Sorun, solun kavramlarındaki liberal hegemonyanın, olayları açıklamakta kullandığı kavramlar seti birkaç kez iflas etmesine rağmen, bir türlü yıkılamamasındadır Murat Çakır, geçtiğimiz hafta Özgür Gündem’de yayımlanan “HDP’nin Yanılgısı” başlıklı yazısında, Selahattin Demirtaş’ın “Erdoğan’ın saraya bağlı özel gladio örgütüyle darbe yaptığı” saptaması ile sol çevrelerde yayılan “Türkiye’nin Pakistanlaştığı” gözlemlerini masaya yatırdı. Çakır, Erdoğan ve AKP’nin “darbe yapmadığını”, […]
Sorun, solun kavramlarındaki liberal hegemonyanın, olayları açıklamakta kullandığı kavramlar seti birkaç kez iflas etmesine rağmen, bir türlü yıkılamamasındadır
Murat Çakır, geçtiğimiz hafta Özgür Gündem’de yayımlanan “HDP’nin Yanılgısı” başlıklı yazısında, Selahattin Demirtaş’ın “Erdoğan’ın saraya bağlı özel gladio örgütüyle darbe yaptığı” saptaması ile sol çevrelerde yayılan “Türkiye’nin Pakistanlaştığı” gözlemlerini masaya yatırdı. Çakır, Erdoğan ve AKP’nin “darbe yapmadığını”, ara verilen “güvenlik rejimi” konseptine geri döndüğünü; Türkiye’nin (kol kanat gerdiği İslamcı kontra grupları üzerindeki otorite yitimine uğrayarak kaosa sürüklenen) Pakistan’a değil, illa bir anoloji yapılacaksa, (Kürtleri Filistinlileştirerek sol muhalefeti marjinalize eden bir “apartheid” politikasına yönelmesi hasebiyle) İsrail’e benzetmenin daha uygun olduğunu ileri sürüyordu. Çakır eleştirisini yazısının sonundaki şu haklı kaygısına dayandırıyordu: “Yanlış teşhis, yanlış tedaviye yol açar. HDP siyasetini doğru analizlere oturtmalıdır. Aksi takdirde yanılgılar, yenilgilere dönüşür.”
Çakır’ın içinde bulunduğumuz durumu kavramak için kullanılan stratejik kavramlara ilişkin duyarlılığı son derece haklı ve yerindedir. Çakır’ın tartışmasının alt metninde, içinde bulunduğumuz durumu “AKP içi bir kliğin AKP’den ve egemen güçlerden özerk bir siyasi eylemi” olarak görme ve IŞİD, Nusra gibi örgütlerin Türkiye içindeki eylemlerini devletin kontrolü dışında gerçekleşen hareketler olarak kavranmaması gerektiği; hedefin ve ittifakların bu hatalı kavrayışa bağlı olarak belirlenmesi halinde emperyalist güçler, egemen sınıflar, AKP ve devlet içindeki hayali çelişkileri temel alan bir stratejik konumlanışın seçilebileceği; bunun ise halkı liberal yanılsamalarla etkisiz hale getirme tehlikesi yaratacağı gibi düşünceler olduğu seziliyor.
Erdoğan’ın devlet iktidarını “Saray’da toplama” hamlesini ve savaş durumu yaratmak için kullandığı kontrgerilla provokasyonlarını egemen güçlerin onayından, geniş anlamda “devlet düzeninden” bağımsız olarak ele alan bir terminolojiden kaçınmamız gerektiği elbette doğru. Ancak bu gereklilikten hareketle, parlamento ve hükümeti devre dışı bırakan bir devlet iktidarına “dönüş”ün darbesel niteliğini ikinci plana atmamız ne ölçüde doğrudur? Cunta Anayasası’nın bu darbeyi meşru kılması, Erdoğan’ın darbesine karşı direnişi odağına alan bir siyasi mücadele çizgisinin yanlış olacağı anlamına gelir mi?
Çakır’ın Erdoğan’ın Temmuz darbesini “Erdoğan kliği ve Erdoğan Özel Örgütü” gibi kişiselleştirilmiş, dolayısıyıyla devlet ve düzen açısından arızi kaynaklara bağlamaya karşı çıkması doğrudur. “Saray Gladiosu” kavramının, Çiller-Ağar-Güreş üçlüsünün merkezinde olduğu ’93 sürecini “Çiller Özel Örgütü”ne bağlayan söylemle benzerliği yadsınamaz. O zaman “Çiller Özel Örgütü” denilen yapının kontrgerillanın (ve dolayısıyla o günkü “güvenlik rejiminin”) siyasi merkezi olduğu ne kadar doğru idiyse, bugün “Saray Gladiosu” denilen yapının bugünkü kontrgerillanın siyasi merkezi olduğu da o kadar doğrudur.
Bir “Faşist Erdoğan kliği”nin olduğu ve “Temmuz darbesi”nin bu kliğin inisiyatifiyle yürürlüğe konulduğu tartışma götürmez; ama bu klik “rejim dışı” bir klik değildir. Sorun bugünkü durumu açıklamak için “darbe, cunta, gladio” kavramlarının kullanılmasında değil, bu kavramların “olağan rejim/olağanüstü rejim”, “parlamenter demokrasi-bonapartizm” bağlamlarına oturtularak kullanılmasındadır. Kısacası sorun, solun kavramlarındaki liberal hegemonyanın (olayları açıklamakta kullandığı kavramlar seti birkaç kez iflas etmesine rağmen) bir türlü yıkılamamasındadır. Bu sonucun ortaya çıkmasında Türkiye sosyalist hareketinin ana akımlarının ’90’lı yıllardaki sağa savrulması kadar Türkiye’deki barış ve demokrasi mücadelesinin kurucu bileşenlerinden olan Kürt özgürlük hareketinin liberallere gösterdiği “teveccüh” de etkili olmuştur. Kürt özgürlük hareketinin “liberal dostlarına” verdiği reel politik değerin arkasında ise bu “dostların” egemenler cephesinde etkili çatlaklar yaratabileceğine dair “astarı yüzünden pahalı” beklentiler bulunmaktadır.
Kısacası “HDP’nin yanılgısı” tek tek kavramlarda değil, hareketin ideolojik vasatında bu kavramların içerisine oturtulduğu liberal bağlamdadır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.