Kadına karşı şiddetin yaşamın neredeyse doğal bir parçası haline geldiği ve normalleştiği bir dünyada yaşıyoruz. Her gün katledilen kadınların trajik-tüyler ürperten hikâyelerini dinliyoruz. Kadınlar, Kadın hareketleri ve toplumun büyük bir kesimi insanlık dışı bu vahşete karşı isyan halindedir. Hiç kuşkusuz bu tepkiler ve isyan hali anlamlı ve değerli olmakla birlikte ne yazık ki kadın trajedilerini […]
Kadına karşı şiddetin yaşamın neredeyse doğal bir parçası haline geldiği ve normalleştiği bir dünyada yaşıyoruz. Her gün katledilen kadınların trajik-tüyler ürperten hikâyelerini dinliyoruz. Kadınlar, Kadın hareketleri ve toplumun büyük bir kesimi insanlık dışı bu vahşete karşı isyan halindedir. Hiç kuşkusuz bu tepkiler ve isyan hali anlamlı ve değerli olmakla birlikte ne yazık ki kadın trajedilerini köklü bir biçimde aşmada kendi başına bir yeterlilik göstermiyor. Kadın kırımı artık öyle bir noktaya gelmiştir ki, kadınların ataerkil devlet sistemini, iktidarların politikalarını ve egemen erkek yaklaşımlarını eleştirmeleri, teşhir etmeleri, bunlara eylem ve yürüyüşlerle tavır koymaları ve isyan etmeleri yalnız başına yeterli olamıyor. Bu tepkiyi yükselterek sürdürmekle birlikte daha fazla ileriye giderek yaşamın en küçük hücresinden başlayarak örgütlenmek ve kadının özsavunmasını geliştirmek en temel ihtiyaç durumundadır.
Özsavunma derken sadece yalnız başına bir silahlı güç örgütlenmesinden bahsetmiyorum. Şüphesiz Rojava deneyiminde YPJ örneğinde yaşandığı gibi bu da çok önemlidir. Bununla birlikte kastettiğim şey esas olarak; siyasi, sosyal, ekonomik vb tüm yaşam sahalarında kadının özsavunma bilinci ve anlayışıyla kendisini örgütlemesidir. Örneğin demokratik siyasetin geliştirilmesi ve demokrasinin toplumsallaştırılması kadın açısından en büyük güçtür ve özsavunmadır. Şu bir gerçektir ki en az özgür kadın çalışması ve mücadelesi kadar, erkeğin de demokrat, özgürlükçü bir zihniyet ve karakter kazanması bir o kadar önemlidir. Demokrat, özgür ve özgürlükçü bir erkek karakteri ortaya çıkmadan, toplum demokratikleşmeden, demokratik siyaset ve demokratik sistem inşa edilmeden kadın katliamlarının son bulması mümkün değildir. Bunun da ancak kadının öz örgütlülüğü, öz mücadelesi ve özsavunmasıyla gelişebileceği bir gerçektir. Kadınsız demokrasi, kadınsız özgürlük olmaz. Demokrasi, eşitlik ve özgürlük, kadının mücadelesiyle ve örgütlenmesiyle direkt bağlantılıdır. Kürdistan’da Özgür Kadın Hareketi’nin, Türkiye’de Feminist Hareketlerin verdiği mücadele ile ulaşılan önemli bir düzey vardır. Yaşanan kadın katliamlarına karşı hemen aynı gün binlerce, on binlerce kadının sokaklara dökülmesi bu değerli mücadelenin bir sonucudur. Yine bugün HDP, HDK, DBP, DTK, HDP ve DBP belediyelerinde, yine bazı sol partiler ve birçok sivil toplum kurumlarında uygulanan eşbaşkanlık sistemi de bu mücadelenin en güçlü kazanımlarından biridir. Bu sistem siyaset sahasında ve toplumda erkeğin egemen zihniyetini değiştirmede ve demokratik kılmada çok önemli bir rol oynamaktadır. Eşbaşkanlık sisteminin egemen erkeğin ve sistemi devletin, kadına yaptığı büyük haksızlığı, adaletsizliği, eşitsizliği, özgürlüksüzlüğü aşmada çok radikal bir demokrasi hamlesi, özgür ve demokratik bir yaşam projesi