Güzel atlarına binip giden o güzel insanlar gene geliyorlar. Gitarlarıyla, davullarıyla, trampetleriyle geliyorlar. Bu kez gelenler gitmemek üzere geliyorlar haberiniz ola. Kemanlarıyla, kemençeleriyle, flütleriyle, kavallarıyla geliyorlar. Alet çantalarında türkü var, şiir var, aşk var. Haritalarında sınır yok. Pusulaları badem çiçeklerini gösteriyor, gelincikleri, deve dikenlerini. Ne oldu, nasıl oldu, neden oldu anlamadım ama çok kalabalık geliyorlar. […]
Güzel atlarına binip giden o güzel insanlar gene geliyorlar.
Gitarlarıyla, davullarıyla, trampetleriyle geliyorlar.
Bu kez gelenler gitmemek üzere geliyorlar haberiniz ola.
Kemanlarıyla, kemençeleriyle, flütleriyle, kavallarıyla geliyorlar.
Alet çantalarında türkü var, şiir var, aşk var.
Haritalarında sınır yok. Pusulaları badem çiçeklerini gösteriyor, gelincikleri, deve dikenlerini.
Ne oldu, nasıl oldu, neden oldu anlamadım ama çok kalabalık geliyorlar.
Saçlarıyla, sakallarıyla, deniz kabuğundan küpeleriyle geliyorlar.
Kimler mi geliyor?
Sinop’tan Cemre, Trabzon’dan Tayfun, Kastamonu’dan Mertkan, İzmit’ten Deniz.
Konumuz Vicdandı.
Vicdan nedir? Nasıl oluşur? Nasıl gelişir?
Bunca dehşetin yaşandığı bir zamanda sınıfta vicdandan söz etme gereği duymuştum.
Arkadaşlar; Vicdan insanın görgü ve bilgileriyle kendini yargılama yetisidir.
Vicdan hata ve doğrunun sınırını belirleyen, uyumak bilmeyen, kişiyi her an, her yerde izleyen, kişinin niyetlerine göre yargılarda bulunan bir hâkimdir.
Agnes Heller’e göre, “Bazı insanların vicdanı vardır, içleri acır; sessiz kal(a)mazlar, görmezden gel(e)mezler. Yol ayrımlarında tereddüt etmezler, bir kişilik edinme kaygısı güderler, sürüklenmezler, tavır alırlar. Hayatlarının merkezinde bir tek kendileri yoktur, ötekini içerme bilgisini edinmek için çaba gösterirler, yorulurlar. Uçurumun kenarında yaşarlar.”
Mohandas Karamçand Gandi derki; “Bizi yok edecekler şunlardır: ilkesiz siyaset; vicdanı sollayan eğlence; çalışmadan zenginlik; bilgili ama karaktersiz insanlar; ahlâktan yoksun bir iş dünyası; insan sevgisini alt plana itmiş bilim; özveriden yoksun bir din anlayışı.”
Ernesto Che Guevara şöyle söylemiş: “Daima gerçekleri savun. Takdir eden olmazsa bile, vicdanına hesap vermekten kurtulursun.”
Sınıfta tam bir sessizlik. Birden sınıfa daldılar.
Beşiktaş’tan Aslı, Tekirdağ’dan Akın, Pendik’ten Emir, İzmir’den Özlem, Bursa’dan Kutsal, Konya’dan Burak, Adana’dan Bilge, Eskişehir’den Ramadan, Aydın’dan Bestem, Kıbrıs’tan Fatih, Bursa’dan Ayça.
Ellerinde davullar, trampetler, kavallar, gitarlar, bağlamalar, kemaneler, flütler.
Arkadaki boş bir sıraya oturdum ve gelenleri izliyorum.
Neden bilmem ama bir doluktum ki.
Güzel atlarına binip giden güzel insanların dönüp geldiklerini duyumsamak ne güzel.
Gençlerin gözlerimi görmesinin coşkumdan değil de duygusallığımdan olabileceği endişesiyle “kapatın artık bu müziği” diyebildim.
Arka sıralardan bir kız elindeki defter sayfasını gözlerine götürdü.
Öndeki çaktırmadan arkaya gitti. Suel sakızını yedi, Buket ellerini dizine koydu.
Kimse bana bakmıyor. Kimse gözlerini gösteremiyor. Gözleri dolu, gözleri, gözleri, gözleri!
“Hocam ağlamamak için kendimi zor tuttum” dedi.
Kadınlı erkekli bir sınıfın gözleri doğayı korumak için yapılan bir müzikle böylesine ağlamaklı oluyorsa bu ders bitmiştir.
Alet çantaların da türkü var, şiir var, aşk var. Heybelerinde Vicdan.
Zil çaldı biliyorum ama bir kez daha anımsayalım;
Son söz “İradene hâkim ol, fakat vicdanına esir ol” demiş Aristo
Sadece akıl ve mantıkla hareket etme; içine duygu, vicdan ve insaf da kat.
Ne demişti Che?
“Daima gerçekleri savun. Takdir eden olmazsa bile, vicdanına hesap vermekten kurtulursun.”
O güzel atlarına binip giden o güzel insanlar geri geliyorlar.
Alet çantalarında akıllarıyla, zekâlarıyla, vicdanlarıyla, gülmeceleriyle geliyorlar. Akın akın, gürül gürül geliyorlar.
Göz kapaklarımızı zorlayan yaşlar kahkahamızın öncüleridir haberiniz olsun.