7 Haziran 2015 ile birlikte Türkiye siyasi tarihinde yeni bir dönem başlayacak. Bu dönemi yeni yapan, AKP’nin Recep Tayyip Erdoğan’dan başka ilk kez halk tarafından seçilmiş bir lideri ve muhtemelen ülkenin de aynı özelliklere sahip yeni bir Başbakanı olması. Erdoğan’la aynı meşruiyet zeminine sahip başka bir ismin ilk kez gerçekleşecek olan liderliği, baskıcı tutumu nedeniyle […]
7 Haziran 2015 ile birlikte Türkiye siyasi tarihinde yeni bir dönem başlayacak. Bu dönemi yeni yapan, AKP’nin Recep Tayyip Erdoğan’dan başka ilk kez halk tarafından seçilmiş bir lideri ve muhtemelen ülkenin de aynı özelliklere sahip yeni bir Başbakanı olması. Erdoğan’la aynı meşruiyet zeminine sahip başka bir ismin ilk kez gerçekleşecek olan liderliği, baskıcı tutumu nedeniyle Erdoğan’ın şahsından ayırt edilemez hale gelen bu parti için yeni bir dönem demektir. Aynı zamanda, 13 sene içerisinde siyasi argümanlarının neredeyse hepsini tüketmiş ve demokratikleşmeyi açtığı paketlerle gerçekleştiremeyerek otoriterleşmiş bu partinin iktidarı, eskisinden önemli ölçüde farklı olacağa benziyor. Haziran 2015 ile birlikte bildiğimiz AKP’nin sonuna yaklaşıyor, yeni bir döneme; post-AKP dönemine giriyoruz.
Tempus interregnum
Türkiye siyasi tarihine adım attığı günden bugüne AKP, zamanla Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsıyla özdeşleşti. Erdoğan’ın üç dönemlik başbakanlığı sırasında, herhangi bir milletvekilinin aykırı görüş beyan edemediği, Milli Eğitim’den İçişleri’ne; Sağlık’tan Turizm’e bakanların kendi bakanlıklarıyla ilgili açıklama yapamadıkları, başbakan yardımcılarının açıklamalarının ise Erdoğan tarafından tekzip edildiği bir parti haline geldi. Bugün AKP’nin elinde Türkiye’nin otoriterleşmesi, eş zamanlı olarak iktidar partisinin kendisinin de “tek adam” elinde araçsallaşması ile oldu. AKP’nin 2014 yerel seçimleri için hazırlattığı propaganda şarkısını unutmak mümkün mü?[1] Şarkı partiye ait değil, sadece ve sadece Erdoğan’a aittir; şarkı Parti’yi değil, Erdoğan’ı övmektedir ve de bu şarkıyla AKP seçimlere bir parti olarak değil; AKP seçimlere Erdoğan olarak girmektedir. Bu nedenle Çandar’ın[2] soru işareti bırakarak dile getirdiği noktayı, olumlayarak yanıtlamakta bir engel yoktur: Hükümete ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’na karşı sorumlu olması gereken ekonomi ve Merkez Bankası’nın artık Cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın arzusuyla faiz oranlarını belirleme çabasının, yurt dışındaki Cemaat okullarıyla ilgili kararın Milli Eğitim Bakanlığı ve hükümetten evvel Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Somali’de alınmasının ve de Davutoğlu’nun 14 Ocak’ta “şu andan itibaren geçerlidir” diyerek açıkladığı Şeffaflık Paketi’nin Erdoğan tarafından revize edilmesi ve uygun görülmeyerek ertelenmesinin[3] gösterdiği üzere AKP, tek lidere ve onun yönetimine aracılık etmekten daha öncelikli bir misyonu olmayan bir parti haline gelmiştir. İşte böyle bir partiye Haziran 2015’te halk tarafından ilk kez yeni bir lider ve ülkeye de muhtemelen yeni bir Başbakan seçilecek.
Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduktan sonra eski Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Başbakan olarak atandığı Ağustos 2014-Haziran 2015 arasındaki 10 ay, bir interregnum dönemidir; bir iktidarın görevi sonlanmış ancak yeni bir iktidar henüz tesis edilememiştir. Davutoğlu, Haziran 2015’de otoritesini tesis edecek yeni hükümete kadar geçen ara dönemde devlet işlerini idare etmekle görevlendirilmiştir. Başbakan olarak iç siyaseti ve ekonomiyi, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bürokratların hazırladığı metinleri okuyarak; aldıkları kararları halka ilan ederek idare etmektedir. Başbakan Erdoğan’la ilişkisi için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e “Çankaya’nın tasdik memuru” denilmişti. Günümüzde mevkiiler değişmiş olmasına rağmen Erdoğan ve muhatabı arasındaki ilişki aynı kaldı. Şimdi de Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tasdik memurluğunu yapmaktadır. Bu haliyle de siyasi tarihimizin gördüğü en zavallı figürlerden biridir. Meşruiyetinin kaynağı ve de hükümetinin karar mercii Recep Tayyip Erdoğan’dır. Erdoğan aynı zamanda Davutoğlu için bir imago’dur; konuşma tarzı ve üslubuyla kendisini Erdoğan’a benzettikçe, kendisini bir Erdoğan taklidi olarak koydukça gerçekliğini yitirmekte; sureti aslına referans veren bir görüntüye, salt bir imaja dönüşmektedir.
Seçimler bu interregnum dönemine son verecek; devleti yönetme gücü Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan seçilmiş Başbakan’a geçeceği için değil; seçilmiş Başbakan, yönetme yetkisini Anayasa değişikliğiyle Cumhurbaşkanı’na sunup, yeni bir regnum yaratacağı için.
AKP’nin Anti-Siyaseti
AKP’yi nasıl bilirdiniz? 2002’de iktidara gelen AKP, Milli Görüş hareketinden bir kopuştu; kendini merkez sağ çizgisinde, muhafazakâr demokrat olarak tanımlıyordu. Bu kimlikle devlette bir dizi reform yaptı. Üniversitelerde başörtüsü serbestisi, 15 yaş öncesi çocuklara Kur’an kursuna gitme serbestisi, imam hatip ortaokullarının açılması, örgün eğitimde zorunlu İslam derslerinin sayısının arttırılması, örgün öğretim veren şehir merkezlerindeki okulların kapatılıp, bu binaların imam hatip okullarına tahsisi, kamu çalışanlarına ve milletvekillerine başörtü serbestliği bu gelişmelerden sadece bir kısmı. Diğer kısmını ise İslam’ın ahlak değerlerinin, kadına ve aileye bakış açısının övülmesi ve devlet tarafından desteklenmesi; kadınların iş gücünden çekilip eve kapatılmaya teşviki; Necip Fazıl Kısakürek ve Adnan Menderes gibi muhafazakâr şahsiyetlerin övülmesi ve onlar adına belgesel ve hatta televizyon dizileri, anma törenleri yapılması oluşturuyor. “AKP’nin hegemonya projesi” olarak adlandırılabilecek olan bu unsurlar için en başından itibaren ne derece muhafazakâr, ne derece İslamcı nitelemesi doğru olur, bu soruyu bir kenara bırakarak meseleye gelelim: 13 sene zarfında AKP bütün bunları yaptı ve artık kendini tanımladığı muhafazakârlık sınırları içinde İslam’a ve İslami değerlere getirilebilecek serbestinin sınırlarına gelindi.
Hem son Erdoğan hükümeti hem de Davutoğlu hükümeti, aktörleri ve içerikleri farklı olan ve çözüm üretmeleri beklenen birçok sorunla; cevaplanması gereken birçok soruyla karşı karşıya kaldı. Ancak AKP, bu sorun ve sorulara muhafazakâr çözümler öneremez; siyaset geliştiremez haldedir. Gezi protestoları nasıl yatıştırılacak? Sosyal medya neden yasaklanıyor? Sınırda durdurulan MİT tırları nereye/kime gidiyordu? Soma’da ve Ermenek’te yaşanan maden kazalarının suçlusu kimdir? Büyük şehirlere akın eden Suriyeli göçmenler nerede kalacak? Doların Türk Lirası karşısında yükselişi nasıl önlenecek? 17 Aralık Yolsuzluk Soruşturması’nda adı geçen dört eski bakanın akıbeti ne olacak? Dış politikadan ekonomiye kadar geniş bir dağılıma sahip bu gibi toplumsal sorunlar karşısında muhafazakâr siyasi kimlik tıkanmış, tükenmiş durumdadır.
