde sıkça rastlanan olaylar yani.
Ne de olsa biz, “şehitler öldükleri için şehit oldular” kıvamında bir milletiz; ne denirse yutuyoruz.
Cehaleti örgütlemek kolaydır; “örgütlenmiş cehalet” ise korkutucu.
Gerard Depardieu’nun artistliği
Sanırım korkutuculuğun ne menem bir şey olduğunu son yaşayanlardan biri de Fransız sinema sanatçısı Gerard Depardieu oldu. Adam “artist” işte, insan basına beyanat verirken dikkatli olur, lafın nereye gideceğini az biraz kestirir. İnternet çağında olduğumuzu, Türkiye’nin internet kullanımında hayli önde olduğunu, internet kullanım oranıyla “okur-yazarlık” arasındaki paralelliğin Türkiye için geçerli olmadığını da bilmesi lazım ama ne gezer.
İsrail’in Filistinlilere yaptığı insanlık dışı mezalimi eleştirmesiyle de tanınan aktör, “Ülkemi terk etmek istiyorum” dedikten sonra, Türkiye’de internet kullanıcılarının hışmına uğradığını, ağza alınmayacak galiz küfürlere maruz kaldığını, onu internette linç eden kalabalığın ekran başından kalkıp az sonra sokaklara çıkarak “Kürtlere ölüm” diye bağırmaya başlayacağını kulağına fısıldayan olmuş mudur acaba? Adama kim, nasıl becerir bilemem ama yer yer bizi bile şaşkınlığa uğratan cehaletin ulaştığı mertebenin derecesini bir biçimde anlatmak gerekiyor ki cehalet karşısında ağzı açık kalmasın.
Adam ülkesini, yani Fransa’yı, terk edeceğini söylüyor. Birazdan sokağa dökülüp Kürt avına çıkacak cahiller, adı geçen ülkenin Türkiye olduğunu sanıyor; Gerard Depardieu adını duymamış olmanın kabahati elbette halkımızda olamaz. Yeteri kadar duyuramamış demek ki; 50 yıla yakın sanat hayatını, onlarca filmi, bütün bir kariyerini bu olay vesilesiyle bir kez daha gözden geçirsin.
Matah biri olsaydı, “Ülkemi terk etmek istiyorum” başlıklı haberin altına, “ya sev ya terk et” sloganının kullanıcıları böyle notlar düşer miydi? “Sizin gibi pisliklerden memleketimiz temizlenir, güle güle yolun izin karanlık olsun!”, “Tutan mı var zaten bu ülkede aldığın nefes bile haram”, “Hepinizin poposu sıkıştı nereye giderseniz gidin en azından sizin gibi pisliklerden memleketimiz temizlenir”, “Seni tutanmı var şerefsiz ne bekliyon”, “Zaten ermeni piçisiniz s..rin gidin anasız piçler”, “Yedin içtin zorda kalınca kaç yoksa sözlerin prim yapmıyormu”, “İyi gün dostu”. (Daha galiz olanları aktaramadım.)
Şimdi kim kabahatli karar verin. Çünkü ister sokakta ister monitörün başındakilerin sanat dünyasından bihaber olmadığını gösterir bir örnek vermek üzereyim.
Gerard Depardieu’un başaramadığını Beren Saat başardığına göre suçlu açık: Fransız Artist.
Göz yaşartıcı şahlanış
Bakın bu topluluk, kimin hangi dizide oynadığını, rolünün ne olduğunu, dizi kahramanlarını ve hatta dizide kullanılan mekânları bile içselleştirmiştir. Her nasılsa adı HDP’liye çıkan Beren Saat’i protesto etmek üzere kalabalığın Beren Saat’in rol aldığı Aşk-ı Memnu dizisinde kullanılan yalının önünde toplandığını, toplananların yalıyı taş yağmuruna tuttuğunu yazdı gazeteler. Daha da başka bir şey yazılmasına gerek kalmadı zaten, biz durumu çoktan kavramıştık. Bilgeliğin mertebesi gözlerimizi yaşartmaya yetti.
İsrail’i protesto etmek amacıyla cola içmeyen, onu yerine colacılara nazire yaparcasına aynı grubun sarı renkli içeceğini gazetecilerin önünde kafasına diken, colayı ekonomik açıdan çökertmek üzere bakkaldan bir kasa cola alıp tuvalete boşaltan ve bu “şahlanış” görüntüsünü sosyal medyada yayımlayan toplumsal duyarlılık halinin, Beren Saat protestolarında da görünür hale geçtiğini, hatta beyaz eşya satan bir esnafın, markanın reklam yüzü olan afişleri dükkânına asmadığını ilgili haberin altındaki yorumlardan anladık. Mutlu olduk. Ne de olsa, “beren saat, levent üzümcü, halit-bergüzar ergenç, cem boyner ve diğer binlerce kanı bozuk sözde Türk kaçacak delik arayacaksınız. Artık size sabrımız kalmadı.” Görüyoruz ki sanat, siyaset ve iş dünyasına hakim bir grup arkadaşla karşı karşıyayız.
