Ülkemizde üzerinde en çok konuşulan, ama içeriği en az tartışılan konu devrimdir. Yanı başımızda Syriza ve Kobane fırtınaları da kopmasa, belki ayaküstü tartışmalara bile gerek duymayacaktık. Oysa darbelere ve seçim zaferlerine (DP ve AKP) dahi “devrim” denilen bizimki gibi bir ülkede bu önemli. Bir zamanlar (ve hala) anayasal haklardaki genişlemeden hareketle 27 Mayıs darbesi “demokratik […]
Ülkemizde üzerinde en çok konuşulan, ama içeriği en az tartışılan konu devrimdir. Yanı başımızda Syriza ve Kobane fırtınaları da kopmasa, belki ayaküstü tartışmalara bile gerek duymayacaktık.
Oysa darbelere ve seçim zaferlerine (DP ve AKP) dahi “devrim” denilen bizimki gibi bir ülkede bu önemli. Bir zamanlar (ve hala) anayasal haklardaki genişlemeden hareketle 27 Mayıs darbesi “demokratik devrim” diye göklere çıkarıldı. Yine, tarihimizin en faşist darbesi olan 12 Eylül’e, bir kısım devrim sempatizanları ve halktan kimseler “ihtilal” diyebildiler. AKP’nin 2007 seçimlerindeki başarısını “askeri vesayet”e son veren bir “burjuva demokratik devrim” diye yutturmaya kalkan sol liberal profesörlerin yaptıklarıysa tek kelimeyle utanç vericidir.
Yunan halkının seçim zaferini “Syriza Devrimi” demeden anmayanlar eski kargaşayı sürdürmeye devam ediyorlar. Halkımızın ve öncülerinin kendi tarihlerinde yakalayamadıkları böyle büyük bir başarıyı küçümsemek aklımızdan geçmez. Ancak, karşıt sosyal sınıflar arasında bir çeşit savaş olan devrimin dar sınırlar içerisine hapsedilmesine de itiraz etmek gerekir.
Bunu yapanlar çubuğu tersine büküp, küçük Kobane’nin büyük direnişini küçümseyebiliyorlar. Bu da yanlıştır. Çünkü, şu ya da bu toplumsal mücadelenin devrim olup olmadığı bizim isteğimize göre değil, tarih biliminin ortaya koyduğu evrensel-nesnel kıstaslara göre belirleniyor.
Sosyal devrim
Resmi tarihteki gibi “Harf Devrimi”, “Şapka Devrimi” gibi moleküler devrimler icat edilmesini geçiyoruz. Niteliksel bir dönüşüm içermeyen, sistemin içinde cereyan eden reformlara, darbelere, seçim başarılarına devrim denmeyeceği açık. Dersek alt sınıfların üst sınıfları devirmeden yaşamaya devam etmelerine rıza göstermiş oluruz.
Somut tarihsel maddi koşullara göre devrim burjuva demokratik, ulusal kurtuluş veya sosyalist devrim biçiminde gelişebilir. Politik devrimden bütünsel bir sosyal devrime doğru ilerleyebilir. Ya da tersine kısa sürmesi, zaferle taçlandırılamaması, tamamlanamaması, restorasyona uğraması da mümkündür.
Devrim genel bir belirlemedir. En kapsamlı ifadesini bir sosyoekonomik formasyondan daha üsttekine geçişte, yani sosyal devrimde bulur. Tıpkı feodalizmden kapitalist topluma, kapitalizmden sosyalist topluma geçişte olduğu gibi. Bir sosyoekonomik oluşumdan diğerine geçiş, topyekûn bir değişimle olur. Buysa toplumda politik, ekonomik, ideolojik ve kültürel bir altüst oluş olmadan olmaz. Eski ekonomik sistemin yerini yeni ekonomik sistemin, bu sisteme uygun yeni politik ve hukuki üstyapının, yanı sıra yeni bir ideolojinin, kültürün, ahlakın (vs.) alması gerekir. Devrimlerin tek ve ani bir hareketle değil, karmaşık, çatışmalı ve sancılı bir süreç gerektirmesi bundandır.
Marksizm-Leninizm’in bu yaklaşımı sonradan parlamentarizm, “üretici güçler teorisi”, Menşevizm, Avro Komünizm (vb.) tarzı çarpıtmalara uğradı. Sosyal düzenin kökten değiştirilmesine gerek olmadığı, parlamenter zaferler, reformlar, üretici güçlerdeki gelişmeler yoluyla kerte kerte sosyalizme geçilebileceği savunuldu. Her şeyi “ileriye doğru adımlar”a, daha açıkçası siyasi, ekonomik, kültürel kazanımlara indirgeyen bir anlayışla politik devrimin gerekliliği reddedildi.
Politik devrim
Eski toplumun başındaki egemen ve yönetici sınıf iktidarı vermemek, yeni toplumsal düzene geçmek isteyen devrimci sınıf(lar) ise onu yıkmak için çalışır. Kurulmak istenen yeni toplumun kalıcılığı devrimci sınıfın iktidarıyla perçinlenen bir hegemonya sürecine bağlıdır. Devrim hareketi er ya da geç bu noktada yoğunlaşır. “Her devrimin temel sorunu devlet iktidarı sorunudur” denmesi bundandır.