AKP’nin bütün bu sorulara içi boş, ne anlattığı belirsiz tek bir cevapla karşılık verdiğini görüyoruz: Gerekenler yapılacaktır. Ertuğ Tombuş’un belirttiği üzere, daha azının ya da çoğunun değil, sadece gerekli olanın gerekli olduğu kadar yapılacağı bu konular devletin güvenliği, düzeni ve devamlılığı ile ilişkilendiriliyor; yahut, devletin güvenliği, düzeni ve devamlılığına karşı bir tehlike oluşturan hassas mıntıkaya çekiliyor. Konu, tehlikeli ve bir güvenlik sorunu olarak mimlendiği için de söyleyeni daha fazla açıklama yapmak, gerekçe göstermek ya da siyaset üretmek zorunluluğundan kurtarıyor.[4] Böylelikle AKP için karşılaşılan sorunların hemen hemen hepsi “devlete karşı bir tehdit”, “rejime karşı bir darbe”, bir “provokasyon”; bir “komplo” oluyor. Kobane protestoları “8 Ekim provokasyonudur”; Gezi protestoları ve 17 Aralık bir “darbe girişimidir”; üniversite öğrencileri “dış mihraktır”, “örgüt üyesidir”.[5]
Siyasi, ekonomik ya da sosyal sorunları güvenlik meselesine dönüştürmek ya da gerekeni yapmak, bir yandan Parti’nin muhafazakâr siyasetinin tükenmişliğini gösterirken, diğer yandan bu tükenmişliği yeniden üretiyor. Adı üstünde siyaset değil gereken yapıldığı için bu taktik, gerekeni yapanın siyasetini savunmasına ket vuruyor. Hatırlayalım, AKP’ye göre başörtü serbestisi İslamcı bir siyaset değildir. İçki satış kısıtlamaları muhafazakâr bir özelliğe sahip değildir. Devlet kurumlarının özelleştirilmesi neoliberal siyaset değildir. Kürt açılımı Kürtçü bir siyaset değildir. Kimse polisin yetkilerinin arttırılmasının güvenlikçi bir siyaset olduğunu söyleyemez. Kimse sosyal medya yasaklarının otoriter siyaset olduğunu söyleyemez. Buna göre AKP’nin izlediği siyasetin İslamcı, muhafazakâr, neoliberal, güvenlikçi, otoriter ya da Kürtçü olduğunu savunanların hepsi ama hepsi ve de eş zamanlı olarak yanılmaktadırlar. Hâlbuki AKP’nin bütün politikaları artık sadece gerekli oldukları ya da milli irade öyle gerektirdiği için yapılmaktadır; yapılırken de AKP’yi kendini siyaseten savunmaktan mahrum bırakır.
Bu tükenmişlik post-AKP döneminde siyasal İslam’ın yükselişiyle çözülebilir. Erdoğan’ın Mısır’da Müslüman Kardeşler’e verdiği açık ve IŞİD’e verdiği örtük destek, İslam ülkelerinin lideri olarak kendine biçtiği misyon, Kürt sorunun çözümünde “din kardeşliğinin” etkinliği ve dünya çapında konjonktürel olarak güçlenen Selefilik, radikal İslamı önümüzdeki dönemde Türkiye siyasetini belirleyebilecek akımlardan biri yapıyor.[6] Bu akımın güçlenmesi, AKP’nin kendisine demokratik İslam gibi yeni bir kimlik vermesinde zorlayıcı bir güç olabilir. İşte o zaman, mesela, faiz oranlarını indirmesi için Merkez Bankası’na emir vermekten vazgeçilip, İslam’ın haram kıldığı faizin kaldırılması için adım atılabilir; yahut, fıtratlarında ölüm olan iş alanlarında iş güvenliği tedbirleri yasalarla hafifletilebilir; yolsuzluğun hırsızlık olmadığı Türk Ceza Kanunu’nca düzenlenebilir. Parti’nin şimdiden tartışmaya açtığı kız ve erkek öğrencilerin eğitimlerinin ayrılması ve ilköğretimde başörtüsü serbestisinin kurallaştırılmasını da bu bağlamda düşünebiliriz. Ancak demokratik İslam vari bir kimlik yenilemeye giden yol hiç de şiddetten azade değil. Bugün bu yolun otoriter konaklama evresindeyiz.
