Bir siyasetçinin esip gürlemesiyle başka birileri felsefe yapacaksa, yapsınlar o zaman ne diyelim, milli irade rızası için
Bir siyasetçinin esip gürlemesiyle başka birileri felsefe yapacaksa, yapsınlar o zaman ne diyelim, milli irade rızası için
Gericilerin tarihteki ideologu Gazali’nin Felsefenin Tutarsızlığı adlı kitabına Tutarsızlığın Tutarsızlığı’nı yazarak cevap veren ünlü filozof İbn Rüşd’den başkası değildir.
AKP’lilerin tahrik gücü yüksek fakat tesiri kısa süren demeçleri gündemden düştüğünde, üzerine söz söylemek için biraz geç kalınmış oluyor. Ama nasıl olsa bir ara yeniden ısıtırlar, ben notumu düşeyim. Hem, meseleyi popülist sostan arındırıp, aklıselimle tartışma yürütmek, niyeti üzüm yemek olanlar açısından kayda değer olabilir.
Hatırlarsınız, reis-i cumhur Türkçe ile felsefe yapılmaz buyurmuş idi. Osmanlıca diye Türkçeden ayrı dil olmadığını -medya sağolsun- Recep Tayyip hariç herkes öğrendi herhalde. Lakin Türkçenin bilim ve felsefe dili olarak geliştirilmesi ayrı bir önem taşıyor. Uzmanlarınca filoloji, linguistik, felsefe disiplinleri temelinde detaylı bir şekilde ele alınabilir. Benim derdim birkaç noktayı vurgulamak… Mesela “efradını cami, ağyarını mani” diye bir tabir var, bir tanımın nasıl yapılması gerektiğine dair bahsi edilen. Efradını cami, tanımın tanımlanan şeyin unsurlarını tam olarak kapsaması, dahildeki olguları tüketerek eksik bir yön bırakmaması anlamına gelir. Ağyarını mani ise, tanımın hariçteki olguları dışarıda bırakmasıdır. Burada, Osmanlı döneminde Aristocu mantık çokça öğretilmiş bir alan olduğundan, o dönemin dilinde geliştirilmiş bir ifadeyle karşılaşıyoruz. Benim aklıma, efradını cami olma durumuna en uygun İngilizce kelime olarak exclusive, ağyarını mani olmada da inclusive geliyor. Bu örneği verdim, zira diyeceğim o ki; mesele, bir dil içerisinde, fakat diller üstü bir yaklaşımla, bir toplumun düşünce haritasının genişletilmesi olarak ele alınsa daha doğru olabilir. Felsefenin gelişmesi için dilde kavramların, kavramlar arasında zihinsel kısayolları açan tabirlerin zenginliğine ihtiyaç var. Bir siyasetçinin esip gürlemesiyle başka birileri felsefe yapacaksa, yapsınlar o zaman ne diyelim, milli irade rızası için.
Konu sadece kavramsal zenginlik değil elbette, bir de eski Türkçenin Osmanlı devri yazılı kültürünü oluşturması babında, tüm dillerin tarihinde görülebileceği gibi, dönemine özgü bir edebi tadı taşıması var. Sadece divan şiirinden söz etmiyorum, düzyazı metinlerde de bu tat hissedilir. Fakat bu kadar. Osmanlı Türkçesinde bugün için değerli olanın, kolektif hafızaya kazandırılması gayet naif bir mevzu; esasında Türkçenin zenginleştirilmesi sorununun bir parçası. Eski metinleri özümseyip aktaran çalışmalar aracılığıyla çok kolay mesafe alınabilir. Bunun için de genel okuyucunun Arap harfleriyle Türkçe okumasına hiç ihtiyaç yok. Eğer bugüne dair gerçekçi bir amaç belirlenecekse, kavramsal zenginliğin ve edebi tadın dile kazandırılması anlamında Osmanlı Türkçesi literatürü, kullanılabilecek birçok araçtan yalnızca bir tanesi olabilir. XIX. yüzyılda Fransızcanın, modernizmle birlikte öz Türkçeden türetilmeye başlanan kelimelerin, günümüzde de İngilizcenin gördüğü işlev gibi… Konuyu bu şekilde tartışırsınız yürür gider. Tabii, bilim ve felsefe deyince ufku Osmanlı medresesinin ötesine pek geçmeyen bir Molla özentisi, tarih denince Kaynarca Anlaşması’nın sonuçlarını saymaktan hallice kavrayışı olmasa da bu zihniyetinden ucube bir ideoloji türetmeye uğraşan bir neo-Osmanlıcı değilseniz!
Ha bir de meselenin felsefe boyutu var. Öncelikle, reis-i cumhurdaki kafa karışıklığının iki sebebi var zannımca. Birincisi, bu konularda muhtemelen kendilerinin de kafası karışık olan danışmanların önüne getirdiği raporları popülist bir edebiyatın sosu haline getirme işi. Cidden zor iş, bir şey demiyorum. (Belki bu danışmanlardan biri de Gazali ve Hegel’le rüyalarda buluşan filozof-başbakandır, kim bilir?) İkincisi de, benim favorim, ezelden beri Eşari İslam otoritelerinin felsefeye düşman oluşu, bunun da haliyle, “felsefe nedir, lazım bir şey midir, yoksa korkulacak bir şey mi” diye kafalarda genel bir muamma yaratması. Tarihte bu ekolün azimli mümessilleri, felasifeyi doğrudan lanetleyen, kafaları karıştırıcı, imanı sarsıcı bir Yunan icadı olarak gören ulema. Bilirsiniz başını Gazali çekiyor. Bunlara nemelazımcılar da diyebiliriz: Yeni açılan üniversitelerin felsefe bölümlerine ilahiyatçıları dolduran, ilahiyat fakültelerinde ise felsefeyi iptal etmeye çalışan bugünkü siyasi projenin temelinde bu ideolojik arkaplan yatıyor. Diğer yanda ise, felsefeyi seven, ki felsefenin de bilgelik sevgisi anlamına gelmesi mukabilinde onun özüne yaklaşan, bu sevgiye bağnazlık gölgesi düşürmemeye gayret eden İslam filozofları vardır. Bu ekolün başını çeken kişi ise, gericilerin tarihteki ideologu Gazali’nin Felsefenin Tutarsızlığı adlı kitabına Tutarsızlığın Tutarsızlığı’nı yazarak cevap veren ünlü filozof İbn Rüşd’den başkası değildir. (Polemik tarzı tanıdık geldi mi? İpucu: Proudhon-Marx) Felsefesinin evrensel yankıları olmuş, Batı dünyasını bir hayli etkilemiş bir filozoftur kendisi.
Uzun lafın kısası, reis-i cumhur her yeni skandala imza attığında, toparlayacağım diye, garibim çırpınıp duran İslamcı aklı evveller sürüyle, malum. Benim onlara tavsiyem, bir dahaki sefere önce Türkçeyle ve felsefeyle ilgili fikirlerini netleştirsinler. Sağlam dursunlar. Sonra yeni cumhuriyette felsefe yasaklanacak mı, yoksa resmi izne tabi olarak kontrollü bir şekilde mi yapılacak, kafalar karışmasın.
* Çağlar Karaca: Exeter Üniversitesi Felsefe Bölümü, doktora.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.