İç ve dış çok sayıda çevrenin uyarısına rağmen, AKP hükümeti PKK’ye karşı başlattığı savaşı sürdürüyor. Hem de bunu sivil katliamları yaparak gerçekleştiriyor. Yani süreç karşısındaki sorumluluğunu ve suçunu artırarak yapıyor. 2011 yılındaki ağır savaş koşullarında gerçekleştirdiği Roboski katliamı vardı ki parti ve hükümet olarak hala söz konusu katliamın ağır yükü altından kalkabilmiş değiller. Bu gidişle […]
İç ve dış çok sayıda çevrenin uyarısına rağmen, AKP hükümeti PKK’ye karşı başlattığı savaşı sürdürüyor. Hem de bunu sivil katliamları yaparak gerçekleştiriyor. Yani süreç karşısındaki sorumluluğunu ve suçunu artırarak yapıyor.
2011 yılındaki ağır savaş koşullarında gerçekleştirdiği Roboski katliamı vardı ki parti ve hükümet olarak hala söz konusu katliamın ağır yükü altından kalkabilmiş değiller. Bu gidişle Roboski katliamının sorumluluğu altından kurtulmaları da pek mümkün görülmüyor.
Gerçek durum böyleyken, özellikle bu bahardan beri AKP katliamlarında gittikçe daha fazla bir artış görülüyor. Seçimi kaybetme ve iktidardan düşme olasılığı belirdiğinden bu yana AKP çok daha hırçın ve saldırgan bir tutum içine girmiş bulunuyor. Neredeyse iktidarını baskı ve katliamlarla sürdürmek ister gibi bir hali var.
HDP’nin Adana ve Mersin il binalarının eşzamanlı bombalanması olaylarını bir yana bırakalım. 7 Haziran seçiminden bir gün önce HDP’nin Diyarbakır’daki seçim mitingine katliam dayatılmasına ne demeli? Bunun AKP’nin kaybedeceği seçimi engelletebilmek için yaptırdığından artık hiç kimsenin bir kuşkusu kalmamıştır. AKP’nin parti ve hükümet olarak ciddi bir telaş yaşıyor olması da buradan kaynaklanmaktadır.
Derken sıra 20 Temmuz Suruç katliamına geldi. Kobanê’ye destek vermek isteyen otuz iki genç insan dünyanın gözü önünde vahşice katledildi. Diyarbakır ve Suruç katliamları AKP’yi kendine getirir ve bu çizgiden vazgeçerler diye düşünülürken, gelişmeler bunun tam tersi oldu. AKP hükümeti IŞİD’i gösterip PKK’ye vuran kirli ve saldırgan bir savaş başlattı.
Söz konusu savaş gerçekten de dehşet saçıcı bir savaştır. Sadece hava saldırılarıyla bir gece de dört yüz hedefin vurulduğunu bizzat Başbakan Ahmet Davutoğlu açıklamıştır. Yine neredeyse her gün yüz elli, iki yüz arası Kürt yurtseveri tutuklanmaktadır. Gerillaya dönük saldırılarla sivil halka dönük siyasal soykırım operasyonları birlikte yürütülmektedir.
İşte bu savaşın bilançosu da gittikçe daha kirli hale gelmektedir. Önce sözde IŞİD’e karşı savaş gerçekte PKK’ye karşı savaş haline geldi. Şimdi de gerillaya karşı savaş gittikçe sivil halka karşı savaş haline gelmektedir. Kandil’in Zergelê Köyü’nde sekiz sivilin ölümü ve 15’inin de yaralanmasıyla sonuçlanan Zergelê katliamını şimdi Silopi katliamı izlemektedir.
Basından anlaşıldığı kadarıyla 7 Ağustos günü Silopi’de yaşananlar gerçekten de tam bir vahşet görünümüdür. Doğrusunu söylemek gerekirse düşman düşmana bunu yapmaz. AKP polisinde gerçekten de düşmanlığı da aşan vahşi bir tutum var. İçinde sivil insan olan binalar polis tarafından ateşe veriliyor ve cayır cayır yakılıyor. Sivil halkın üzerine polis tarafından otomatik silahlarla yaylım ateşi açılıyor.