Politik devrim, devlet iktidarının bir sınıftan ötekine, devrimci sınıfa geçişi demektir. Lenin bunu, “Devrim eski üstyapının parçalanmasından, farklı sınıfların yeni üstyapıyı kendi yolundan kurmaya çalışan bağımsız eylemlerinden başka bir şey değildir”, şeklinde tanımlamıştır. Devrimci sınıf ya da sınıfların iktidarı ele geçirme ihtiyacı, yalnız yeni üretim tarzını kurmak veya önündeki engelleri kaldırmak için değil, restorasyonist sınıfların direncini kırmak için de gereklidir. Karşıdevrim bir kez yenik düşünce teslim olmaz, daha sinsi, daha şiddetli ve uzun mücadelelere girer.
Syriza
Syriza iktidarının ilerde iç ve dış düşmanlarıyla boğazlaşmak zorunda kalıp kalmayacağını şimdiden bilemeyiz. Bildiğimiz bir şey varsa bugüne kadar vaatleri doğrultusunda yeterli adımlar atamadığıdır. Programındaki kapitalist sistem eleştirisinin pratiğe geçirildiğine dair belirtiler henüz yoktur. Yunanistan’ın emperyalizme ekonomik-askeri bağımlılığı ve devletin sınıfsal yapısı eskiden nasılsa şimdi de öyledir. Troykanın zincirleri kırılmadığı, Yunan burjuvazisi egemenliğini sürdürdüğü müddetçe de öyle kalacaktır.
Tarihte komünist ve radikal sol partilerin seçim başarılarından bol bir şey yoktur. Ama bundan dolayı onlara devrim demek kimsenin aklına gelmemiştir. Syriza’yı devrimle birlikte anan anlayış nicel değişiklikleri, halk yararına alınmış önlemleri abartmaktadır. Bunun ardında sivil toplumcu anlayış vardır. Kapitalist toplumda siyasi iktidar ele geçirilmeden de hegemonya kurulup yeni toplumsal ilişkiler geliştirilebilir, diye düşünülmektedir.
Kobane
Kobane’de sosyalist bir devrimin ne maddi temeli ne de öznel koşulları hazırdır. Savaşanlar içinde komünistlerin bulunması bunu sağlamaya yetmez. Öyleyse Kobane’yi sosyalizmmiş gibi göstermek abartma olur.
Bununla birlikte, “bu devrim değil” deyip kestirip atmak da doğru olmaz. ML partinin yönettiği proletarya tipi devrimler dışındakileri devrimden saymayan anlayış hatalıdır. Hem, gerçek hayatta kitapta yazılana tıpatıp uyan veya cetvelle ölçülebilecek soyut bir “devrim” modeli yoktur. O zaman, böyle bir önderlik altında gelişmemiş büyük halk ayaklanmalarına, burjuva demokratik devrimlere, antifaşist savaşlara, ulusal kurtuluş mücadelelerine ne diyeceğiz?
Somut durumun somut tahlili gerekir. Ülkenin hangi tarihsel-toplumsal koşullar içerisinde bulunduğu önemlidir. Besbelli ki, Kobane ulusal baskı sistemi sonucu gelişmesi engellenmiş, aşiretçiliği aşamamış geri bir toplum yapısına sahiptir. Somut bir araştırmamız olmamakla birlikte küçük üretimin egemen olduğunu, proletarya-burjuvazi şeklinde kutuplaşmadığını tahmin edebiliyoruz. Zaten, bir halk güçleri koalisyonuna dayanması da, uluslaşma-demokratikleşme sürecinden geçtiğini gösteriyor.
Kobane bitmemiş bir devrim süreci yaşamaktadır. Konjonktürü değerlendirip Suriye rejiminin ulusal boyunduruğundan kurtulmakla kalmamış, IŞİD çetelerinin işgaline karşı yiğitçe bir silahlı direnişle topraklarını savunmuştur. Kazanımlarını koruyup koruyamayacağı, siyasi-askeri başarılarını ekonomik-sosyal dönüşümlerle tamamlayıp tamamlayamayacağı, IŞİD/Suriye/ABD karşısında bağımsızlığını sürdürüp sürdüremeyeceği zamanla görülecektir. Yine de farklı etnik ve dini grupların eşit yurttaşlık temelinde bir arada yaşayabilmeleri, IŞİD’in şeriat dayatmasına karşı seküler yaşamın korunabilmesi, kadınların görece özgürleştirilmeleri başarı hanesine yazılmalıdır.
Kobane direnişi ne tek başına bir olay ne de tek hamlelik bir mücadeledir. Kürt meselesinin Suriye, Irak, Türkiye ve İran’da alacağı boyutlara ve emperyalizmin Ortadoğu’da atacağı adımlara göre kartlar her defasında yeniden karılacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.