olduğu açıktır. Erkeğin bireyci, tekçi, iktidarcı, egemen zihniyetini kırmada, erkeğe kadınla özgür ve eşit yaşamayı kabul ettirmede en güçlü demokratik adım olduğu bir gerçektir. Bu sistemin işlevsellik kazanması ve doğru pratikleşmesi kadın açısından çok önemli bir özsavunma durumudur. Kesinlikle egemen erkeğe ve ataerkil sisteme karşı eleştiri ve mücadelenin en güçlü anlam bulacağı ve sonuç alacağı alanlardan biri de burasıdır. Türkiye, kadın katliamlarının en fazla yaşandığı ülkelerden biridir. Katliam olgusunu dar anlamda fiziki bir ölüm-öldürme olayı olarak da ele almamak lazım. Kadının nesneleştirilmesi, reklam aracı olarak kullanılması, metalaştırılması, emeğinin değersizleştirilmesi, kadının salt çocuk doğurma ve nesli çoğaltma aracına indirgenmesi, kadın katliamlarının en korkunç biçimlerindendir. Kadını yok sayan ve yok eden, yaşamın anlamını, coşkusunu ve sevincini tüketen bu lanet kaderi değiştirmenin en etkili yolu yine hiç şüphesiz kadının örgütlenmesi ve örgütlü iradesiyle mücadele etmesidir. Kadın açısından örgütlenme ve birlik olma en güçlü özsavunma biçimidir. Türkiye’de özellikle AKP iktidarı sürecinde kadın katliamlarında %1400 ve hatta bu sayının da üstünde bir artıştan bahsediliyor. Bu sonuç kadının ve dolayısıyla toplumun içinde bulunduğu travmatik durumu çok çarpıcı bir biçimde özetliyor. Bunalım yüklü, dengesini yitirmiş, nihilizmin dehlizlerinde kaybolmuş koca bir insan kalabalığı olarak karşımıza çıkıyor. İnsanı insan, toplumu toplum yapan temel şeyin ahlak, kültür, sanat, dil, duygu, hayal, anlam ve kısacası maneviyat olduğunu biliyoruz. Bu manada şu anda toplum büyük bir anlam ve maneviyat yitimi yaşamakta ve dolayısıyla toplumsallığını yitirmektedir. Maneviyatın bittiği bu nokta her gün bin bir biçimde öldürülen ve katledilen kadının şahsında gelinen çok ürkütücü bir noktadır. Bu öyle bir nokta ki insanlığın bitiş alametlerine işaret ederken gezegenimizin saptığı tehlikeli gidişata da dikkat çekmektedir.
Son 12-13 yılda kadın cinayetlerinde bu kadar büyük bir yükselişin yaşanması AKP’nin kadın politikasıyla doğrudan bağlantılıdır. AKP baştan aşağı erkek egemen bir partidir. Dili, söylemi ve eylemi son derece cinsiyetçi ve şiddet yüklüdür. Egemen erkekliğin en yoğunlaşmış halini ifade eden AKP’nin Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak tek tek tüm yetkililerine kadar kadının bedeniyle, giyimiyle, hareket biçimiyle bu kadar uğraşmaları kadın katliamlarına bir davettir, çağrıdır.
Kadının kürtajıyla, kaç çocuk yapacağıyla uğraşan bir iktidar kadın katliamlarının ortamını zaten hazırlamaktadır. “Kadının fıtratında eşitlik yoktur. Kadının en önemli kariyeri anneliktir” diyen bir zihniyet kadın katliamcı bir zihniyettir. Vahşice cinayet işleyen erkekler bu zihniyetin birer türemeleridir. Cinayeti işleyenler ne kadar suçlu ise belki bunun on katı bu canileri ortaya çıkaran zihniyet suçludur. Tüketilen, öldürülen kadınla biten bir insanlık yeniden dirilecekse ve yaşayacaksa eğer; bu, kadının özgürce var olmasıyla olacaktır. Cinsiyetçilik üreten kadın karşıtı zihniyet ve bu zihniyetin ürettiği anti demokratik politikalar son buldukça kadına da özgürce bir yaşam alanı açılacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.