YDG-H’nin temsil ettiği “yeni isyankar Kürt gençliği”, ’93 sonrasında sürgün ortamlarında doğan “savaş kurbanları kuşağı”nda yer alıyor
YDG-H’nin temsil ettiği “yeni isyankar Kürt gençliği”, ’93 sonrasında sürgün ortamlarında doğan “savaş kurbanları kuşağı”nda yer alıyor; kentli, yoksul, az-çok eğitimli, değişik yaşamları bilen, işsizliğe yargılı, Fırat Anlı’nın “konuşamayacaksınız” dediği “varoş gençliği”
Ateşkes sona erdiğinde akla gelen ilk soru “90’lara geri mi dönüyoruz” olmuştu. Yaşanan iki aylık çatışma, Kürt sorununda geçmişte yaşamadığımızı, “2015’e geldiğimizi” gösterdi.
Öcalan’ın birkaç yıl önce “tehdit” gibi algılanan “silahlı kent ayaklanması” kehaneti gerçek oldu. Ayaklanmanın mekanları ’93 sürecinde boşaltılan köylerin toplandığı “rezervuar şehirleri”. Ayaklanmada öne çıkan örgüt, “milis” olarak tanımlanabilecek YDG-H. Ve ayaklanmanın ön sıralarını Fırat Anlı’nın “bizden sonraki kuşakla konuşamayacaksınız” diye tariflediği yeni bir gençlik kuşağı tutuyor.
’93 süreci sonrasında boşaltılan köylerden il ve ilçe merkezlerine yığılan halk, yeni bir kent dokusu oluşturdu: Dar sokakların etrafına sıralanan çok katlı binalarıyla, yetersiz altyapılarıyla, kalabalık nüfuslarıyla ayırt edilebilen “savaş kentleşmesi”. Diyarbakır’ın Sur, Yenişehir ve Bağlar ilçelerinin yoksul mahalleleri, Silvan, Bismil; Batman şehir merkezi; Urfa’da Suruç, Viranşehir; Mardin’de Nusaybin, Kızıltepe; Şırnak’ta Cizre ve Silopi; Hakkari’de Yüksekova, Şemdinli; Van’da Erciş, Bitlis’te Tatvan, Ağrı’da Doğubayazıt, Patnos “Savaş Kentleşmesi”nin çıplak gözle görülebileceği yerler. 1990-2000 arasında nüfusları ortalama on kat artan bu “toplanma merkezlerinde” işsizlik ülke ortalamasının üç-beş kat üzerinde. Bugünkü “silahlı kent ayaklanmaları”nın asıl mekanı işte bu savaş kentleri (Lice ve Varto kent merkezlerinde devlet güçlerinin kısa sürede duruma hakim olmasında, söz konusu kentlerin göçe uğrayan değil, göçle boşalan ilçe merkezleri olarak savaş kentleri içinde yer almaması belirleyicidir).
Silahlı bir örgüt olarak adını 6-7-8 Ekim olaylarında ön sıraya çıkaran YDG-H bu “Savaş Kentleri”nin gençlerinin oluşturduğu bir “milis örgütü”; yani içlerinde profesyonel unsurlar bulunmakla birlikte gönüllülerin çoğunlukta olduğu, yerel ve geçici örgütlerden oluşan merkezi yönü şimdilik zayıf bir “ağ”. YDG-H’nin temsil ettiği “yeni isyankar Kürt gençliği”, ’93 sonrasında sürgün ortamlarında doğan “savaş kurbanları kuşağı”nda yer alıyor; kentli, yoksul, az-çok eğitimli, değişik yaşamları bilen, işsizliğe yargılı, Fırat Anlı’nın “konuşamayacaksınız” dediği “varoş gençliği”. Başlangıçta havai fişekler, molotof kokteylleri, kuru-sıkı tabancalar, pompalı tüfeklerle silahlanan bu “isyankar” genç militanlar, HDP’yle, DBP’yle aralarına belirgin bir mesafe koyuyor ve örgütsel yapılarını HPG’yle, yani gerillayla doğrudan ilişki içinde geliştiriyorlar.
YDG-H’nin bir yıl öncesine kadar yerel güvenlik güçlerine karşı küçük çaplı sabotaj ve saldırıları, yerel uyuşturucu ve suç şebekelerine karşı “asayiş uygulamaları” ve “militan gösteriler”den oluşan eylem çizgisi, kalekol ve askeri amaçlı HES’lere karşı başlatılan “çadır” ve “yol kesme” eylemleri sırasında pratik olarak kır gerillasıyla diyalog kurdu. Kobanê direnişiyle birlikte, YDG-H’nin Kürt gençliği içerisindeki tabanı ve örgütlülüğü büyük bir sıçrama gösterdi. YDG-H’nin Silopi, Yüksekova ve Silvan’da uyguladığı, “sokakların devlet kurumlarından el konulan iş araçlarıyla kazılması, sokak aralarına battaniye ve çarşaflarla perdeleme yapılması, uzun menzilli silahlar ve RPG’lerle derinlemesine savunma sistemleri oluşturulması” gibi “öz savunma” taktiklerinin geliştirilmesinde, Kobanê deneyimi belirleyici bir yerde duruyor.
Geçtiğimiz iki ay boyunca mahallelerinin önemli bir bölümünü polisin ve askerin giremediği alanlar haline getiren ve halkın (ana-babalarının) desteğini alan bu gençlik direnişi/isyanı, 6-7-8 Ekim tablosunun genel ve sürekli bir karakter kazanmasına doğru gidiyor. Yani temmuz ayından itibaren yaygınlaşan “özerklik, özyönetim ilanları”nın altı pek o kadar da boş değil. “Savaş kentleri”nde, “ikili iktidara” doğru gelişebilecek bir güçler dengesi oluşuyor. Gerillanın “alan hakimiyeti”ni yaygınlaştırmasıyla desteklenen bu kent isyanları, Kürt hareketinin yeni bir dönemine girdiğimizi gösteriyor. Kır gerillasıyla kent ayaklanmasının birlikte geliştiği, Kürt halkının yüzde 90’ının Kürt siyasi hareketinin arkasında saflaştığı bu yeni dönemde, Kürt hareketinin “özsavunma” ekseninde “özyönetim”e doğru ilerlemeye yöneldiği anlaşılıyor.
Müzakere sürecini buzdolabına kaldıranlar, bu sürecin “dondurduğu” yeni Kürt gerçekliğinin dolaptan çıkardılar. ’90’lara geri dönmüyoruz, 2015’in Kürt gerçeğiyle karşı karşıyayız.