HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in de ifade ettiği gibi, 7 Haziran seçim sonuçlarını bir türlü doğru okuyamayanlar var. Kuşkusuz bir yönüyle durum böyledir. Fakat başka bir yönüyle de durum farklı olabilir. Örneğin, doğru okumak çıkarına uygun gelmiyor olabilir. Ya da okuyanın kendi doğrusu farklı olabilir. Gerçeği söylemek gerekirse, 7 Haziran seçim sonuçlarının demokratik karakterinin […]
HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in de ifade ettiği gibi, 7 Haziran seçim sonuçlarını bir türlü doğru okuyamayanlar var. Kuşkusuz bir yönüyle durum böyledir. Fakat başka bir yönüyle de durum farklı olabilir. Örneğin, doğru okumak çıkarına uygun gelmiyor olabilir. Ya da okuyanın kendi doğrusu farklı olabilir.
Gerçeği söylemek gerekirse, 7 Haziran seçim sonuçlarının demokratik karakterinin geriletilmesi için MHP müdahalede bulunmuş ve aktif bir çaba içine girmiştir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin seçim sonrası ne denli müdahaleci olduğu ortadadır. HDP’nin inisiyatifli davranmada zayıf kalması da MHP’nin söz konusu müdahalesini etkili hale getirmiştir.
Şimdiye kadar birçok kez yazdık, fakat tekrarlamakta zarar değil yarar vardır. 7 Haziran seçim sonuçları Türkiye’nin demokratikleşme ihtiyacını net bir biçimde ortaya çıkarmış ve halkın eğiliminin de demokratik değişim ve yeniden yapılanmadan yana olduğunu açıkça göstermiştir. CHP ve MHP marjinal kalırken, AKP’nin kaybedip HDP’nin seçimi kazanması bunu ifade etmektedir.
Bu durumun doğal sonucu ise, HDP’nin aktif katıldığı ve inisiyatifli olduğu bir hükümetin kurulmasıdır. Bu temelde meclisin bir Demokratik Kurucu Meclis haline getirilerek ve meclis çalışmaları müzakere süreci ile birleştirilerek yeni bir demokratik anayasa ve yasal reformlar çerçevesinde ülkenin otuz beş yıllık 12 Eylül faşist-askeri rejiminden kurtarılmasıdır.
7 Haziran genel seçiminin doğal sonucu bu olmaktadır. Yani Türkiye’nin yönünün demokratik değişimden yana olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Bu da yeni bir demokratik anayasa ve yasal reformlar temelinde 12 Eylül faşist rejiminden kurtuluş demektir. Eğer MHP tarafından seçim sonuçlarına etkili bir müdahalede bulunulmuşsa işte bu nedenledir. Yani ülkenin otuz beş yıllık faşist diktatörlükten kurtulacak ve faşizmin aşılacak olmasıdır.
İşte bu noktada MHP’nin seçim sonrası gösterdiği tutum önemli olmaktadır. Seçimi kazanan HDP’yi geriletip etkisiz kılabilmek için MHP planlı ve faşist bir saldırı yürütmüştür. Kuşkusuz HDP’nin geriletilmesi demek 7 Haziran seçim sonuçlarının değiştirilmesi ve Türkiye’nin demokratikleşmesinin engellenmek istenmesi demektir.
Besbelli ki bu durum sürece açık bir faşist müdahale olmaktadır. Türkiye’nin açık faşist gücü, otuz beş yıllık 12 Eylül faşizminin aşılmasını gündeme getiren ve onun zeminin yaratan 7 Haziran seçim sonuçlarına müdahalede bulunmaktadır. Bunu da açık ve azgın bir Kürt ve demokrasi düşmanlığıyla yapmaktadır. 7 Haziran seçiminde yüzde on üç oy alan ve kendisi kadar milletvekili çıkartan bir partiyi yok sayacak kadar pervasız davranmaktadır.
Doğrusunu söylemek gerekirse, birçok çevre Devlet Bahçeli’nin MHP’yi eski faşist saldırganlık ve diktatörlük çizgisinden biraz uzaklaştırarak demokrasiye yaklaştıracağını umut ediyordu. Fakat bu tür beklentilerin boş olduğu ortaya çıktı. Faşizmin her yerde ve her zaman faşizm, faşistin ise her zaman ve her yerde faşist olduğu bir kez daha gözüktü.
Bu nedenle MHP’nin yanıltıcı bazı sözlerine aldanmamak gerekir. MHP Yönetimi çok bilinçli ve planlı bir politika ile HDP’yi etkisiz kılmaya, birbirine ters davranışlarla CHP’yi adeta palyaçoya çevirerek bitirmeye ve bu temelde AKP’yi kendi güdümüne almaya çalışmaktadır. Böylece MHP inisiyatifinde bir AKP-MHP hükümetinin zemini yaratılmak istenmektedir.