Bu biçimde gerçekleşen Silopi katliamının da bilançosu çok ağır. Daha şimdiden üç sivilin katledildiği ve çok sayıda da yaralı olduğu belirtiliyor. Söz konusu katliamın sonuçlarının nereye varacağı da hiç kimse tarafından bilinmiyor.
Peki tüm bu saldırılar neden oluyor? Kürtler barış ve demokratik yönetim istiyorlar da ondan! Başbakan Ahmet Davutoğlu buna karşı çıkıyor ve her şeyi ben belirleyeceğim diyor. İki hafta önce de bu tutuma Karadenizli kadınlar karşı çıkmış ve “Devlet bizim yaylamızın yoluna karışmasın” demişti. Ancak öyle bir devlet ve hükümet var ki tek benim iradem geçerlidir ve her yere ben karışırım diyor.
Peki böyle bir demokratik yönetim olur mu? Bu yönetimin adı tekçi faşist diktatörlük değil midir? Diyarbakır’dan Suruç’a, Zergelê’den Silopi’ye iki ay içinde dört yerde sivil halka karşı katliam uygulayan yönetime demokratik yönetim denir mi?
Denemeyeceği açıktır. Karadeniz halkının yaylasına yol yapımına karışan, Kürt halkının demokratik öz yönetim isteyen tutumuna katliamlarla karşılık veren bir hükümetin demokratik olması mümkün değildir. Yine bu hükümetin Kürtler dışındaki bir güçle savaştığı da inandırıcı değildir. Çünkü ortada Kürt katliamları var, fakat IŞİD ile savaşa dair hiçbir belirti yoktur.
Şimdi hiç kimse AKP’nin IŞİD’e karşı savaştığına artık inanmıyor. Bunun bir danışıklı dövüş olduğunu herkes biliyor. Sadece AKP yardakçısı basın organları uydurma IŞİD tutuklamaları ve bomba yüklü araç senaryoları çizerek Türkiye toplumunu aldatmaya çalışıyor. Ancak bunun da inandırıcı hiçbir belgesi ve görüntüsü bulunmuyor.
Nitekim ABD Başkanı bile bu hikâyeden rahatsız olmuş ki, “Hiç kimse IŞİD’e karşı savaşı zayıflatmamalıdır” diyor. Yine “Ortadoğu’da IŞİD’den daha büyük tehlikenin olmadığını” belirtiyor. Peki, AKP hükümeti desteğini almakla övündüğü ABD yönetiminin söz konusu bu uyarılarını görmüyor mu?
Geçen hafta belirttik, “AKP kendi mezarını kazıyor” diye. Besbelli ki Ahmet Davutoğlu hükümeti kendi mezarını kazmakta kararlı görünüyor. Roboski’den Suruç’a ve Zergelê’den Silopi’ye kadar söz konusu katliamlar ise bu mezar kazmanın köşe taşları oluyor. Ne diyelim, ölümü gelenler cami avlusunu kirletirmiş! Belli ki; AKP hükümeti benzer bir derde tutulmuş durumdadır.
Bu noktada Kürt gençliğinin ve demokratik siyasetin tutumu elbette ciddi önem taşımaktadır. HDP’nin “Size savaş yaptırmayacağız” çıkışı, tıpkı “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı gibi daha şimdiden geniş kitlelerden çok yoğun bir destek bulmuş durumdadır. Söz konusu kararlı barış çizgisi giderek HDP’yi iktidar gücü haline rahatlıkla getirir.
Kürt gençliğinin “Mahallemizi kendimiz yöneteceğiz ve kendi gücümüzle savunacağız” tutumu ise başta Kürt sorunu olmak üzere Türkiye’deki tüm sorunların gerçek çözüm yolunu göstermektedir. Kuşkusuz bu yol zor ve bu tutum bedellidir. Ancak bütün zor sorunlar bedel ödenerek çözülür, bütün özgürlükçü kazanımlar kahramanca direnişle olur.
Besbelli ki savaş yolunu Kürtler ve demokratik güçler seçmediler. AKP hükümeti ve özellikle de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dayattı. Kürtlerin yaptığı ise söz konusu dayatmayı kabul etmek oluyor. Kandil’deki gerilla karargahı bu temelde yaptığı açıklamada “Hodri meydan” diyor. Bakalım sonu ne olacak! Şimdilik Silopi şehitlerini saygıyla analım ve inşallah sağduyu hakim olur demekle yetinelim!