Öte yandan, AKP’nin yavaş yavaş kaymaya başladığı totaliter siyaset, karşı karşıya gelinen toplumsal sorunların ve bu sorunların aktörlerinin siyasi niteliklerinin reddiyle kol kola yürümektedir. Buna göre (AKP’nin söylemiyle konuşacak olursak) Gezi protestoları, çevre sorunu ve kent hakkıyla ilgili değildir; Kobane protestoları Kobane ile ilgili değildir; yolsuzluk kasetleri yolsuzlukla ilgili değildir; Soma maden kazası protestoları Soma maden kazasıyla ilgi değildir; Berkin Elvan’ın kayıp davasını protesto edenlerin derdi Berkin Elvan değildir. Bu protestoların hepsi, sorun alanlarını “bahane etmektedir”, asıl amaçları ise hükümete “darbe yapmaktır”. Toplumsal sorunları güvenlik sorunu haline getirme taktiği, açıktır ki, muhalefetin siyaset yapma hakkının gaspıdır. Bu gasp, bugün kimsenin rahmetle anmadığı Margaret Thatcher’in 5 Mart 1981’de Belfast’ta, Maze Hapishanesi’nde tutulan IRA mahkûmlarının siyasi statü talepleri için başlattıkları açlık grevi bağlamında söylediği sözleri hatırlatıyor: Siyasi cinayet, siyasi bombalama ya da siyasi şiddet diye bir şey yoktur; sadece cezai cinayet, bombalama ve şiddet vardır.[7] Bu ret, bu inkâr AKP’nin söyleminde de açıkça görülür. AKP için siyasi yürüyüş, siyasi protesto ve siyasi şiddet diye bir şey yoktur; sadece cezai yürüyüş, protesto ve şiddet vardır. Muhalif siyasetlerin tümünü reddederek AKP aslında, kendi yönetimi altında toplumun geçirdiği değişimi reddeder. Hayır, gördüklerinizin ve de duyduklarınızın aksine toplum AKP’ye başkaldırmıyor; hala onu destekliyor. Hayır, toplum AKP’den rahatsız değil; memnun. Hayır, ülkenin hiç bir yerinde siyasi hiç bir gerilim yaşanmıyor; milli birlik ve beraberliğimiz bozulmuyor. Netice itibariyle toplum, AKP’nin avuçlarından kayıyor. Parti ise onu yakalamaya çalışmak yerine, toplumla ve de gerçeklikle arasına mesafe koyuyor.
Bu mesafeye delalet eden fenomenlerden biri, hemen şu an gözümüzün önünde vuku buluyor. 2002’de AKP, Anadolu Kaplanları’nı, büyüyen MÜSİAD’ı, tüccar ve fabrikatöre dönüşen esnafı ve daha da önemlisi, içine doğduğu kültürel ve ahlaki değerlerin iktidara dönüştüğünü gören; dolayısıyla hiçbir çaba harcamadan ve eylemde bulunmadan siyasileşebileceğini fark eden, bir anda kendini siyasetin bilgisine haiz bulan ve okuduğu “hayat okulunu” kolaylıkla “siyaset okulu” olarak sunabilen vasatı temsil ediyordu. Üniversite diploması şaibeli ama belediyecilik geçmişinin taçlandırdığı siyasi ehliyeti tam olan Erdoğan bu tabloyu tamamlayan bir liderdi. Erdoğan’ın yanında yer alan kadroların büyük çoğunluğu, kendisiyle İstanbul Belediyesi’nde çalışmış arkadaşlarıydı. Bu kadro belediye başkanı oldu, milletvekili oldu, bakan oldu. Kısacası Erdoğan, belediyeyi yönettiği bürokrat ve memurlarla ülkeyi yönetti.