Alın size göz yaşartıcı bir eylem daha: “Kanal D’de Beren Saat’in filmi var. Eylem ve kınama amaçlı plazmayı kırıp havuza attım. Kahrolsun HDP’li karı.” Ne dersiniz, doğru mudur acaba? Doğruysa, bu halkın önünde kimse duramaz.
Beren Saat mevzusunu uzattığımın farkındayım. Ancak şu satırları okuyamamanıza gönlüm el vermedi: “türk filim artisi mi var hepsi ermeni hangi filmi açarsan aç hep ermeni ama adı türk üçkağıtçıların yeni foyası ortaya çıkıyor daha bakın kimler pkk lı filim artistleri hergün neşeyle izlediğiniz o filimlerin pastası hep pkk ya gidiyor yüzümüze güle güle sırtımızı sıvazlıya sıvazlıya işleri götürüyorlar kimse müdahele edemiyor yazıklar olsun.”
Bu muhteşem alıntıyı yaptığımda, üçüncü sayfaya dolandığımı fark ettim. Kesmem gerekiyor haliyle. Gerçi sırada, Gülse Birsel’in, Macaristan’ın Suriyeli mültecilerle ilgili siyasetini eleştirdiği, “Ne kıymetli ülkeniz varmııış!” başlıklı yazısına yönelen “milli” tepkiler vardı ama. Şimdi mahrum mu kalacaksınız, “evet seni ve senin gibileri adam eden kıymetli ülkemiz var! kimseyi zorla tutmuyoruz”, “beğenmiyorsanız gidin bu ülkeden”, “evet çok değerli, defolup gidermisin lütfen”, a… k.. kaşarı beğenmiyorsan s.. ol git otopsi” şeklindeki yorumlardan.
Devam edersek örneklere, Cahillikler Kitabı’na alternatif hacimde bir kitap ortaya çıkacak korkarım. Bu yüzden cidden bitiriyorum.
‘Baktı ki ikisi de çekik göz’
Çin’de Uygur Türklerinin yaşadığı iddia edilen sorunlarla alakalı olarak, Çinli diyerek gördüğü her çekik gözlüyü (Kırgız, Kazak, Koreli, Tatar) döven adamları ve bu adamları, “Hem Koreli ile Çinliyi ayırt edecek özellik nedir? Çekik göz. Baktı ki ikisi de çekik göz. Fark eder mi efendim?” diye savunmaya çalışan Devlet Bahçeli’yi, İstanbul’da “Çinili Fırın” isimli lokantanın, kalabalık tarafından Çinli diye okunarak taşlandığını, esmer tenli olan vatandaşları Kürt diye dövenleri, Kürt diye dövülen esmerin MHP’li çıkmasını, çocuğun “vurmayın ben ülkücüyüm” diye bağırmasını, Konya’da bir subayın PKK’li diye linçe uğramasını, PKK’yi bitirmek için, “kandildeki en derin mağranın içine 1 ton tnt yerleştirirsin pkk’ya bir ayda dağı boşaltın dersin, dağ tnt ye dayanamaz ve ova haline gelir” denmesini, Dağlıca saldırısı için, “dağlıca öyle sıradan bir terör saldırı değil, olayın perde arkasında çok büyük bir koalisyon olduğunun işaretleri çok fazla. bölgenin meteorolojik fotoğrafı, 37 derece, hiçbir bulut yok, sadece bölge üzerinde çok yoğun bir yağış var” diyerek başka bir bakış açısı getirilmesini, Çanakkale Halkevi’ne saldırmak için biriken kalabalığın, “evleri” karıştırarak, yanlışlıkla bir ailenin yaşadığı eve baskın yapmasını, MHP Çanakkale İl Başkanının o eve elinde çiçek, geçmiş olsun ziyaretine gitmesini ve nihayetinde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in, Fuat Avni isimli ünlü hesaba benzer şekilde açılan sahte twitter hesabından “yezid kabe’deki vincin devrilmesi için talimat verdi. gündemi kabe’ye çekerek Cizre’deki katliamın dozunu artırmak istiyor” şeklindeki geyiği ciddiye alıp, “buna yuh kelimesi hafif olur” diye yanıt vermesini başka bir yazıda enine boyuna aktarmak ve yorumlamak gerekir.
İnsan yoruluyor gerçekten. Ne diyelim: Allah yardımcımız olsun, sabırlar ihsan eylesin!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.