Suruç katliamı, Reyhanlı, Antep, Niğde, Adana-Mersin, Diyarbakır saldırılarından sonra sorulmayan soruyu nihayet sorduruyor. Neyle karşı karşıyayız? Günün şartlarında akla gelen ilk alternatifler; “AKP’nin Kaide’si” mi? Yani, kullanılan ve/veya terk edilen bir kirli savaş örgütünün sahibinin elinde patlaması ve/veya sahibinden intikam alması mı? Erdoğan’ın kontrgerillası mı? Yani politik ortamı bir koalisyon için imkansız hale getirmeyi ve […]
Suruç katliamı, Reyhanlı, Antep, Niğde, Adana-Mersin, Diyarbakır saldırılarından sonra sorulmayan soruyu nihayet sorduruyor.
Neyle karşı karşıyayız?
Günün şartlarında akla gelen ilk alternatifler;
“AKP’nin Kaide’si” mi? Yani, kullanılan ve/veya terk edilen bir kirli savaş örgütünün sahibinin elinde patlaması ve/veya sahibinden intikam alması mı?
Erdoğan’ın kontrgerillası mı? Yani politik ortamı bir koalisyon için imkansız hale getirmeyi ve böylece “ver kurtulcu” bir erken seçim ortamı yaratmayı hedefleyen bir manipülasyon mu?
Irak ve Suriye iç savaşlarının Türkiye’ye yayılması mı? Irak ve Suriye’yi hedefleyen İslam Devleti projesinin önündeki en büyük engelle, Kürt Özgürlük Hareketi ile çatışmasını Türkiye Kürdistanı’na yayması mı?
Bunlar taktik duruma denk düşen akla uygun birkaç alternatif. Bu alternatiflerden biri veya birkaçı gerçek olabileceği gibi bu alternatiflerin nüansları da düşünülebilir.
Ancak bütün bu alternatifler, bazı tartışılmaz gerçekleri ortaya koyuyor ki, bu gerçekler, karşı karşıya olduğumuz şeyin yapısal niteliği ve buna karşı geliştirilecek devrimci politikanın vazgeçilmezlerini belirlemek açısından yeterli.
Bunlardan birincisi, IŞİD, Nusra gibi örgütlerin kontrgerilla düzeneğinin bir parçası olduğu gerçeğidir. Bu gerçek, kontrgerillanın (NATO, Pentagon, CIA, NSA vb. ile ilişki halinde) emperyalist saldırı ve denetim sisteminin bir parçası olduğu ve (NATO ordusu, Özel Harp, MİT, TEM, DGM’ler, Anti-terör yasaları vb. ile oluşturulan terörist devlet çekirdeği olarak) sömürge faşizminin kurucu öznesi olduğu gerçeğiyle birlikte okunmalıdır. IŞİD gibi yapılarla Türkiye devleti arasındaki ilişki AKP hükümetinin ve Tayyip Erdoğan’ın kişisel tercihlerinin ötesine geçen stratejik “derinlikler” taşımaktadır. Elbette bu AKP ve Erdoğan’ın “sistem kurbanı” olduğu anlamına gelmez; tam tersine, “bu sisteme uygun oldukları” için iktidar edildikleri anlamına gelir. Dolayısıyla, AKP iktidarı, dayandığı kontrgerilla sisteminin doğası nedeniyle, IŞİD, Nusra gibi yapılarla açık bir çatışmaya giremez, böyle bir çatışmaya girdiğinde kendi iktidarının temellerini tahrip eder. Zaten iradi tercihi bu yapıları teşvik etmek, bu yapılarla ilişkilerini geliştirmek yönündedir; çünkü bilerek ve isteyerek kendi kaderini bu yapıların kaderine bağlamıştır.
Süleyman Demirel’in “bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” sözleri ile Erdoğan’ın “İslam Devleti”, IŞİD veya DAİŞ dememek için “DAEŞ” terimini kullanması bu aynı temele dayanmaktadır.
IŞİD’cilere yapılan devlet koruması, Diyarbakır bombacısının değil de onu ihbar eden ağabeyinin UYAP’ın arananlar listesine sokulması, Adana-Mersin bombacısının yakalanmaması, Reyhanlı katliamının 6-7 Eylül pogromunda olduğu gibi ilgisiz insanların üzerine yıkılması 80 öncesiyle aynı kontrgerilla cihazının marifetleridir.
IŞİD, Nusra ve benzerleri, Irak ve Suriye iç savaşları ile sınırlı bir gerçeklik alanına ait değildir. Bu örgütler Çeçenistan ve Bosna’dan Afganistan’a, Sudan’a kadar uzanan bütün bir emperyalist müdahale ve asimetrik savaş alanına aittirler. Dolayısıyla bu faşist terör cihazıyla mücadele ulusal düzeyle sınırlı bir antifaşist mücadele perspektifiyle ele alınamaz. Faşizme karşı mücadele Ortadoğu devrimi süreciyle iç içe geçmiştir.
İkincisi IŞİD, Ortadoğu’nun bütün ülkelerinde, Kürt Özgürlük Hareketi’nin doğal yönelimi olan “Demokratik Ortadoğu” projesi ile nesnel bir karşıtlık halindedir. Bu nedenle, Suruç saldırısının odağında “Kürt Özgürlük Hareketi”ne karşı savaş bulunsa da, saldırı Türkiye’deki “Ortadoğu demokrasisi güçlerine” karşı bir saldırıdır. IŞİD’in Türkiye’deki saldırı hedefinde yalnızca “Kürt Özgürlük Hareketi”nin dost ve müttefikleri değil, Suriye’de az-çok demokratik bir çözüm isteyen bütün güçler bulunmaktadır. Yani IŞİD saldırganlığı “Türkiye’ye karşı”, hele de “AKP iktidarına karşı bir saldırı” olarak hiçbir biçimde algılanamaz. Bu nedenle de AKP iktidarı sonuna kadar IŞİD’le barış sağlamanın yolunu arayacaktır.
Öte yandan IŞİD mali olarak, AKP’nin uluslararası hırsızlık düzeni ile bütünleşmiştir. AKP iktidarının sınırlanması IŞİD’in de sınırlanması anlamına gelecektir. Bu nedenlerle IŞİD, AKP’nin sınırlanmasına tahammül edemez. Erdoğan’ın “müzakere masasını devirmesi” ile Suruç saldırısı arasında bir uyumsuzluk değil tam tersine bir uyum vardır. Hatta, Erdoğan’ın müzakere masasının devirmesinin arkasında, IŞİD basıncı da etkili olabilir. Dolayısıyla, IŞİD’in faşist terörüne karşı mücadele ile AKP faşizmine karşı mücadele aynı ortak zemine sahiptir ve demokrasi güçlerinin birinde kazanacağı başarı diğerinde de kazanılmış bir başarı olacaktır
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.