Elbette MHP’nin bu çabalarının önünü kesmek ve söz konusu politikasının başarısına izin vermemek gerekir ve bu çok önemlidir. Çünkü MHP çabaları temelinde kurulacak bir AKP-MHP hükümeti ülkemizi yeni bir savaş felaketinin içine sürükleyecektir. Nitekim MHP’nin bu çabaları AKP’yi ciddi bir biçimde etkilemekte ve zaten kendisi de gizli faşist konumunda bulunan AKP’yi yeni savaş maceraları içine sürüklenme noktasına getirmektedir.
Bu durumda AKP yaklaşımları üzerinde de durmak ve MHP’yi engelleme veya MHP ile yakınlaşma adına geliştirdiği yeni politikaları ciddi bir biçimde deşifre edip engellemek gerekir. Üç aydır İmralı görüşmelerini durdurmuş olan AKP Hükümeti, ülkemizi yeniden bir iç savaşın içine sürüklemiş ve dış savaşın da eşiğine getirmiş durumdadır.
Halbuki PKK Lideri Abdullah Öcalan ülkeyi silahlı çatışmalardan tamamen kurtaracak bir noktaya getirmişti. Fakat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümeti bu durumu adeta elinin tersiyle itti. Bu temelde de ülkemizi yeni bir iç ve dış savaşın içine soktu.
Nitekim PKK kaynakları son dönemlerde ordunun askeri hareketlilik ve operasyonları iyice artırdığı haberlerini vermektedir. Sınır üzerindeki bombardımanlar ve her alanda askeri operasyonlar iyice artmış durumdadır. Bu çerçevede Oramar Karakolu çevresi dört saat boyunca savaş uçakları tarafından bombalanmıştır. PKK Yöneticileri tarafından bu durum “Ateşkesin bitişi” olarak ifade edilmiştir.
Dahası Suriye sınırına ordu tarafından çok ciddi bir askeri yığınak yapılmıştır ki, bu sevkiyat hala da devam etmektedir. “Suriye’de bir Kürt devletinin kuruluşuna Türkiye’nin asla fırsat vermeyeceğini” bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan açıklamıştır. Bu durum herkes tarafından Türk ordusunun Suriye’ye gireceği biçiminde yorumlanmıştır.
Kuşkusuz bu gelişmeler son derece önemlidir. AKP’nin de tıpkı MHP gibi stratejik düzeyde bir Kürt düşmanı olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Dahası küresel düzeyde çok ciddi bir enerji savaşı yaşanmaktadır. Nitekim Kuzey Suriye’de denize ulaşan bir koridorun açılmasını Türkiye yönetimi kendi enerji koridoru olma stratejik konumuna bir saldırı olarak değerlendirmektedir.
AKP’nin bir de 12 Eylül faşist-askeri rejimini “Yargılama” adı altında aklama ve düzleme çabası söz konusudur. Nitekim ölümleri yaklaşınca sözde yargılama adına Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya mahkemeye çıkartılmış, hiçbir sonuca ulaşılmadığı halde kamuoyuna bu kişilerin yargılandığı izlenimi verilmiştir. Oysa ortada 12 Eylül faşizmini yargılama gibi bir durum söz konusu değildir.
12 Eylül faşist-askeri rejimini bu biçimde temize çıkartan AKP, şimdi de 1991-1995 döneminin kirli özel savaş uygulamalarını yine yargılama adına temize çıkarma gayreti içine girmiştir. Nitekim o dönemin kontra başı Mehmet Ağar birden bire mahkemeye çağrılmış ve ifade vermiştir. Öyle ya, ne de olsa o dönemin çete başları Doğan Güreş ve Süleyman Demirel ölmüştür. Mehmet Ağar’ı yargılıyor gibi görünerek 17 bin faili devlet cinayetin üstü örtülmek istenmektedir.
Kuşkusuz bunlar ülkemizin demokratikleşmesi açısından tehlikelidir ve bu tür gizli aklama çabalarına asla fırsat vermemek gerekir. Bu tür uygulamalar AKP ile MHP’yi birbirine daha çok yakınlaştırmakta ve yeni bir milliyetçi-faşist cephe hükümetinin kurulmasının önü açılmaya çalışılmaktadır. AKP’nin de MHP’nin de gayreti bu çerçevededir. Demokratik güçler bu gerçekleri görerek böyle tehlikeli gidişe asla fırsat vermemelidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.