Bugün olası bir AKP-MHP koalisyonu kuşkusuz şekil olarak MC’yi andırıyor. Ancak çok açık ki bugünkü konjonktür kendi içinde bile parçalanmış olan egemen sınıfların tereddütsüz blok olarak desteklediği bir AKP-MHP iktidarını tarif etmiyor Haziran seçimlerinin sonuçları bir koalisyon hükümetinin kurulmasına izin verecek mi yoksa toplumsal ve siyasal aktörlerin kendi iç dinamikleri egemen sınıflarca yönetilemez hale gelip […]
Bugün olası bir AKP-MHP koalisyonu kuşkusuz şekil olarak MC’yi andırıyor. Ancak çok açık ki bugünkü konjonktür kendi içinde bile parçalanmış olan egemen sınıfların tereddütsüz blok olarak desteklediği bir AKP-MHP iktidarını tarif etmiyor
Haziran seçimlerinin sonuçları bir koalisyon hükümetinin kurulmasına izin verecek mi yoksa toplumsal ve siyasal aktörlerin kendi iç dinamikleri egemen sınıflarca yönetilemez hale gelip yeni bir seçimi mi zorlayacak? Bunu göreceğiz.
Milliyetçi Cephe (MC) hükümetleri 1960’lı yıllarla birlikte başlayan devrimci sosyalist muhalefete karşı emperyalist kapitalist blokun (tüm dünyada olduğu gibi) ezilen halk kesimlerinin karşısına çıkardığı “milliyetçi” karşıdevrimci faşist hareketin ülkemizdeki iz düşümü olarak yaşandı.
O dönemde egemen sınıflar (tekelci sermayenin ağırlıklı güç olduğu, toprak sahipleri ve tefeci-tüccar sermayesinin oluşturduğu oligarşik ittifak) blok olarak toplumsal muhalefete karşı MC hükümetlerini destekledi. CHP her ne kadar kendisini devrimci muhalefetin sistem içine çekilmesi olarak konumlandırmak istediyse de hiçbir zaman egemen sınıflar açısından tercih edilen bir parti olmadı ve hatta doğrudan hedefi haline geldi. TÜSİAD gazete ilanlarıyla kısa süreli de olsa iktidara gelen CHP’ye açıktan savaş açtı, faşistler/derin devlet doğrudan CHP yerel yöneticilerine ve hatta Ecevit’e suikastler, silahlı saldırılar düzenledi. Bu anlamıyla devrimci kitlelerle CHP kitlesi çoğu kez iç içe bir kader birliği yaptı.
1970’li yıllar ezilen halk kesimlerinin tüm dünyada olduğu gibi sosyalizme yöneldiği bir dönemi ifade ediyordu. ABD/NATO önderliğindeki emperyalist kapitalist sistem ise kapitalist ülkelerden kopmaları önlemek için bütün yeni sömürge ülkelerde milliyetçi/faşist iktidarları güçlendirmekle yetinmiyor kontrolündeki ordular eliyle açık askeri faşist diktatörlükler kurmak için darbeler tezgâhlıyordu. Ülkemizde de 12 Eylül süreci bu şekilde yaşandı.
Derin devletin organize ettiği Malatya, 1 Mayıs, Maraş vb. kitle katliamları MHP’li faşistlerin sivil halka yönelik düzenlediği saldırılarla güçlendirilerek gerici bir iç savaş ortamı yaratıldı ve askeri darbenin zemini oluşturuldu. Bugünlerde ölümünün ardından yere göğe sığdırılamayan Süleyman Demirel, faşistler bütün toplumun gözü önünde her gün cinayet işlerken “bana milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz” diyerek egemen sınıfların kendisine verdiği rolü layıkıyla yerine getirmeye çalıştı. Bir başka deyişle MC’nin o günkü koşullarda işlevi yükselen toplumsal muhalefeti bastıracak güvenlik tedbirlerini almak, egemen sınıfların lehine yasal düzenlemeleri yapmak ve darbeye kadar işi idare etmekti. Demirel’in “Türkiye yönetilemez, idare edilir” veciz sözü de esas olarak bu gerçeği ifade etmek için kullanılmış olsa gerek.
MC hükümetleri esas olarak Demirel önderliğindeki Adalet Partisi ve faşist MHP eliyle, kimi kez seçimlerin sonucu olarak kimi kez de CHP iktidarının güven oylamasıyla düşürülmesi sonucu kuruldu. Gerici Erbakan’ın liderliğindeki Milli Selamet Partisi ise çoğu kez bu ittifakı dışardan destekleyerek halk muhalefetinin ezilmesine katkı sundu.
Bugün olası bir AKP-MHP koalisyonu kuşkusuz şekil olarak MC’yi andırıyor. Ancak çok açık ki bugünkü konjonktür kendi içinde bile parçalanmış olan egemen sınıfların tereddütsüz blok olarak desteklediği bir AKP-MHP iktidarını tarif etmiyor, hatta Ortadoğu’daki sıcak gelişmeler bu bileşimi ilk tercih olmaktan çıkarıyor. Ancak önümüzdeki günlerde yaşanan gelişmeler geçici olarak böyle bir koalisyonu zorunlu kılabilir. Olası bir AKP-MHP iktidarının 70’li yıllardaki MC gibi ezilen halk kesimlerine, özellikle Kürt halkına yönelik bir saldırı hükümeti olarak organize olması son derece sorunlu görünüyor. Ancak şu da çok açık ki bugünkü sınıfsal ve toplumsal dengeler hiçbir siyasal/sınıfsal aktörün istediği gibi bir iktidar kurmasına izin vermiyor. “Başka çare yok” denilerek kurulabilecek bir AKP-MHP hükümetinin ana stratejisinin başta Kürt halkı olmak üzere bütün toplumsal muhalefet alanlarına yönelik bir saldırı politikası oluşturarak bir yandan ileriye dönük kendi toplumsal zeminlerini tahkim etmek diğer yandan parçalanmış egemen sınıfların ortak çıkarlarını temsil etme kabiliyetini kazanarak uzun süreli bir iktidar için yeniden yapılanma sürecine girmek olacağı açıktır. Kuşkusuz bu sürecin Kürt siyasi hareketi gibi son derece ciddi bir oyunbozanı bulunmakta. AKP-MHP koalisyonunun bir başka yönü ise CHP ve/veya HDP’nin toplumsal muhalefetin bileşenleriyle ortak bir “ilerici” cephenin kurulması sorunsalıyla yüz yüze geleceğidir.