2014’de ise AKP’nin Genel Başkanlığı’na Erdoğan’ın yol arkadaşlarından biri değil, bir akademisyen olan Davutoğlu getirildi. Davutoğlu’yla beraber AKP’den ve başbakanın çevresinden eski partililer kayboldu; yerlerini akademisyenler ve bürokratlar doldurdu. Eski YÖK Başkanı ve İstanbul Şehir Üniversitesi’nin eski rektörü Gökhan Çetinsaya Başbakan Müşaviri oldu. Başbakanlık danışmanlığına Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’nın direktörü Taha Özhan, Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Vedat Bilgin, Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Emine Nur Günay geldi. Dahası, Davutoğlu ilk icraatlarından biri olarak akademisyenlerin maaşlarını iyileştirdi. Haziran 2015 seçim sürecinde ise milletvekili olmak için görevlerinden istifa eden bürokrat ve akademisyenlerin sayısında rekor kırıldı. Yukarıda adı geçen Davutoğlu’nun bütün danışmanları milletvekili olmak için istifa etti. Tunceli Üniversitesi rektöründen İstanbul Üniversitesi rektörüne, Şırnak Üniversitesi rektöründen Galatasaray Üniversitesi rektörüne rektörler, dekanlar, profesörler milletvekili olmak için görevlerini bıraktılar.[8] Bu manzara, önümüzdeki dönemde AKP’de milletvekillikleri, danışmanlıklar, belediye başkanlıkları gibi alanlarda akademisyenlerin yığılma yaşayacağına işaret ediyor. Bu durum AKP’nin sokaktaki vasatın partisi olma niteliğini şimdiden bitirmiştir. Öyle ki, Bolu’nun pazar esnafından Adalet Karadayı AKP’den milletvekili olmak için başvuru yaparken, “milletvekilleri arasında esnafın da bulunması gerektiği” yönündeki düşüncesini açıklama zaruriyeti hissetmiştir.[9] AKP’nin “hayat okulunu” değil, diploma veren okulları bitirenlerin partisi olma yönünde ilerleyişi ise, partinin temsil gücünde sınıfsal bir değişim demektir.
Anti-siyaset ve devletin güvenliğine yapılan vurgu, AKP’nin devletle kurduğu ilişkinin birer yansımasıdır. AKP ve devlet arasındaki ilişkinin nasıl değiştiği ise yazının ikinci bölümünün konusu.
Sözü Dost Doğru Yoktur Riyası, Zalimlerin Korkulu Rüyası,
İnandığı Yolda Giden, Yıllardır Beklenen Lider ‘Recep Tayyip Erdoğan’
[2] Cengiz Çandar , 05.02.2015, “AKP’^nin Değişen Kimliği, ‘Yeni’ Misyonu”, Radikal, www.radikal.com.tr
[3] Erdoğan’dan Davutoğlu’na Müdahale Geldi, 06.02.2015, Radikal, www.radikal.com.tr
[4] Tombuş, H. E. (December, 2014), “Erdoğan’s Turkey: Beyond Legitimacy and Legality”, Vol. III, Issue 12, pp.40-52, Centre for Policy and Research on Turkey (ResearchTurkey), London, ResearchTurkey, www. researchturkey.org/?p=7523
[5] Ezgi Başaran, 06.02.2015, “Tüm Zamanların En İyi AKP’yi Anlama Klavuzu”, Radikal, www.radikal.com.tr
[6] Tanıl Bora (Temmuz-Ağustos 2014), “Ruşen Çakır’la Söyleşi: ‘İslamcılık, Artık Sistemin Merkezinde’ ”, Birikim, Sayı: 303/304, s.51. Çakır’ın sözleri tam olarak şöyle: “Tayyip Erdoğan sonrası post-Erdoğan döneminde Türkiye kaotik bir ortama girerse bu ortamın bir yerinde mutlaka radikal İslamcılık olacaktır”. Bugünden görünen ise şu: Recep Tayyip Erdoğan dönemi (ömrü vefa ederse) AKP’den daha uzun sürebilir. Zira Parti, Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi liderliği için Parti çıkarlarını ve Parti’nin saygınlığını geri plana itmeyi çoktan göze almış durumda. Hatta Genel Başkan Davutoğlu, başkanlık sistemiyle kendi liderliğinden Erdoğan lehine feragat etmeye gönüllü. AKP’nin Erdoğan için değişmeye müsait eğilimi nedeniyle post-Erdoğan döneminden değil de post-AKP döneminden bahsetmek şu an için daha anlamlı. Yine bu nedenle bir istikrarsızlık durumunda radikal İslamın doğacağı ortam, post-AKP ortamı olacak.
[7] www.margaretthatcher.org/document/104589. 1981 İrlanda açlık grevi; ara seçimlerde Boby Sands’in hapishaneden parlamentoya seçilmesiyle devam eden bir süreçtir. Aynı yıl, IRA mahkumlarının talep ettikleri beş hak da kabul edilmiştir. Ancak Sands, parlamentodaki görevine başlayamadan hayatını kaybetti.
[8] Bu isimler ve diğer istafalar için bakınız www.sozcu.com.tr/2015/gundem/secim-istifalari-tamam-739461/
[9] “6 bin kişi AKP’den milletvekili aday adaylığı kuyruğuna girdi”, 21.02.2015, Radikal, www.radikal.com.tr
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.